Ana Sayfa

Blogspot - Mehmet Erikli - 28 Ocak 2009

 

Orhan Kemal'in romanları aynada kendini gördüğüdür*
 

 




Roman ve öyküleriyle çağdaş Türk edebiyatında özgün bir yeri olan Orhan Kemal, toplumsal yaşamımızın değişim dönemlerini gerçekçi bir biçimde yapıtlarında dile getirmiştir. Aydınlık gerçekçi bakışıyla insan-toplum ilişkilerini ustalıkla yansıtmıştır. Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 15 Eylül 1914'te Adana'nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Babası, 1920-1923 döneminde birinci T.B.M.M.'de milletvekilliği, 3 Mayıs 1920'de Vekiller Heyeti'nde Adliye Bakanlığı yapan ve 26 Eylül 1930'da Adana'da Ahali Cumhuriyet Fırkası'nı kuran Abdülkadir Kemali Bey'dir. Orhan Kemal'in o günlere ait izlenimleri Baba Evi'nde söyle yer alır: "Ama ben babamı asıl 'fırka' mücadelelerinde tanıdım. Yine böyle günlerdi... Nutuk söyleyenleri niçin alkışladıklarını çok defa bilmeyen sokaklar dolusu insanın kinle, küfür şimşekleriyle yüklü kalabalığı. Kalabalık, kalabalık, hep kalabalık. Aynı parkelere basan iskarpinli, çarıklı veya yalınayakların mahşeri hatırlatan, insanı coşturan müthiş kalabalığı.(1)
Çok uzaklarda sızılı bakışlar arasında edilen vedalar, kavuşma vaktini beklerken düşünüşün önüne geçen kalbin hızlı atışları, saatlerin çabukluğuna ayak uydurmaya çalışan gölgelerin caddelerdeki kalabalık karartısı, rüyaların içine hapsedilmiş yitik ruhların zincirlerden kurtulup da, nefes alıp veren nebat karşısında hayalleri unutup gerçeği görmesi Orhan kemalin kaleminde hayat bulur. Gerçekçi bir nazarla toplumun nabzını tutabilmiş bir kalem olarak Orhan kemal romanlarındaki karakterlerini rüyalardan çekip almaz. Onlar hayallerde yaşamazlar. Giyimleriyle, konuşmalarıyla, tavırlarıyla bir değişime girmemiştir kahramanlar. Orhan kemalin romanlarındaki kahramanları kimi zaman gökyüzüne karalar bağlayan bir vapurda ensenizde soluyan biri kadar gerçektir, bazen de yoksul bir mahallede gözümüze ilişen öksürüklü, eli değnekli yada genç birinin sıcak bir tebessümüdür. Bu eli değnekli, öksürüklü, yoksul mahallelerde bazen sıcak bir yemeğe hasret kalan insanların derin ahları işitilir. Orhan kemal bu ahları duyan, hisseden ve işleyen bir romancı olarak önem kazanır. Ayrıca romanlarındaki nefes alıp verişler ona gölgesi kadar yakındır. Bu yakınlığı yine Türk Edebiyatı'nın usta romancılarından yaşar kemal şöyle dile getirir;
Orhan çocuksu bir adamdır. Orhan sevgiyle doludur. Orhan kahveleri, kenar mahalleleri, işçileri ve hamalları- ki onun yakın arkadaşıdır delicesine sever. Orhan sevdiklerini, birlikte yaşadıklarını, birlikte acı, tatlı gün gördüklerini yazar (2) Etraflıca gözlemle toplumsal gerçekçi yaklaşımını çizmesi onu biraz da Nazım Hikmet'e yakınlaştırmıştır. Onun gözlemi içerisinde kendine yer bulamayan yok gibidir. Toplumda ne varsa onun kaleminde kaynar; Kadınlar, yoksullar, işçiler, çiftçiler, şehir, çocukların toz pembeye boyalı sesleri onun kaleminde bütünleşmiştir adeta. Orhan kemal her romancı gibi kuru, cansız bir kağıdı yeşil ve soluklu bir hale getiren kalemiyle kenar mahallelerde tozlara bulanmış kimsesiz bakışların yükünü yüklenip kelimeleri arasına koymakla beraber şehir gerçeğinin içinde ne olup ne bitiyor diye bakıp bu gerçeğe dair aşkları, tesadüfleri, çelişkileri, sancıları, yaşamaları, ölmeleri dillendirmiştir. (1) Orhan Kemal.org(2) Ünlem dergisi mart- nisan 2004- Orhan Kemal üstüne anılar.
 

Bir roman işçisi olarak Orhan Kemal
Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir."
Orhan Kemal

Orhan kemal hayatın gerçekleri içerisine saklanmış solgun bakışlı insanları yine toplumsal gerçekçi tavrıyla romanlarında işler. Orhan kemal ve onun işçiliği, işledikleri, nakış nakış bu topraklar üstüne çizdiği Türk romancılığına yeni bir ruh kazandırmıştır. Yeni bir ruh cazibe mekanizması halinde bir tütsüden yayılan yenileyici koku misali olmasa da okuru ve yazarı çevreleyerek etkisi altına alır. Bu etkisi altına almanın sırrı bir roman işçisi olan Orhan kemal in kaleminde kaynayan nice yüzlerin, seslerin, nefeslerin bir kağıda ustalıkla çizilmesi gerçeğindedir. Bu çizilen gerçekteki çehreler iç ve dış yaşam çizgileriyle bir örümcek ağı kadar hassas işlenmiş çerçevede Orhan kemal in titiz ellerinde bir ömür verilerek oluşturulmuştur. İşte bu bir ömürdür ki Orhan kemal in acılaşmış sevdaları yazarken kaleminden en küçük hücreye kadar bu acılaşmış yaşamların tıpkı ( cüzzamlı bir insanın cüzzam yaralarının bir başkasına geçmesi gibi ) onun ruhuna geçmesiyle sürüp geçmiş bir ömürdür. Yazdıklarını içinde duyarak yazması ve kahramanlarını içinde beslemesi onun önemli özelliğidir; Çünkü o kelimelerin sayıklamalarını kendisi gibi şekillendirmiş ( Yani içinde ne varsa ) ve çehreleri bu durum üzerine başkalaştırmamıştır. Orhan kemal in roman örgülerinde kahramanlar cephesinden bakacak olursak en sancılı yaşların döküldüğü anlarda bile bir yaşamak sevdası görülür. Özellikle kendi ağız özellikleriyle konuşturduğu kimi yöresel kahramanların uğraşları, canlarını dişlerine takmaları ( bir çok şey için geçerli ) hep varolmak arzusu taşır. Aslına bakılırsa nerede bir can teknelerin ardından acımsı bakışları takınan ve her şeyin kendinden koparıldığını düşünen bir balık gibi çaresiz ve nefessiz kalsa ardından yaşama tutunanların adımları gelir. Orhan kemalin işçiliğinin sırrı belki de bu cümlede. Sır… Kelimeler kimi zaman bir muamma oluverir; Fakat muamma olmayan bir doğru var ki o da Orhan kemal in toplum merkezli ve gerçekçi düşünüşün roman türündeki usta ismi oluşudur.
 

ORHAN KEMAL ÜSTÜNE BİR ANI
Babıali esnafı da iyi davranmaz Orhan'a ..Babıali esnafıda onun öğle yemeğine muhtaç olduğunu bilir.Onun için en kötü çeviriye en az 2 bin lira verirken,Orhan Kemal'in içinde "Bereketli Topraklar'ın" da olduğu altı kitabına 2 bin 500 lira verir.1966 da bu çağda ,asıl zulüm budur. Baskı, vahşet, utanılacak hal budur.Hapis mapis değil...İnsanlığımızın yüz karası ,bir yazarın buna mahkum edilmesidir. Orhan Kemal'e birlikte bir derginin kapısında 50 lira için tam iki saat beklediğimizide biliyorum.Adam bizi bekletti bekletti de sonra yarına dedi.Oysa Orhan o dergiciye beş hikaye götürmüştü.Orhan'nın ömrü böyle gazete kapılarında ,yeşilçam,kitapçı kapılarında ,böyle elli liralar beklemekle geçti.Zulmün en amansızı budur işte.Hapis mapis değil... (3) (3) Ünlem dergisi mart nisan- 2004- Yaşar kemal Ara GülerAdamakıllı bir resmimi çek... Geberip gideceğizVarlık Yayınları'nda "Avare Yıllar" adlı bir roman çıktı. Yazarı Adana'da oturuyordu. Adı Raşit Öğütçü idi. Kitabındaki imza ise Orhan Kemal'di. Bu kitap beni yepyeni bir dünyaya soktu. Bundan önce çıkmış bir kitabı daha vardı: "Baba Evi". Hemen onu da bulup okudum. Kendisiyle tanışmam ise 1952 yılına rastlar. Adana'dan gelmişti. Hüsmettin Bozok, Agop Arad, ressam Fethi Karakaş, şair Zahrad, Orhan Kemal ile arkadaşı Kemal Sülker, Mehmed Kemal, Salih Tozan ve ben hep birlikte Güney Park gazinosuna gittik. Orhan Kemal'le ilk "merhaba" işte böyle başladı. Daha sonra Orhan Kemal İstanbul'a yerleşti. Yeditepe'de ilk romanı 1952'de yayımlandı. Adı "Çamaşırcının Kızı". İstanbul'a yerleştikten sonra Orhan Kemal'i herkes, her yerde, her zaman görebilirdi. Çünkü gündüzleri hep Cağaloğlu'ndaki kahvelerde romanları için not alır, geceleri ise çoğu zaman Beyoğlu Balık Pazarı'ndaki Cumhuriyet lokantası, daha önceki zaman Lambo'nun meyhanesi veya cepte daha çok para olunca da Çiçek Pasajı'nda olurdu. Benim evim Galatasaray'da, merkezi bir yerde olduğu için, kimi vakit bana gelip birbirlerini de beklerlerdi. Lambo'ya en çok Orhan Veli, Sait Faik, Orhan Kemal, Bedri Rahmi, Halim Şefik Güzelson, bizim kuşaktansa Metin Eloğlu, Orhan Peker, Edip Cansever, Özdemir Asaf giderdi. Bir de zaman zaman düşenler vardı: Fazıl Hüsnü Dağlarca, Baki Süha Ediboğlu, Mücap Ofluoğlu, Mehmed Kemal, aktör Salih Tozan, aktör-şair Cahit Irgat, Aktedron Fikret gibi... Fotoğrafça düşününce Orhan Kemal benim için bir film kahramanıydı adeta. Kafasında hep Borsalino şapka, beyaz gömlekli, kravatlı, koyu renk elbiseli. 1935-40 modeli sinema artistlerine benzerdi tıpkı. Kışın gene aynı şapka olurdu başında, ancak bir de palto giyerdi. Hep resmi gibi hali vardı. Rejisör olsam, hangi filmde oynatırım diye düşünebilirdim. Yıllar sonra bir gün resim çekmeye karar verdik. O Cibali'de oturuyordu, bense Beyoğlu'nda. İkisinin ortasında bir yerde, Galata Köprüsü'nün başındaki Ziraat Bankası'nın önünde buluştuk. Yürürken onu hangi fonun önünde çekeceğimi düşünüyordum. İlkin Şişhane ile Karaköy arasındaki ara sokaklarda çalışan, romanlarındaki insanlara benzeyen insanların içine yerleştirmek istedim onu. Sonra Cibali'deki kahveye gittik. Oradaki arkadaşlarıyla resimlerini çektim. Başka bir gün yine buluşup evine gittik. Çalışırken, çocuklarıyla resimlerini çektim. Borsalino şapkalı, beyaz gömlekli, kravatlı başyıldızımı İstanbul fonunda senaryolamak istiyordum. Çekerken boyuna soruyordum ona: "Bu sokaktan çok geçer misin? Kahvenin en çok hangi köşesinde oturursun? Dolmuşa nereden binersin?" İşte bütün bunların sonucu çektiğim bu fotoğraflar oldu.
Günün birinde Galatasaray'daki yazıhaneme şeytan dürtmüş olacak ki her zamankinden erken gitmiştim. İçimde garip bir duygu vardı. Saat 10:30'da kapı çalındı. Orhan Kemal karşımdaydı. "Ne haber, ulan?" dedi. İçeri girip benim masaya oturdu. Ben bu tertip arkadaşları genellikle akşamüstü altıdan, yediden sonra görmeye alışıktım. Orhan bir sigara yaktı, "Sofya'ya gidiyorum" dedi, "Gebermeden adamakıllı bir fotoğrafımı çek, elinde bulunsun." Dediğini yaptım. Ciddi, klasik denecek tarzda, ışıklarla Orhan Kemal'in bir sürü resmini çektim. "Ha şöyle!" dedi. Fotoğrafları çekerken, Adana'dan gelen Raşit Öğütçü'yü, Meserret kahvesinde oturup romanını yazmaya çalışan Orhan Kemal'i, Cağaloğlu'nun ara sokaklarındaki bir kahvede loş bir ışıkta eğilmiş prova düzelten Orhan Kemal'i, Kumkapı meyhanesine inen yokuşta sisli bir fonda bir yanında Recep Bilginer, bir yanında Agop Arad, ortadaki Orhan Kemal'i ayrı ayrı gördüm. 6-7 Eylül olaylarında elimde fotoğraf makinesi, Beyoğlu'nun feci durumunun resimlerini çekerken, yine Orhan çıktı karşıma. Her gördüğüne küfrü basıp duruyordu. Sonra Taksim'den Harbiye'ye doğru hızlı hızlı yürüdüğümüzü anımsıyorum. Derken fotoğraf çekmeye dalıp onu Harbiye'de kaybettim. Bu tür siyasal olaylarda ta babasının zamanından kalma bir öfkesi vardı. Birlikte yürürken bana bir şeyler anlattı ama, şimdi ne olduklarını anımsamıyorum. Babası Halep'e mi kaçmış, ne olmuş, bilemiyorum. Derken acı haberi duyduk. Stüdyoda son fotoğraflarını çektiğimden aşağı yukarı bir hafta sonra. Elimde o günlere ait benim evde çektiğim bir fotoğraf var. 1956'da çekilmiş. Fotoğrafta Orhan Kemal ve Salih Tozan da var. Her ikisi de yok şimdi. Ötekiler ise Buyrukçu, Ofluoğlu, Kocagöz ve Bozok. Düşünüyorum da, Lambo da, Meserret kıraathanesi de yok artık. Cağaloğlu yokuşundaki kahve ise iş hanı oldu. Yeditepe'nin bulunduğu Vahan'ın iş hanındaki çilekeş kahveci Mevlüt da ölmüştür herhalde. Cibali'de Orhan'ın oturduğu önü ağaçlı kahve biçimini çoktan değiştirdi. Cibali Fırın Sokak'ta Orhan'ın oturduğu 30 numaralı evi de sarıya boyamışlar. Bunları yazarken Orhan'ın son cümlesini duyar gibi oluyorum: "Adamakıllı bir resmimi çek, ulan. Geberip gideceğiz (4)
(4) ( Orhan Kemal.org ) ( İkindi Yağmuru- Temmuz-Ekim 2007*)


[email protected]