Yazan: Emre Falay
Yazı Kaynağı: Düşle Edebiyat
Orhan Kemal’in (Adana 15.09.1914 – Sofya 02.06.1970) öyküleri,
içinden çıktığı toplumun, inandığı küçük insanın, düzen tarafından
çirkefe bulanmış, geçim derdinde, aç, yoksul, evsiz, işsizlerin,
işçilerin öyküleridir. Ve yine bu öyküler, Orhan Kemal’in hiçbir
zaman yüz çevirmediği, içlerinde bir yerde hep iyi bir yan olduğunu
bildiği, onlar adına hep umut beslediği insanlarının öyküleridir.
Orhan Kemal’in “aydınlık-gerçekçi” yazın anlayışı, içinden çıktığı
insanlarının yaşamını anlatırken, onların bunca çirkefi alt-üst
yetecek güçte olduklarının farkına varmalarının da yolunu arar, yine
kendi yaşamları içinde.
Ekmek Kavgası, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında bu
insanların, bizlerin, biz gibilerin yaşam kavgasını anlatan
öykülerden oluşmaktadır.
Kitaba ismini veren öykü Ekmek Kavgası, bir Alay’ın bulunduğu
yerleşke civarında yaşamaya çalışan evsizlerin, fakirlerin, yaşamak
için Alay’ın çöplüğünden yemek artıklarını toplamak zorunda kalan
insanların ve köpeklerin öyküsüdür. Alay zamanında yalınayak
çocuklarla ihtiyar kocakarıların paslı teneke kutularını ağzına
kadar doldurdukları ve bir şekilde yaşadıkları, artanlardan
solucanların, köpeklerin, kargaların da nasiplendiği bu toprak,
Alay’ın başka bir bölgeye gönderilmesiyle ve yerine bir Oto
bölüğünün gelmesiyle bolluğu yitirir. “Yalınayak çocuklarla
kocakarılar paslı kutularını daha önce doldurabilmek için
çekişiyorlarsa da, köpekler arasında esaslı bir savaş başlamıştır”
Gün gelip de Oto bölüğü de kalkınca, tencerelerden arsaya “pek pek,
birkaç kemik, biraz ekmek içi” dışında bir şey dökülmez olur. Kış da
bastırmak üzeredir. Ve ekmek kavgası başlar: Köpekler daha sinirli
ve hırçındırlar artık. Kimi zaman bir kemik parçası için, bir parça
ekmek için, insanlarla köpekler arasında bile kavgalar olur. İnsanı
insanca yaşamaktan alıkoyan, insanın varoluşuna, insanlık onuruna
aykırı bir düzendir bu. Aç ve yorgun kocakarılar ise Alay’ın olduğu
eski günleri anarak, “Eeeeh, o günler de günmüş. Allah bundan ger
komasın, zira beterin beteri var!” deyip avunurlar ve dünyanın
ikinci paylaşım savaşını konuşurlar: “Bu askercikleri de ne demeye
alıp götürdüler sanki buradan!” “Harp varmış harp! Moskof gene kafa
kaldırmış diyorlar!” “Allah sen gösterme Yarabbi!” “Bundan geri
koyma Yarabbi!”
Daha nicelerinin öyküsünü anlatır Orhan Kemal Ekmek Kavgası’nda.
Koyun çalmaya gelen bir hırsızı öldürüp gömmekten onsekiz yıla hüküm
giyen, tahtakuruları içinde bir yatakta yatan, mapusta her işe
koşulan, ancak hiçbir zaman kimseye yaranamayan Trakyalırevir
meydancısı Yusuf’un; sık sık hastalandığı ve rapor alıp işe
gelmediği için iplikhane masuracılığı yaptığı fabrikadan çıkarılan,
bundan sonra mahalle bekçisi olup da çıkarıldığı fabrikanın civarına
bekçiliğe başlayan, bekçi olunca sınıf atladığını sanan ve işçileri
küçümseyen, “amele milleti değil mi, bırak,” “onu bunu bilmem,
amelelik namuslu insan harcı değil!…” diyen Ali’nin…
Söz gelimi “Ekmek, Sabun ve Aşk”ta hapishanede tanıştığı gardiyan
Galip’in ve Galip’in yaşadığı aşkın öyküsünü anlatır Orhan Kemal.
Orhan kemal’den kimi kitaplar isteyen Galip, sıradan insanın aşkını
değil ilahi aşkı düşlemektedir belki de. Aşk üzerine düşürülmüş
vecizeler bulunan kitaplar ister Orhan Kemal’den, böyle aşk
vecizeleri de yazmaya çalışır kadınlar koğuşundan sevdiği kadına.
Galip’in mektubuna sevdiği kadının verdiği cevap ise, küçük dünyası
içinde kıstırılmış insanın düşsüzlüğü kadar, aşkın da yaşamın da
mutluluğun da aslında çok küçük şeyler de bulunduğunu anlatır bize:
“Sevgilim,
Baharın bu nazik günlerinde gönderdiğiniz muhabbetnameyi aldım,
derecesiz sevindim. Lâkin sen çok siyasi konuşuyorsun. Ben bu türlü
laflardan anlamam. Kalp kalbe karşıdır. Sen beni seviyorsan, ben de
seni seviyorum demektir, senin bana meylin düştüyse, benim de sana
düştüğü tabiidir…
(…)
Dışarıdan bakan hiç kimsem yok. Laf aramızda, çamaşırlarım bitlendi.
Bu yüzden kimse beni yanına sokmuyor, beni burunluyorlar. Hem de
karnım hiç doymuyor. Bir tayını ben bir solukta yeyiveriyorum, bitip
gidiyor. Şurda kırk gün bir cezam kaldı. Dışarıda ödeşiriz. Beni
ciddi olarak sevdiğini anlayayım ki, bana bir kalın sabunla iki
somun gönder!”
Başka kimler mi var Ekmek Kavgası’ndaki öykülerde! İplikhanede
çalışan ve kendini asan gencecik Zehra; avukat babası vefat eden,
annesi de bu acıya dayanamayıp ölen, o zamanların bolluk günleri bir
anda yok olan, ancak elinden hiçbir iş de gelmeyen, işsiz, yarı aç
adam; inşaatta çalışan kocası eve ekmek getirmeyen, bakkala borcunu
ödemeyen, ancak genelevden de çıkmayan, kendisi ise bir dilim ekmeğe
muhtaç, çocuğu aç olduğu için bedenini ekmek parasına inşaatın
bekçisine satan Seyran; onaltı yaşındayken bir oğlanla kaçıp da
oğlan onu bırakıp gidince etini satmak zorunda kalan, dayak yiyen,
etini satmakla kazanamadığı için işi esrar satıcılığına döken, ama
bütün erkeksi tavırlarına, bitirimliğine, kabalığına rağmen hep
kendisini koruyup kollayacak bir erkeğe hasret kadın; fabrikada
zorla onsekiz saat çalıştırılan işçilerin hakkını aradığı için
ustabaşıyla takışan Celal Usta ve Celal Usta bu durumu İş Dairesi’ne
ihbar edeceğini söyleyince Celal Usta’ya bir zarf içinde yirmbeş
lira ile rüşvet vermeye çalışan fabrika sahibi; adam işsiz kalınca
sefalete düşen, ceplerinde yetmişsekiz kuruşla yola çıkan bir aile
ve kozasına acıyıp çalışmaya karar veren kadın; işsiz ve parasız
olduğu için sahip olduğu kitapları voliyi vurmuş bir arkadaşına
satmaya niyetlenen, ancak bunu gururuna yediremediği için eve yine
ekmeksiz dönen adam ile onun çalışmaya karar veren karısı; aldığı
maaş kendisi, karısı ve üç çocuğunu geçindirmeyen, bu yüzden üstüne
başına yeni bir şey alamayan, yaz sıcağında sırtındaki kirli
pardösüyü, pardösünün altında sadece eti ve zayıf bedeni olduğu için
çıkaramayan muhasebe memuru; aldıkları piyango biletine vuracak
ikramiyeyi düşünüp hayal kuran karı koca… Ve diğerleri…
Orhan Kemal’in öyküleri, olayları, insanları içimizde… İnsana
yaraşır bir dünyanın düşünü ve umudunu ise Orhan Kemal’in
öykülerinde bulacaksınız…
Kitabın arka kapağından:
Hikâyeler belirli bir zamanda yaşayan belirli insanların ruhlarını
da inceliyor. İnsan ruhunun, içinde bulunduğu madde çevresine göre
nasıl kalıptan kalıba girebileceğini sezdiriyor. Bir usta başının,
bir Celal ustanın, bir çocuk Sami’nin duyuş, davranış farklarını tam
bir gerçeklik içinde görüyor, artık Orhan Kemal’in bizi
kandırmadığına inanıyoruz. Böylelikle hikâyeci, büyük doğa
manzaralarının etkisinden daha da gerçek bir etki bırakıyor
üstümüzde.”
Ekmek Kavgası, Orhan Kemal, Tekin Yayınevi, 143 s.
Haziran 2005
|