Hanımın Çiftliği diye başlık atarken biraz düşünmedim değil. Ne
zamandan beri kitap yorumlarının yanına dizi yorumları yapılıyor
gibi bir soru gelirse diye çekindim. Çünkü zaman öyle bir zaman,
zaman insanların kitapçı raflarında gördükleri Aşk-ı Memnu romanına
“aaa Ask-ı Memnu’nun kitabı çıkmış” diye şaşıran insanların
zamanı...
Dizi dizi diziler sarmış dört bir yanımızı... Hiç izlemiyorum
diyenimiz bile en az dört beş tanesini şöyle göz ucuyla, olmadı
kulak misafiri olarak takip ediyor... Severek, üzülerek, kızarak,
kınayarak, bazen gülerek, bazen ağlayarak...
Ama konumuz diziler değil... Konumuz romanlardan dizilere senaryo
çıkartma furyasına katılan Orhan Kemal’in ilk olarak 1961 yılında
yayımlanan romanı Hanımın Çiftliği. Üstelik ilk de değil romanın
dizileştirilmesi 1990 Zülküf Yücel’in senaryosu üzerinden Ünal
Küpeli’nin yönetmenliğiyle çekilmiş.
Dizilere değindikçe dağılacak konu... Uzayıp gidecek bu yazı da. En
doğrusu bu konuyu yorumlara bırakıp o bir çırpıda okuduğum kitaba
dair birşeyler yazayım. Bir Adanalı dostun tavsiyesi ile kitabı
edindiğimde şuan yayınlanan dizi henüz çekilmemişti, ilk çekilenden
de benim haberim yoktu.
Okuduğum romanlarda, o romanı diğerlerinden biraz daha fazla sevmeme
sebeptir olayları kafamda canlandırabilmem. Kişiler yabancı
değildir, mekanlar bizim coğrafyadan, ilişkiler üzerinden on yıllar
geçmesine rağmen halen bildik, tanıdık... Aynı ülkede yaşanmıyormuş
hissi veren, aralarında uçurumlar olan hayatlar, zengin yaşantılara
özenen insanlar.
Hanımın Çiftliği ağalığı anlatır, sınıfsal çelişkileri anlatır,
paranın insan hayatında neler yapabildiğini ve el değiştiren
zenginliğin ne tür çelişkiler yarattığını anlatır... Hanımın
Çiftliği aşk var mı yok mu sorusuna cevap vermez belki ama aşkın ne
hale dönüşebildiğini anlatır...
Romanın adını internette aradığınızda karşınıza çokca yazı
çıkacaktır. En çok okunanları diziye dair, fakat Orhan Kemal’in
yazdığı romanlar üstüne de yazılanlar yok değil. Bunlardan biri de
sevgili Cansu Fırıncı’nın kaleme aldığı Aşk, Bir Daha mı? isimli
yazı. Cansu Fırıncı Orhan Kemal’e ve onun romanlarına dair şunları
söylemiş: “Orhan Kemal eserlerinde çoğunlukla bir genç kızı anlatır
bize. Anlatır da şaşırırız. Çünkü bugün gördüğümüz, bildiğimiz
kızlardan biraz değil, bayağı farklıdır anlatılan. Şaşırırız, yine
de inanırız böyle bir kızın olabileceğine. Çünkü insanüstü bir şey
değildir anlatılan; zaaflarıyla, hırslarıyla, özlemleri ve
arzularıyla, kısacası çelişkileriyle vardır. Ve elbet değişimi ve
dönüşümüyle.
Zengin ailelerin çocukları gibi o da “tüketmek” ister. Güzel bir
çanta, çeşit çeşit iç çamaşırı, boyalar, araba, ev… Sonra
“tükenenleri” görür. Hayatın merkezine paranın konduğu bir düzende
anne babanın çocuklarına yabancılaşmasını. Onu bir meta gibi görmeye
başlamalarını. Tüm çöplüklerin terkedilmiş vicdanlarla dolduğunu,
çöpçüleri…
Ezilen, boyun eğen, bir kızken isyan eden ve kazanan bir kız
oluverir Orhan Kemal’in tipleri. Hatta sonunda sendikal mücadele
veren bir öncü işçiye bile âşık olabilir...”
(www.cansufirinci.wordpress.com)
Kitabın içinden bir bölüm
Seçimler yaklaştıkça partilerin faaliyetleri artıyor, milletin
sinirleri gerildikçe geriliyor, durumun dokuzyüz otuza benzemeyeceği
kanaati yavaş yavaş yayılıyordu. O kadar ki, eski partinin, yoğurdu
bile üfleyerek yiyen „basiretli“ kodamanlarından bazıları, günlük
çıkarın karşı partide olduğu inancına vararak, partilerinden
ayrılıp, kazanma şansı her gün bir parça daha artan yeni partiye
yaklaşmak yolu bulmuşlardı.
- İçinde birisi: Namusunu temizle, gülünç vaziyetten kurtul demiyor
mu Ramazan?
- ……
- Boşu boşuna kuşak sarılmaz, külot pantolon giyilmez, bıçak tabanca
taşınmaz! İnsan bıçağı tabancayı işe yaradığı anda kullanmak için
taşır. Bıçak, tabanca süs değildir!
- ………….
Belinden iri bir tabanca çıkartıp uzattı:
- Al sana tabanca! Erkeksin, ayağına çizme giyiyor, beline kuşak
sarıyorsun. Çizmenin, kuşağın hakkını ver. Karını elinden aldılar,
bunun ötesi yok Ramazan!
Elinde tabanca tiril tiril titriyordu.
- Al şunu! diye dayattı.
Zaloğlu elinin tersiyle itti
- Var tabancam sana lazım olur…
- Bana da lazım olabilir ama sana daha önce lazım. Benim tabancam
da, topum da, mitralyözüm de seçimler! Seçimleri kazandık mı, ondan
sonra seyreyle sen gümbürtüyü!
Elinde tabanca, gözlerini uzaklara, taa uzaklara dikti. Mor dağlar
hafif bir tül gerisinde gibiydi. Güneş etrafı kavramış, yakıyor,
toprak tutuyordu.
Zaloğlu:
- Seçimleri kazandınız belle... Nolacak? Dedi
Habip gözlerini uzaklardan çekti, Zaloğlu’nun yüzüne öfkeyle baktı:
- Ne mi olacak? Tekmil haksızlıkların hesabı o gün sorulacak.
---------------------------
- Peki peki... dedi, anladık! Altında araba. Gak dedi mi et, guk
dedi mi su. Kocanla seni de alacak yanına, anladık. (Dişsiz ağzıyla,
yirmisinde ihtiyarlamış bir kızı işaret ederek) Bütün bunlardan buna
ne?
Herkes gösterilene baktı.
Muhsin usta, gösterilene bakanları işaret etti bu sefer:
Bunlara ne? Bana ne? Bizlere ne?
Saadete hasret insanlar gözlerini ustaya diktiler. Doğru, doğru
sözlerdi. Kendilerine neydi Güllü’yle beraber Reşit ve karısının
saadetinden?
Muhsin usta çok daha ağır şeyler söylememek için odasına çekildi,
kapıyı örttü.
Eda Yenil
|