Ana Sayfa

stichtingopinie.nl - Eda Yenil - 21 Ocak 2010

 

Hanımın Çiftliği / Orhan Kemal

 



Hanımın Çiftliği diye başlık atarken biraz düşünmedim değil. Ne zamandan beri kitap yorumlarının yanına dizi yorumları yapılıyor gibi bir soru gelirse diye çekindim. Çünkü zaman öyle bir zaman, zaman insanların kitapçı raflarında gördükleri Aşk-ı Memnu romanına “aaa Ask-ı Memnu’nun kitabı çıkmış” diye şaşıran insanların zamanı...

Dizi dizi diziler sarmış dört bir yanımızı... Hiç izlemiyorum diyenimiz bile en az dört beş tanesini şöyle göz ucuyla, olmadı kulak misafiri olarak takip ediyor... Severek, üzülerek, kızarak, kınayarak, bazen gülerek, bazen ağlayarak...


Ama konumuz diziler değil... Konumuz romanlardan dizilere senaryo çıkartma furyasına katılan Orhan Kemal’in ilk olarak 1961 yılında yayımlanan romanı Hanımın Çiftliği. Üstelik ilk de değil romanın dizileştirilmesi 1990 Zülküf Yücel’in senaryosu üzerinden Ünal Küpeli’nin yönetmenliğiyle çekilmiş.

Dizilere değindikçe dağılacak konu... Uzayıp gidecek bu yazı da. En doğrusu bu konuyu yorumlara bırakıp o bir çırpıda okuduğum kitaba dair birşeyler yazayım. Bir Adanalı dostun tavsiyesi ile kitabı edindiğimde şuan yayınlanan dizi henüz çekilmemişti, ilk çekilenden de benim haberim yoktu.

Okuduğum romanlarda, o romanı diğerlerinden biraz daha fazla sevmeme sebeptir olayları kafamda canlandırabilmem. Kişiler yabancı değildir, mekanlar bizim coğrafyadan, ilişkiler üzerinden on yıllar geçmesine rağmen halen bildik, tanıdık... Aynı ülkede yaşanmıyormuş hissi veren, aralarında uçurumlar olan hayatlar, zengin yaşantılara özenen insanlar.

Hanımın Çiftliği ağalığı anlatır, sınıfsal çelişkileri anlatır, paranın insan hayatında neler yapabildiğini ve el değiştiren zenginliğin ne tür çelişkiler yarattığını anlatır... Hanımın Çiftliği aşk var mı yok mu sorusuna cevap vermez belki ama aşkın ne hale dönüşebildiğini anlatır...

Romanın adını internette aradığınızda karşınıza çokca yazı çıkacaktır. En çok okunanları diziye dair, fakat Orhan Kemal’in yazdığı romanlar üstüne de yazılanlar yok değil. Bunlardan biri de sevgili Cansu Fırıncı’nın kaleme aldığı Aşk, Bir Daha mı? isimli yazı. Cansu Fırıncı Orhan Kemal’e ve onun romanlarına dair şunları söylemiş: “Orhan Kemal eserlerinde çoğunlukla bir genç kızı anlatır bize. Anlatır da şaşırırız. Çünkü bugün gördüğümüz, bildiğimiz kızlardan biraz değil, bayağı farklıdır anlatılan. Şaşırırız, yine de inanırız böyle bir kızın olabileceğine. Çünkü insanüstü bir şey değildir anlatılan; zaaflarıyla, hırslarıyla, özlemleri ve arzularıyla, kısacası çelişkileriyle vardır. Ve elbet değişimi ve dönüşümüyle.

Zengin ailelerin çocukları gibi o da “tüketmek” ister. Güzel bir çanta, çeşit çeşit iç çamaşırı, boyalar, araba, ev… Sonra “tükenenleri” görür. Hayatın merkezine paranın konduğu bir düzende anne babanın çocuklarına yabancılaşmasını. Onu bir meta gibi görmeye başlamalarını. Tüm çöplüklerin terkedilmiş vicdanlarla dolduğunu, çöpçüleri…

Ezilen, boyun eğen, bir kızken isyan eden ve kazanan bir kız oluverir Orhan Kemal’in tipleri. Hatta sonunda sendikal mücadele veren bir öncü işçiye bile âşık olabilir...” (www.cansufirinci.wordpress.com)

Kitabın içinden bir bölüm
Seçimler yaklaştıkça partilerin faaliyetleri artıyor, milletin sinirleri gerildikçe geriliyor, durumun dokuzyüz otuza benzemeyeceği kanaati yavaş yavaş yayılıyordu. O kadar ki, eski partinin, yoğurdu bile üfleyerek yiyen „basiretli“ kodamanlarından bazıları, günlük çıkarın karşı partide olduğu inancına vararak, partilerinden ayrılıp, kazanma şansı her gün bir parça daha artan yeni partiye yaklaşmak yolu bulmuşlardı.
- İçinde birisi: Namusunu temizle, gülünç vaziyetten kurtul demiyor mu Ramazan?
- ……
- Boşu boşuna kuşak sarılmaz, külot pantolon giyilmez, bıçak tabanca taşınmaz! İnsan bıçağı tabancayı işe yaradığı anda kullanmak için taşır. Bıçak, tabanca süs değildir!
- ………….
Belinden iri bir tabanca çıkartıp uzattı:
- Al sana tabanca! Erkeksin, ayağına çizme giyiyor, beline kuşak sarıyorsun. Çizmenin, kuşağın hakkını ver. Karını elinden aldılar, bunun ötesi yok Ramazan!
Elinde tabanca tiril tiril titriyordu.
- Al şunu! diye dayattı.
Zaloğlu elinin tersiyle itti
- Var tabancam sana lazım olur…
- Bana da lazım olabilir ama sana daha önce lazım. Benim tabancam da, topum da, mitralyözüm de seçimler! Seçimleri kazandık mı, ondan sonra seyreyle sen gümbürtüyü!
Elinde tabanca, gözlerini uzaklara, taa uzaklara dikti. Mor dağlar hafif bir tül gerisinde gibiydi. Güneş etrafı kavramış, yakıyor, toprak tutuyordu.
Zaloğlu:
- Seçimleri kazandınız belle... Nolacak? Dedi
Habip gözlerini uzaklardan çekti, Zaloğlu’nun yüzüne öfkeyle baktı:
- Ne mi olacak? Tekmil haksızlıkların hesabı o gün sorulacak.


---------------------------

- Peki peki... dedi, anladık! Altında araba. Gak dedi mi et, guk dedi mi su. Kocanla seni de alacak yanına, anladık. (Dişsiz ağzıyla, yirmisinde ihtiyarlamış bir kızı işaret ederek) Bütün bunlardan buna ne?
Herkes gösterilene baktı.
Muhsin usta, gösterilene bakanları işaret etti bu sefer:
Bunlara ne? Bana ne? Bizlere ne?
Saadete hasret insanlar gözlerini ustaya diktiler. Doğru, doğru sözlerdi. Kendilerine neydi Güllü’yle beraber Reşit ve karısının saadetinden?
Muhsin usta çok daha ağır şeyler söylememek için odasına çekildi, kapıyı örttü.


Eda Yenil

   
   

[email protected]