Orhan Kemal’in
“Bereketli Topraklar Üzerinde”(1) ve José Saramago’nun “Umut
Tarlaları”(2) romanları üzerinden Türkiye ve Portekiz’deki işçi
sınıfının genel durumuna; yaşam ve çalışma standartlarının benzer
noktalarına; aynı dönemlerde kesişen iktidar partilerinin işçi
sınıfına dair politikalarına göz atmaya çalışacağım.
Bereketli Topraklar Üzerinde ve 1940-1950 Arası Türkiye İşçi
Sınıfı’na Genel Bir Bakış
Orhan Kemal’in 1954 yılında yayımladığı romanda 1940’lardan
1950’lerin başına kadar olan sürece ve Türkiye işçi sınıfının yaşam
koşullarına tanık oluruz.
Sivas’ta
yaşayan üç çocukluk arkadaşı ( Köse Hasan, Pehlivan Ali, İflahsızın
Yusuf ) hep yapıla geldiği gibi çalışmak için başka bir şehre
gitmeye karar verirler ve bir tanıdıklarının orada olduğunu
bildikleri için de Çukurova’nın yolunu tutarlar. Sebepleri de
diğerleri kadar naiftir: Karınlarını doyurabilmek.
“Yusuf:
Hepimizinki de bir ekmek derdi mesela. Öyle değil mi?”
“Hasan: Ne diyorsun Yusuf? Gözü çıksın. Yurdumuzu, yuvamızı ne diye
teptik?”
Trende kulak
misafiri oldukları konuşmalardan şehrin nasıl bir yer olduğunu
kestirmeye çalışırlar. Tren yolculuğu sırasında, daha önce bir kere
şehir görmüş olan İflahsızın Yusuf’un arkadaşlarına verdiği
öğütlere; şehrin acımasızlığına karşı birbirlerinden ayrılmamaları
gerektiğine dair telkinlere şahitlik ederiz.
“(…) Lakin biz
biz olalım, şehir yerinde göz kulak olalım kendimize kardaşlar.(…)
Şehir adamı köylüyü cin çarpar gibi çarpar.”
Şehre
indiklerinde, tahmin edileceği gibi çok şaşkındırlar. Daha önce
görmedikleri evler, kadınlar, arabalar akıllarını başlarından
almıştır. Bir yandan da kendilerine iş vermesi umuduyla tanıdıkları
kişiyi aramaya başlarlar. Bu kişinin çok zengin bir fabrikatör
olduğu ve kendisine ulaşılmasının zorluğu sebebiyle bir gün,
kendilerini fabrikatörün arabasının önüne atıp, iş isterler.
Üç arkadaşın
bir çırçır fabrikasında çalışmaya başlaması ve ırgatbaşına
haftalıklarından komisyon vermeleri gerektiği gerçeği üzerine
şehrin, fabrikanın ve insanların acımasız yüzleriyle tanışmaya
başlarlar.
“Üç arkadaş
şimdiye kadar hiç görmedikleri sert şakırtılı, pamuk tozları uçuşan
bir hava içine girince sanki çarpılarak ürktüler. Burada hemen her
şey sarsılıp sallanıyor, dönüyordu.(…) yanlarındaki volanların
kuvvetli sarsıntılarla çalıştırdığı çırçır makinelerinden şiddetli
sesler çıkıyor, toz salkımları, tozlu duvarlar, döşeme tahtaları,
havada uçuşan tozlar sarsılıyordu.”
Fabrikanın
ayrı bölümlerinde çalışıp, akşamları kiraladıkları ahırda
buluştukları bir hayat yaşamaktadırlar. Bir yandan da, hepsinin ayrı
hayalleri vardır…
“Ahırın üstü
iki kattı. Harap yapının sahibi muhtar, eskiden şalgam suyu satan
fakir biri, Ermeni tehcirinden sonra bu evi nasılsa eline
geçirmişti. Sonraları yeni kurulan fabrikalar işçiyi çoğaltmış,
barınak sıkıntısı başlamıştı ki, muhtar ahırdan hayvanlarını çekmiş,
işçilere kiraya vermişti.”
Çalışma
şartlarının ağırlığından dolayı Köse Hasan hastalanır ve yatağa
düşer. Ali ve Yusuf ise daha fazla kazanacakları bir inşaat işi
bulup, Hasan’ı arkalarında bırakırlar ve bir süre sonra da öldüğünü
duyarlar. Bu olayla beraber, köylü iki arkadaşın yadırgadıkları
bencilliğe ve şehir hayatına adapte olmalarına tanık oluruz.
Nitekim, Ali, kumarbaz bir ustanın karısına âşık olur ve ikisi
kaçar; Ali, tarlada çalışmaya başlar ancak beraber kaçtığı kadına
işvereni göz koyar; Kadın, rahat yaşamı tercih ederek işvereni seçer
ve Ali pavyonlara dadanır.
Toprak
sahipleri, tarladaki ırgatların emeğini sömürmekte; kurtlu ekmek ile
sembolize edilen kötü yemekler vermekte ve Artı-Değer teorisini
haklı çıkaran çalışma saatleri dayatmaktadır.
Türkiye,
katılmamış olmasına rağmen, İkinci Paylaşım Savaşı’nın değiştirdiği
dengelerden etkilenir. Marshall yardımı sayesinde ithal edilen
aletler makineleşmenin gelişmesine ve kırdan kente göç gibi
sosyo-ekonomik yapının dönüşmesine sebep olur. Sonuçta; bir yandan
savaş zenginleri çoğalırken gittikçe ağırlaşan çalışma şartları ve
ithal edilen makinelerin kullanılmasında kalifiye eleman bulunmaması
işçi sınıfının yaşamını daha da kötüleştirir. Savaş yıllarındaki
fiyat artışları sebebiyle 1945’teki reel ücretler de 1938’e göre %54
düşmüştür. (3)
Bereketli
Toprak Üzerinde’de makineleşme “patoz” ile sembolize edilir. Ali,
bacağını patoz makinesine kaptırır. Ağa, arabası kirlenecek diye
Ali’yi hastaneye götürmez; Yusuf köye tek başına döner.
Umut
Tarlaları ve Yüzyıllar Süren Yoksulluk Üzerine Portekiz’e Genel Bir
Bakış
José Saramago’nun romanı daha uzun bir tarih aralığını kapsar.
20.yüzyılın başından 1974’deki Karanfil Devrimi’ne kadar işlenen
tarihsel süreçte Saramago, okuyucuyu, ülkenin güneyinde bulunan
Alentejo’daki toprak sahipleri ile yoksul tarım işçilerinin gündelik
yaşantılarına ve çatışmalarına, aynı ailenin dört kuşaklık serüveni
üzerinden tanık eder. İş bulabilmek ve yaşayabilmek için yapılan iç
göçler, mevsimlik tarım işçileri üzerinden somutlanır.
Saramago’nun
asıl derdi “toprak”tır.
“Savaşlar ya
da çeşitli salgın hastalıklar yüzünden pek çok insan ölür, yine de
yaşam her yerden fışkırır. Kimileri bunun anlaşılmaz bir gizem
olduğunu söylerler, ama gerçek nedenler toprağın kendisindedir,
yüksekteki tepelerden aşağıdaki ovaya kadar yayılan, göz
alabildiğine uzanan arazidedir. Şu ya da bu arazi, önemli olan
aralarındaki sınırdır; neyin sana neyin bana ait olduğunu gösterir.
Sınırlar, doğru ve uygun zamanda tapu siciline kaydedilir.(…)
Gelecek sonsuza dek belirlenmiştir. Bir elin dallara ayrılmış
çizgileri gibidir bugün toprak, güçlülerin kılıcının büyüklüğü,
sertliği ve keskinliğine göre bölünmüş ve şu sırayla
paylaştırılmıştır: Kral ve dük, dükten sonra asilzade, piskopos ve
tarikat piri, daha sonra öz oğul ya da bir piç gelir…”
Halk yoksul ve
cahildir. Erkekler, çalışmak için başka kentlere giderler. Bir
yandan da işsizlik ve ucuz emek gücü egemenliğini sürdürmekte, dünya
savaşı kapıdadır.
“İşsizlik var,
önce gençleri, sonra kadınları ve son olarak erkekleri vuruyordu.
Karavanlar, acınacak bir yevmiye için yollara düşüyor. (…) Avrupa’da
savaş var, Afrika’da da. Böyle şeyler dağda haykırmak gibidir,
haykıran haykırdığını bilir, çoğunlukla yaptığı son şeydir bu, ama
haykırış aşağıya doğru azalarak iner ve en sonunda hiçbir şey
duyulmaz.”
Toprak
sahiplerinin işçiler üzerindeki tahakkümü artmakta, kilise ise
halkın afyonu olmaya devam etmektedir.
“En büyük ve
belirleyici silah, bilgisizliktir.(…) Bilgisiz olmaları çok güzel,
okuma-yazma, hesap-kitap bilmemeleri, düşünmeyi bilmemeleri,
dünyanın değiştirilemeyeceğine alışmaları, ölümden sonra cennetin
geldiğine inanmaları, siz bunları daha iyi açıklayabilirsiniz Rahip
Agamedes…”
1917
devriminin Portekiz’e yansımalarını da yine tarım işçileri ve
Salazar diktatörlüğünün faşizan politikaları üzerinden görürüz.
“Grev”in kelime anlamını bile bilmeyen, okur-yazarlıkları kısıtlı
dört arkadaşın, aldıkları yevmiyelerin azlığından şikâyet etmeleri
üzerine grevci ilan edilmeleri faşist Salazar hükümetinin rutin
uygulamaları arasındadır. Saramago, bu dört işçinin baş
kaldırmalarını ve ustabaşının karakola telefon ederek dört kişiyi
ihbar etmesi sonrasında gelişen olayları şöyle aktarır:
“Kaygılanmayın, diye yatıştırıyor onu Teğmen Contente, biz bununla
ilgileneceğiz (…) resmi bir araba onu geçiyor, içerde oturanlardan
biri el sallıyor, eyalet valisi, merhaba Anacleto, onun arkasından
da devriye birliğiyle birlikte kraliyet taburunun teğmeni, düşmana
karşı (dört işçi-h.ç) bir Sherman panzeri götürüyorlar, en küçük
tabancadan geri tepmesiz topa kadar irili ufaklı bir sürü silahla
dolu, gidiyorlar işte, tek düşündükleri yurdun iyiliği, göğüslerini
kurşunlara siper ederler, hücum borusu çalınıyor, bu arada arazinin
eski, daha önce belirtilen yollarında dört cani, kimin en yükseğe ve
en uzağa işeyeceğini bulmakla zaman öldürüyor.”
Çalışma
koşullarına ve ücret azlığına karşı çıkarak greve giden başka işçi
grupları da oluyor. Bu işçiler de diğerleri gibi kolluk güçleri
tarafından derdest edilip, işkenceden geçiriliyor. Kitabın 143 ile
151. sayfaları arasında anlatılan işkence sahneleri bu anlamda
oldukça önemlidir ve Saramago’nun neden büyük bir edebiyatçı
olduğunu kanıtlar.
İki
Romanın ve Romancının, İki Ülkenin Ortak Yönleri Üzerine
Orhan Kemal, bu romanda anlattığı işçilerle birlikte yaşamış,
hayatını kazanmak için benzer işlerde çalışmıştır. Keza, José
Saramago da toprak işçisi bir ailenin oğlu olarak doğmuş ve bir
dönem işçilik yapmıştır. Bu durumda, iki büyük edebiyatçının da
anlattıkları dönemlere ve işledikleri temaya hâkim olduğunu
söyleyebiliriz. Kurgu ve pratikte karşımıza çıkacak farklılıklar bu
durumu değiştirmez.
Bereketli
Topraklar Üzerinde, Türkiye’deki Tek Partili döneme yani Milli Şef
dönemine, Umut Tarlaları ise, -daha geniş bir zaman diliminde
anlatılsa bile- Salazar’ın diktatörlük sürdüğü yıllara tanıklık
eder. İki iktidar da ülkelerini 2.Dünya Savaşı’nın dışında tutmak
istemişlerdir.
İsmet İnönü
döneminde yürürlükte olan iş kanununa göre; işçilerin sendikal
faaliyetlere katılması, örgütlenmesi suçtur. Aksi durumda “komünist”
olarak itham edilirsiniz. Salazar ise faşist bir liderdir ve her
faşist kadar da baskıcıdır. Halkını uyutmanın formülünü de “3F” ile
bulmuştur. Fado, Fatima (din) ve Futbol. İki lider arasındaki daha
somut benzerliklerin karşılaştırılmasını –şimdilik- , affınıza
sığınarak tarihçilere bırakıyor ve tekrar romanlara dönüyorum.
Bereketli
Topraklar Üzerinde, isyan eden ve daha önce kovulan işçilerin her
şeyi ateşe vermesiyle; Umut Tarlaları ise şiddet kullanmadan
gerçekleştirilen bir askeri darbe, Karanfil Devrimi ile
noktalanıyor. Kitapların sonunu yazmam, okumamış olanların okumasına
engel olmamalı zira, iki büyük romancının detaylarda bize sunduğu
daha pek çok unsur mevcut.
İki romanı da
önemli kılan en belirgin durum, anlatılan dönemlere ilişkin siyasal
ve ekonomik bilgi ve verilere ulaşabilecek çokça kaynak olmasına
rağmen, işçilerin gündelik hayat pratiklerine ve başkaldırmalarına
dair edebiyatın gücünü kullanan bir deneyim eksikliğinin var olması;
Orhan Kemal ve José Saramago’nun ise bu boşluğu ustaca
doldurmalarıdır.
Saramago’nun
aynı romanda yazdığı şu cümlenin doğruluğu tartışılabilir mi:
“Hiçbir şey güç sahibi bir insandan güçlü değildir, yeryüzünde de,
gökyüzünde de.”
1 Kemal,
Orhan. Bereketli Topraklar Üzerinde. Epsilon Yayınevi,2006
2 Saramago, José. Umut Tarlaları. Can Yayınları, 1999
3 Makal, Ahmet. Ameleden İşçiye. İletişim Yayınları, 2007