Kitabın Künyesi
Yazarı: Orhan Kemal Sayfa Sayısı: 415 Tür: Türk Edebiyatı Yayınevi: Epsilon Yayınevi ISBN: 975-331-696-8 Baskı Tarihi: Ocak 2005 Fikrim: Hanımın Çiftliği üçlemesinin ilk kitabı olan ve Orhan Kemal'in ustalığını konuşturduğu bu eseri kesinlikle tavsiye ediyorum.
Arka Kapak - Tanıtım Yazısı
'Vukuat Var', emek-üretim ilişkileri henüz bir çözüme ulaşamamış; güçlünün zayıfı ezdiği; paranın gücü temsil ettiği; küçük insanların çoğunlukla hayal kırıklığına mahkûm olduğu adaletsiz bir dünyada, aşka sığınarak teselli bulmaya çalışan iki gencin hikâyesi. Romanın arka planında Orhan Kemal'in pek çok kitabının başkahramanı olan, üç kuruşa ırgat çalıştırılan pamuk tarlaları, emeğin sömürüldüğü çırçır fabrikaları, kir pas içindeki sokaklara sıralanmış pis, bakımsız evleri ve yakıcı sıcağıyla 1950'lerin Adana'sı var.
Dört karısıyla sayısını unuttuğu çocuklarının kazandığı her kuruşa el koyan Cemşir Ağa'nın fabrika işçisi kızı Güllü ile aynı fabrikada işçi olan Fellah Kemal, birbirlerine âşık olur, karşılarına dikilen Engellerle savaşır ve ne yazık ki kaybederler...
Ancak Orhan Kemal, her zamanki gibi, satır aralarında, emeğin değerini bulması, kadınların kişilik kazanması ve bireyin eğitiminin bu karanlığı aydınlatacak tek yol olduğunu fısıldamaya devam etmektedir.
Eleştiri Yazısı
Hanımın Çiftliği üçlemesinin ilk kitabı 'Vukuat Var', Güllü'nün Kemal'e olan aşkını anlatıyor. Bunun yanı sıra çırçır işçilerinin acılarını, zengin-fakir uçurumunu, halkçı-demokrat ayrımını yansıtması sebebiyle toplumcu bir eser de sayılabilir.
Üçlemenin ilk romanı “Vukuat Var”, karakterleri bakımından oldukça zengindir. Bunu bir inceleme yazarının ağzından dinleyelim: "Debdebeli bir aşiret yaşamından, geleneksel seçkinlikten pamuk tarlalarında çapa işçiliğine ‘elciliğe’ düşmüş, yoksullaşmış, dört karısı ve sayısını unuttuğu çocuklarıyla Cemşir, onun can arkadaşı, akıl hocası, sırdaşı Berber Reşit, büyük toprak sahibi Muzaffer Bey, kâhya Yasin Ağa, Cemşir’in kızı Boşnak Güllü, çırçır fabrikalarındaki kadın ve çocuk işçiler, pragmatist köy imamı Kabak Hafız, kirli bardaklarındaki şarapları, buğulu camları duman altı dükkânlarıyla kebapçılar; Türkler, Araplar, Kürtler, Boşnaklar… Kısaca, Çukurova’nın tarım çarkının bütün dişlileri ve onların hayatları geçer gözümüzün önünden. Orhan Kemal’in onların dünyasıyla olan yakınlığını, tanıdıklığını hissederiz romanda. Topraksız köylülerin ağaların insafına terk edilmişliğini, Demokrat Parti’nin ‘umut’tan umutsuzluğa ve hayal kırıklığına geçişini buluruz. Yoksulların, niteliksiz yığınlar halinde işçilerin, topraksız köylülerin, neden ve nasıl hiçbir bilinci yokken, ağaların ve nitelikli işçilerin (ustaların) bilincinin nasıl oluştuğu, var olduğu yazarın ustalıklı olay örgüsüyle çıkar karşımıza. Büyük toprak sahibi Muzaffer Bey’in CHP’den Demokrat Parti’ye uzanan macerasının hangi tarihsel arka planlar üzerine yükseldiğini, romanın dili ve anlatım imkânlarıyla okuruz. Tam tersine, topraksız köylü Habip’in bilinçten uzak intikam duygusunun, insanı nasıl sonuçlara götüreceğini de gösterir bizlere."
Romanda geçen "Biliyün mü?", "At da sağa avrat da." gibi söz öbekleriyle Adana şivesini, Çukurova'daki pamuk tarlalarının anlatılışı muhteşem. Orhan Kemal, çırçır fabrikalarında çalışanların sorunlarını, Adana'daki fakir halk ve zengin ağa arasındaki uçurumu gözler önüne sermede çok başarılı. Teneke mahallesindeki yaşantı ve çarşı-pazar bölümleri son derece yaşanıyormuş gibi verilmiş. Ayrıca 1950'lerin siyasi yaşamının yansımaları da romana yedirilmiş. O yılların "Halkçı" - "Demirkırat" ayrımı verilmekle kalmamış alttan alta bunun bir eleştirisi de yapılmış. Romanın kahramanları o kadar iyi karakterize edilmiş ki Kabak Hafız'ı, Elci Cemşir'i, Berber Reşit'i, Reşit'in kuru karısı ile kişilerin özellikleri son derece canlı. Romanda 1950'li yıllarda yaşayan ve söyleşen bir Adana var. Anlayacağınız, 1950'lerin hayat anlayışına ışık tutan bir eser bu. Şiveli söyleyişleriyle halkın konuştuğu çok sade bir dili kullanan yazar, üçlemenin bu ilk cildinde basit bir aşk hikayesini anlatıyor. Tek hayali Kemal'ine kavuşup ustabaşı karısı olabilmek olan Güllü'nün Kemal'ini kaybedişi okura sunuluyor. Aslında 'Güllü'nün yaşadıklarını hak etmediği' düşüncesi romanın her sayfasında aklımızda yer ediyor. Ancak usta yazar, bu düşüncemizi serinin ikinci kitabıyla kırıyor.
Orhan Kemal, Türk romanında “kadın işçi” olgusunu ilk işleyen yazarlardan biri olarak, değişmekte olan toplumsal ilişkilerin niteliğini, geleneksel ilişkilerde var olan bütün acımasız yönleri betimleyerek anlatır. Sömürünün sadece fabrikada patronun, tarlada ağaların tekelinde olmadığını, ucuz kadın ve çocuk emeğinin kullanımında, bizzat geleneksel-feodal aile ilişkilerinin nasıl etkili olduğunu romanın diliyle gözümüzde tekrar canlandırır.
Yazar, kişilerin o ikiyüzlülüğünü, çıkarcılığını her fırsatta dile getirmeye çalışmış. Berber Reşit'in, Kabak Hafız'ın ve daha nice kişilerin ikiyüzlülükleri romanda gerçekçi bir biçimde hayat bulmuş.
Orhan Kemal'in bu kitaptaki üslubuyla ilgili bir sitede bakın neler söyleniyor: "Orhan Kemal’in diğer romanlarında ve hikâyelerinde göze çarpan bir özelliği burada da karşımıza çıkar: Karakterler, anlatım yerine diyaloglarla (yani onları toplumsal ilişkiler bağlamına oturtarak) okuyucu tarafından karşılıklı konuşmaların ‘dinlenmesiyle’ oluşturulur. Bu, bütün estetik metinlerde olduğu gibi romanda da zorunlu olan ‘tamamlayıcılık’ öğesidir. Fakat karakterlerin ‘konuşturularak’ oluşturulması işinin büyük bölümünün okuyucuya bırakılması, Orhan Kemal’in romanlarında, yazarın hem dilin zenginliğini, hem de farklı toplumsal katmanlardaki kullanılma biçimlerine ve anlamlarına hâkim olmasından kaynaklanan bir ustalıktır. Çünkü bir romancı için dilin bütün esnekliğiyle karakterleri anlatmak, ‘çizmek’ görece farklı bir durumdur ve bir yazar ustalığı istediği kesindir; ama onları konuşturmak ise daha büyük ustalık ister! Çünkü yazar, anlattığı karakterleri, soyutlanmışlıktan toplumsal varlıklar düzeyine canlılık katarak indirirken, o karakterlerin konuşmaya başlamasından itibaren onlara toplumsal bir hayat vermiş olur." Bu münasebetle film seyreder gibi kitap okumuş oluyorsunuz.
Romanın bir baskısının arka kapağında da roman için şunlar söyleniyor: "Çukurova'nın zorlu insan ilişkilerini ele alan Hanımın Çiftliği üçlemesinin ilk kitabı olan Vukuat Var, değişen sosyal ilişkilerin insanların yaşamlarını ve bilinçlerini nasıl yönlendirip değiştirdiğini ele alan bir roman. Vukuat Var, toprağını kaybedip yoksullaşan köylülerle gittikçe güçlenen toprak ağaları arasında gerilen ilişkileri ele alırken kadın işçilerin de bu ilişki içinde kimliklerini yeniden oluşturmasına tanıklık ediyor."
Din adamlarının kötü yaşantısı da Kabak Hafız adı altında sembolize edilmiştir. Burada da döneme bir eleştiri söz konusudur.
Son olarak yine bir alıntıya yer vermek istiyorum. Romanda, "Değişen dünya koşullarının Türkiye’deki toplumsal yaşamın dinamiklerine nasıl nüfuz ettiğini romanın dünyasından izleriz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki tarımda makineleşme hamlelerinin, Çukurova’daki tarımın ve sanayiye olan yansımalarının, çok partili siyasal gelişmelerin ilk yıllarındaki kavram kargaşalarının, geleneksel insan ve toprak ilişkilerindeki büyük dönüşümün ilk habercisi olayların geçiş yeri gibidir, “Vukuat Var” romanının dünyası. Öyle ki, Cumhuriyet’in en başından itibaren, CHP’nin (ve “devrimlerin”) Çukurova’daki yılmaz savunucusu, büyük toprak ağası Muzaffer Bey’in bile, gelinen 1950’li yıllardaki hızlı dönüşümlerin etkisiyle, geçmişe olan ‘imanını’ sorgulama gereği duymasına, idealizmi yerine ‘ekonomik akıl’ın galebe çalmasına şahit oluruz."
Yazımı tamamlarken eseri okumanız için önerimi bir kez daha yineliyorum. Çünkü 400 sayfalık roman öyle hızlı ilerliyor ki romanın bittiğine inanamıyorsunuz. Su gibi akıp geçiyor. Nitekim yazar dahi romanı yirmi günde yazdığını söylemiş. Zaten bu hızda yazılan bir kitabın sıkıcı olması beklenemez. 1950'li yılların sosyal ve siyasi yapısının Adana coğrafyasındaki yankılarını bir aşk hikayesi eşliğinde okumak istiyorsanız kesinlikle okumalısınız derim ben. |