Ana Sayfa

Sol Kültür - Hüseyin Çukur - 29 Mayıs 2011

 

İşçi sınıfının romanda karşılaştırılması üzerine bir deneme: “Bereketli Topraklar Üzerinde” ve “Umut Tarlaları”

 

Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde”(1) ve José Saramago’nun “Umut Tarlaları”(2) romanları üzerinden Türkiye ve Portekiz’deki işçi sınıfının genel durumuna; yaşam ve çalışma standartlarının benzer noktalarına; aynı dönemlerde kesişen iktidar partilerinin işçi sınıfına dair politikalarına göz atmaya çalışacağım.

Bereketli Topraklar Üzerinde ve 1940-1950 Arası Türkiye İşçi Sınıfı’na Genel Bir Bakış

Orhan Kemal’in 1954 yılında yayımladığı romanda 1940’lardan 1950’lerin başına kadar olan sürece ve Türkiye işçi sınıfının yaşam koşullarına tanık oluruz.

Sivas’ta yaşayan üç çocukluk arkadaşı ( Köse Hasan, Pehlivan Ali, İflahsızın Yusuf ) hep yapıla geldiği gibi çalışmak için başka bir şehre gitmeye karar verirler ve bir tanıdıklarının orada olduğunu bildikleri için de Çukurova’nın yolunu tutarlar. Sebepleri de diğerleri kadar naiftir: Karınlarını doyurabilmek.

“Yusuf: Hepimizinki de bir ekmek derdi mesela. Öyle değil mi?”
“Hasan: Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın. Yurdumuzu, yuvamızı ne diye teptik?”

Trende kulak misafiri oldukları konuşmalardan şehrin nasıl bir yer olduğunu kestirmeye çalışırlar. Tren yolculuğu sırasında, daha önce bir kere şehir görmüş olan İflahsızın Yusuf’un arkadaşlarına verdiği öğütlere; şehrin acımasızlığına karşı birbirlerinden ayrılmamaları gerektiğine dair telkinlere şahitlik ederiz.

“(…) Lakin biz biz olalım, şehir yerinde göz kulak olalım kendimize kardaşlar.(…) Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar.”

Şehre indiklerinde, tahmin edileceği gibi çok şaşkındırlar. Daha önce görmedikleri evler, kadınlar, arabalar akıllarını başlarından almıştır. Bir yandan da kendilerine iş vermesi umuduyla tanıdıkları kişiyi aramaya başlarlar. Bu kişinin çok zengin bir fabrikatör olduğu ve kendisine ulaşılmasının zorluğu sebebiyle bir gün, kendilerini fabrikatörün arabasının önüne atıp, iş isterler.

Üç arkadaşın bir çırçır fabrikasında çalışmaya başlaması ve ırgatbaşına haftalıklarından komisyon vermeleri gerektiği gerçeği üzerine şehrin, fabrikanın ve insanların acımasız yüzleriyle tanışmaya başlarlar.

“Üç arkadaş şimdiye kadar hiç görmedikleri sert şakırtılı, pamuk tozları uçuşan bir hava içine girince sanki çarpılarak ürktüler. Burada hemen her şey sarsılıp sallanıyor, dönüyordu.(…) yanlarındaki volanların kuvvetli sarsıntılarla çalıştırdığı çırçır makinelerinden şiddetli sesler çıkıyor, toz salkımları, tozlu duvarlar, döşeme tahtaları, havada uçuşan tozlar sarsılıyordu.”

Fabrikanın ayrı bölümlerinde çalışıp, akşamları kiraladıkları ahırda buluştukları bir hayat yaşamaktadırlar. Bir yandan da, hepsinin ayrı hayalleri vardır…

“Ahırın üstü iki kattı. Harap yapının sahibi muhtar, eskiden şalgam suyu satan fakir biri, Ermeni tehcirinden sonra bu evi nasılsa eline geçirmişti. Sonraları yeni kurulan fabrikalar işçiyi çoğaltmış, barınak sıkıntısı başlamıştı ki, muhtar ahırdan hayvanlarını çekmiş, işçilere kiraya vermişti.”

Çalışma şartlarının ağırlığından dolayı Köse Hasan hastalanır ve yatağa düşer. Ali ve Yusuf ise daha fazla kazanacakları bir inşaat işi bulup, Hasan’ı arkalarında bırakırlar ve bir süre sonra da öldüğünü duyarlar. Bu olayla beraber, köylü iki arkadaşın yadırgadıkları bencilliğe ve şehir hayatına adapte olmalarına tanık oluruz. Nitekim, Ali, kumarbaz bir ustanın karısına âşık olur ve ikisi kaçar; Ali, tarlada çalışmaya başlar ancak beraber kaçtığı kadına işvereni göz koyar; Kadın, rahat yaşamı tercih ederek işvereni seçer ve Ali pavyonlara dadanır.

Toprak sahipleri, tarladaki ırgatların emeğini sömürmekte; kurtlu ekmek ile sembolize edilen kötü yemekler vermekte ve Artı-Değer teorisini haklı çıkaran çalışma saatleri dayatmaktadır.

Türkiye, katılmamış olmasına rağmen, İkinci Paylaşım Savaşı’nın değiştirdiği dengelerden etkilenir. Marshall yardımı sayesinde ithal edilen aletler makineleşmenin gelişmesine ve kırdan kente göç gibi sosyo-ekonomik yapının dönüşmesine sebep olur. Sonuçta; bir yandan savaş zenginleri çoğalırken gittikçe ağırlaşan çalışma şartları ve ithal edilen makinelerin kullanılmasında kalifiye eleman bulunmaması işçi sınıfının yaşamını daha da kötüleştirir. Savaş yıllarındaki fiyat artışları sebebiyle 1945’teki reel ücretler de 1938’e göre %54 düşmüştür. (3)

Bereketli Toprak Üzerinde’de makineleşme “patoz” ile sembolize edilir. Ali, bacağını patoz makinesine kaptırır. Ağa, arabası kirlenecek diye Ali’yi hastaneye götürmez; Yusuf köye tek başına döner.

Umut Tarlaları ve Yüzyıllar Süren Yoksulluk Üzerine Portekiz’e Genel Bir Bakış

José Saramago’nun romanı daha uzun bir tarih aralığını kapsar. 20.yüzyılın başından 1974’deki Karanfil Devrimi’ne kadar işlenen tarihsel süreçte Saramago, okuyucuyu, ülkenin güneyinde bulunan Alentejo’daki toprak sahipleri ile yoksul tarım işçilerinin gündelik yaşantılarına ve çatışmalarına, aynı ailenin dört kuşaklık serüveni üzerinden tanık eder. İş bulabilmek ve yaşayabilmek için yapılan iç göçler, mevsimlik tarım işçileri üzerinden somutlanır.

Saramago’nun asıl derdi “toprak”tır.

“Savaşlar ya da çeşitli salgın hastalıklar yüzünden pek çok insan ölür, yine de yaşam her yerden fışkırır. Kimileri bunun anlaşılmaz bir gizem olduğunu söylerler, ama gerçek nedenler toprağın kendisindedir, yüksekteki tepelerden aşağıdaki ovaya kadar yayılan, göz alabildiğine uzanan arazidedir. Şu ya da bu arazi, önemli olan aralarındaki sınırdır; neyin sana neyin bana ait olduğunu gösterir. Sınırlar, doğru ve uygun zamanda tapu siciline kaydedilir.(…) Gelecek sonsuza dek belirlenmiştir. Bir elin dallara ayrılmış çizgileri gibidir bugün toprak, güçlülerin kılıcının büyüklüğü, sertliği ve keskinliğine göre bölünmüş ve şu sırayla paylaştırılmıştır: Kral ve dük, dükten sonra asilzade, piskopos ve tarikat piri, daha sonra öz oğul ya da bir piç gelir…”

Halk yoksul ve cahildir. Erkekler, çalışmak için başka kentlere giderler. Bir yandan da işsizlik ve ucuz emek gücü egemenliğini sürdürmekte, dünya savaşı kapıdadır.

“İşsizlik var, önce gençleri, sonra kadınları ve son olarak erkekleri vuruyordu. Karavanlar, acınacak bir yevmiye için yollara düşüyor. (…) Avrupa’da savaş var, Afrika’da da. Böyle şeyler dağda haykırmak gibidir, haykıran haykırdığını bilir, çoğunlukla yaptığı son şeydir bu, ama haykırış aşağıya doğru azalarak iner ve en sonunda hiçbir şey duyulmaz.”

Toprak sahiplerinin işçiler üzerindeki tahakkümü artmakta, kilise ise halkın afyonu olmaya devam etmektedir.

“En büyük ve belirleyici silah, bilgisizliktir.(…) Bilgisiz olmaları çok güzel, okuma-yazma, hesap-kitap bilmemeleri, düşünmeyi bilmemeleri, dünyanın değiştirilemeyeceğine alışmaları, ölümden sonra cennetin geldiğine inanmaları, siz bunları daha iyi açıklayabilirsiniz Rahip Agamedes…”

1917 devriminin Portekiz’e yansımalarını da yine tarım işçileri ve Salazar diktatörlüğünün faşizan politikaları üzerinden görürüz. “Grev”in kelime anlamını bile bilmeyen, okur-yazarlıkları kısıtlı dört arkadaşın, aldıkları yevmiyelerin azlığından şikâyet etmeleri üzerine grevci ilan edilmeleri faşist Salazar hükümetinin rutin uygulamaları arasındadır. Saramago, bu dört işçinin baş kaldırmalarını ve ustabaşının karakola telefon ederek dört kişiyi ihbar etmesi sonrasında gelişen olayları şöyle aktarır:

“Kaygılanmayın, diye yatıştırıyor onu Teğmen Contente, biz bununla ilgileneceğiz (…) resmi bir araba onu geçiyor, içerde oturanlardan biri el sallıyor, eyalet valisi, merhaba Anacleto, onun arkasından da devriye birliğiyle birlikte kraliyet taburunun teğmeni, düşmana karşı (dört işçi-h.ç) bir Sherman panzeri götürüyorlar, en küçük tabancadan geri tepmesiz topa kadar irili ufaklı bir sürü silahla dolu, gidiyorlar işte, tek düşündükleri yurdun iyiliği, göğüslerini kurşunlara siper ederler, hücum borusu çalınıyor, bu arada arazinin eski, daha önce belirtilen yollarında dört cani, kimin en yükseğe ve en uzağa işeyeceğini bulmakla zaman öldürüyor.”

Çalışma koşullarına ve ücret azlığına karşı çıkarak greve giden başka işçi grupları da oluyor. Bu işçiler de diğerleri gibi kolluk güçleri tarafından derdest edilip, işkenceden geçiriliyor. Kitabın 143 ile 151. sayfaları arasında anlatılan işkence sahneleri bu anlamda oldukça önemlidir ve Saramago’nun neden büyük bir edebiyatçı olduğunu kanıtlar.

İki Romanın ve Romancının, İki Ülkenin Ortak Yönleri Üzerine

Orhan Kemal, bu romanda anlattığı işçilerle birlikte yaşamış, hayatını kazanmak için benzer işlerde çalışmıştır. Keza, José Saramago da toprak işçisi bir ailenin oğlu olarak doğmuş ve bir dönem işçilik yapmıştır. Bu durumda, iki büyük edebiyatçının da anlattıkları dönemlere ve işledikleri temaya hâkim olduğunu söyleyebiliriz. Kurgu ve pratikte karşımıza çıkacak farklılıklar bu durumu değiştirmez.

Bereketli Topraklar Üzerinde, Türkiye’deki Tek Partili döneme yani Milli Şef dönemine, Umut Tarlaları ise, -daha geniş bir zaman diliminde anlatılsa bile- Salazar’ın diktatörlük sürdüğü yıllara tanıklık eder. İki iktidar da ülkelerini 2.Dünya Savaşı’nın dışında tutmak istemişlerdir.

İsmet İnönü döneminde yürürlükte olan iş kanununa göre; işçilerin sendikal faaliyetlere katılması, örgütlenmesi suçtur. Aksi durumda “komünist” olarak itham edilirsiniz. Salazar ise faşist bir liderdir ve her faşist kadar da baskıcıdır. Halkını uyutmanın formülünü de “3F” ile bulmuştur. Fado, Fatima (din) ve Futbol. İki lider arasındaki daha somut benzerliklerin karşılaştırılmasını –şimdilik- , affınıza sığınarak tarihçilere bırakıyor ve tekrar romanlara dönüyorum.

Bereketli Topraklar Üzerinde, isyan eden ve daha önce kovulan işçilerin her şeyi ateşe vermesiyle; Umut Tarlaları ise şiddet kullanmadan gerçekleştirilen bir askeri darbe, Karanfil Devrimi ile noktalanıyor. Kitapların sonunu yazmam, okumamış olanların okumasına engel olmamalı zira, iki büyük romancının detaylarda bize sunduğu daha pek çok unsur mevcut.

İki romanı da önemli kılan en belirgin durum, anlatılan dönemlere ilişkin siyasal ve ekonomik bilgi ve verilere ulaşabilecek çokça kaynak olmasına rağmen, işçilerin gündelik hayat pratiklerine ve başkaldırmalarına dair edebiyatın gücünü kullanan bir deneyim eksikliğinin var olması; Orhan Kemal ve José Saramago’nun ise bu boşluğu ustaca doldurmalarıdır.

Saramago’nun aynı romanda yazdığı şu cümlenin doğruluğu tartışılabilir mi: “Hiçbir şey güç sahibi bir insandan güçlü değildir, yeryüzünde de, gökyüzünde de.”

1 Kemal, Orhan. Bereketli Topraklar Üzerinde. Epsilon Yayınevi,2006
2 Saramago, José. Umut Tarlaları. Can Yayınları, 1999
3 Makal, Ahmet. Ameleden İşçiye. İletişim Yayınları, 2007

 

 


[email protected]