Ana Sayfa

Evrensel.Net - Çağdaş Günerbüyük - 7 Mart 2011

 

Her şeye rağmen mi?

 

  • Bazı filmler oluyor, bir derdi, bir söyleyeceği var diye daha dikkatli kulak kabartıyoruz. 72. Koğuş gibi cezaevine, idama, içerideki insanlık hallerine, paranın iktidarına, kadının ezilip susturulmuşluğuna dair bir filmse mesela. Bir de bildiğimiz, sevdiğimiz bir eserden yola çıkınca, anasını babasını tanıdığımız çocuklar gibi merhametle kucağımıza alıyoruz onu. Orhan Kemal ustanın 1940’larda geçen romanının bir kez daha sinemaya uyarlanması gibi.

    2010’lar Türkiye’sindeki gibi bu medya teveccühünü görse, acaba Orhan Kemal ne derdi? 72. Koğuş’ta yazdığı gibi hapiste yatan, romanlarında anlattığı emekçiler, yoksullar gibi bir hayat yaşayan çalışkan edebiyat işçisi, “Orhan Kemal’in ölümsüz eserinden” lafını Hanımın Çiftliği ile 72. Koğuş ile sık sık duyan izleyicinin çoğunluğu için yine de okunacak değil, izlenecek bir isim o. 72. Koğuş’ta son haftalarda oyuncu kadrosu ve kimi dikkat çekici sahneleriyle epey gündemde.

    Uyarlamalar hayata hep yenik başlar, malum. Çünkü sağlam bir edebiyat eserini alıp beyaz perdede göstermek isterler. Ama tam da o yüzden aynı sağlam yapıyı yansıtma sorumluluğu omuzlarındadır. “Olmamış, o eser bunu mu anlatıyordu” demek kolay ve çok kez mümkündür. 72. Koğuş için de denebilir bunlar. Ama her film gibi o da kendi başına değerlendirilmeyi hak ediyor.

    Zaten ilgili okurlar biliyor, Ayfer Tunç imzalı senaryo Orhan Kemal’in romanını temel alsa da çeşitli değişiklikler içeriyor. Bunu eleştirenler de belki çıkmıştır. Ama aslına bakarsanız bu filmin sıkıntılı yanlarından biri değil. Hatta kadınlar koğuşu kısmının geliştirilmiş olması öyküyü zenginleştirmiş ve filme kadın meselesine dair güncel bir anlam katmış. Sonuçta film, yani esasen senaryo, Orhan Kemal’in başkaca meramını öne çıkarmak üzere yola çıkmış. 72. Koğuş romanı gibi konusu insanlığın halleri ve küçük bir alanda kurulan iktidar ilişkilerinin sınıflandığı ortamını aktarıyor.  

    ‘TİYATRO’ KELİMESİNİ OLUMSUZ KULLANMAK İSTEMEM AMA…

    Ama filmin sıkıntısı başka. Çünkü abartılı, teatral, yapay üslubun kurbanı olunca bunu yansıtmayı başardığını söylemek ne yazık ki güç.

    İnanın “Tiyatro” kelimesini olumsuz bir anlamda kullanmayı hiç istemiyorum. Ama neredeyse tamamen tiyatro sahnesi düşünülerek tasarlanmış bir filmin sinema perdesinde yapmacık durmasına nasıl suskun kalayım.

    Film 1940’lar Türkiye’sinin kıtlık günlerinde geçiyor ya bunu girişte bir tavuk kemiğini kapışan insanlarla bize sunuyor. İşte daha burası için lezzetli görünen tavuk kadar pişmiş diyemem, sahne gayet çiğ. Öykünün odak noktalarından biri adem babalar, yani en yoksuldan da yoksulların kaldığı 72. Koğuş ahalisi. Düzgün bir adam olan Ahmet Kaptan’a annesinin yolladığı 150 lira dengeleri altüst ederken bize de hapishanenin keskin biçimde kastlara ayrılmış düzeninin nasıl fena halde paraya dayandığını gösteriyor.

    Ama işte Orhan Kemal’in kaleminde çok sahici olacak bu yoksulluk manzarası filmde sadece abartı ve eğretilik olarak yansıyor. Eşit aralıklarla yan yana dizilip tam bir çember oluşturmuş kuru fasulyenin pişmesini bekleyen adem babalar gibi belki tiyatroda estetik olacak planlar yapay bir tad bırakıyor.

    Öykünün ikinci parçası, kadınlar koğuşu, nispeten daha iyi. Hem Hülya Avşar ve Songül Öden karakterlerini iyi taşıyorlar, hem de Yavuz Bingöl ve Kerem Işık’ın sıktığı seyirciye nefes aldırıyorlar. Birde zengin, pis, tecavüzcü herifi oynayan filmin kötü adamı Civan Canova da keşke o kadar abartılı oynamasaydı demek lazım. İdamlık Meryem ve gardiyanın oyununa gelen Ahmet Kaptan’ı aşkından meczuba çevirdiğinden haberi bile olmayan güzel Fatma bu cephenin kader kurbanı öyküleri.

    Eser sağlam, oyuncular kısmen başarılı olsa da nihayetinde asıl mesele bunlarla ilgili değil. Belki saf diyeceksiniz ama bu yapaylığın esası hepten zedelemediği konusunda iyimser olmaya çalışıyorum. Hani adem babaların parası bitince Ahmet Kaptan’a sırt çevirmelerinin ya da parasıyla herkesi satın alan, alamadığına saldıran Halil Ağa’nın doğru dürüst anlatılamadığı için “mayası kötü” falan gibi ilkel bir şekilde yorumlanmayabileceğine inanmak istiyorum.

    Bağlamı biraz genişletirsek; 72. Koğuş, Sineklerin Tanrısı ya da Deney gibi küçük bir evrende insanın doğasının sınırlarını tartışan bir eser olarak düşünmeye değer. Bu kulvardaki farkını sınıfsal yapının iktidar ilişkilerinde belirleyici olduğu vurgusuyla belli ediyor. İşte bu filmden de keşke daha çok belli olsaydı da finaldeki “Her şeye rağmen” mesajını filme gönül rahatlığıyla uygulayabilseydik. Hani 72. Koğuş’a göre her şeye rağmen umudu kesmemek gerek ya; belki filmin sadece iyiler ve kötüler ayrımından öte izleyiciyi içinde yaşadığımız dünyaya dair düşünmeye teşvik edeceği ve keyifle izleneceği konusunda da öyle. Her şeye rağmen önümüzdeki filme “Yapmacıkıncı Koğuş” adını takmamak daha iyi.

    [email protected]

    72. Koğuş
    Eser: Orhan Kemal
    Senaryo: Ayfer Tunç
    Yönetmen:
    Murat Saraçoğlu
    Oyuncular: Yavuz Bingöl, Kerem Alışık, Hülya Avşar, Songül Öden, Fuat Onan,  Ahmet Mekin, Osman Albayrak, Nursel Köse, Civan Canova

 

   
   

[email protected]