ERTUĞRUL EFEOĞLU
Türk yazınının büyük adlarından Orhan Kemal
doksan beş yıl önce 15 Eylül 1914’te Ceyhan’da (Adana) doğdu. Orhan
Kemal’i doksan beşinci doğum yıldönümünde en sevdiği romanlarından
biriyle anmak istiyoruz. Bu roman
Devlet Kuşu’dur
(1958). Orhan Kemal bu romanı tiyatro oyunu olarak da yazmıştır:
İspinozlar
(1965). Roman,
Avare Mustafa
adıyla sinema filmi olarak da çekilmiştir (1961).
Orhan Kemal’in Fikret Otyam’a bu romandan söz
eden ilk mektubu 7.10.1956 günlüdür [Fikret Otyam,
Arkadaşım Orhan Kemal,
Günizi Yayıncılık, 2005, ss.76–78 (Bu kitap bundan sonra F. Otyam
olarak anılacaktır]. Orhan Kemal, romanı yazmaya başlamamıştır daha,
ama adını koymuştur bile: “Devletkuşu” [Bu sözcük Orhan Kemal’in
mektubunda bileşik sözcük biçiminde yer alıyor]. Orhan Kemal romanın
konusunu da bu mektubunda özetlemektedir. Mektupta, kendisine gülünç
bir evlilik kurmacasından söz edildiğini anlatan Orhan Kemal
gerçekten tasarlanmış olan bu kurmaca evlilik oyununu geliştirerek
romanında işleyeceğini söylemektedir. Söz konusu kurmaca evlilik ile
Orhan Kemal’in yazmayı tasarlayarak özetini verdiği romanın konuları
arasında hiçbir benzerlik yoktur gerçekte. Orhan Kemal’in özeti ile
romanın konusu arasında da kimi benzemezlikler var. Yazar 26.8.1960
günlü mektubunda gene bu romandan söz ederek konunun oldukça değişik
bir yönde ilerlediğini belirtmekte ve romanın türü üzerine bilgi
vermektedir: “Ama sonra sonra bambaşka bir hüviyete vardı konu. (…)
Ama sudan bir komedi değil. Dram komedi de denebilir” (F. Otyam,
s.84). Böylece Orhan Kemal, bu romanın ilerde tiyatro oyunu ve
sinema filmi de olabilecek bir konusunun olduğunu daha baştan
sezdiğini belli etmektedir. Ancak, aşağıda değineceğimiz gibi, söz
konusu ettiği oyun türünde [dram-komedi] biraz yanılmaktadır.
Devlet Kuşu
Ankara’da yayımlanan Ulus gazetesinde “tefrika” edilmiş,
kitaplaştırma hakkı da Varlık yayınlarınca satın alınmıştır. Bunu,
yazarın Otyam’a yazdığı 7.9.1957 günlü mektuptan öğreniyoruz. Yazar,
11.2.1958 günlü mektubunda Otyam’a “Devletkuşu’nun (…) altı yedi
forması dizildi. Çok seviyorum onu” diyor (F. Otyam, s.123). Orhan
Kemal 27.5.1957 [1958 olmalı, EE] günlü mektuptaysa bir düş
kırıklığı içinde olduğunu sezdirmekte, umduğu ilgiyi görememekten
yakınmaktadır: “Devletkuşu’nun
çıkışı nedense gene pek kaynatıldı. Sen bari orda [Ankara’da, EE]
bir şeyler yap be Fikret. (Reklâm, duyuru bakımından.) (…) En
sevdiğim romanlarımdan biridir” (F. Otyam, s.124). 6.3.1962 günlü
mektuptan: “Devletkuşu
[İspinozlar] piyesinden hiçbir ses çıkmadı. (…) Halbuki çok
seviyorum onu” (F. Otyam, s.208).
Kanımızca Orhan Kemal’in
Devlet Kuşu’nu
böyle sevmesine yol açan, somut gerçeklik ile yazınsal gerçeklik
arasında kurmayı başardığı dengedir. Aşağıda söz konusu edeceğimiz
gibi, kendisini bu bakımdan eleştirenlere biz katılmıyoruz.
GERÇEK İLE YAZIN
Orhan Kemal’in betimlediği somut -ve canlı-
gündelik yaşam sahneleri, yakın arkadaşı Muzaffer Buyrukçu ile onun
aile ortamında yaşananlardan alınmadır.
Devlet Kuşu’ndaki
anlatı kişilerinin çoğu, gerçekte Muzaffer Buyrukçu’nun kendisi,
Arnavut kökenli anası babası, kız kardeşleri (Ayten ile Nurten),
küçük kardeşidir (Erol). Roman kişilerinden Çingene, Taşkasaplı,
Sülo da Buyrukçunun eski arkadaşlarıdır. Arnavut ağzıyla yapılan
konuşmalar, evdekilerin olağan itiş kakışı, vb. Buyrukçu’nun baba
evinde yaşadıklarıdır (F. Otyam, s.230–237. Otyam bu sayfalardaki
yazıları Nurer Uğurlu’nun Dost dergisinde çıkan yazısından
alıntılamış.).
Devlet Kuşu’nun
konusu kısaca şöyledir: Dönemin gözde sinema oyuncusu Grigori Pek’e
çok benzeyen, yakışıklı Avare Mustafa, İstanbul Kumkapı’da yaşayan
Arnavut göçmeni bir ailenin oğludur. İki kız kardeşi ve iki erkek
kardeşi vardır. Avare Mustafa askerliğini bitirmiştir, ama işsiz
güçsüzdür. Günlerini arkadaşlarıyla birlikte Sur Dışındaki bir
kahvede geçirmekte, başıbozuk bir yaşam sürmekte, arada sırada içki
içmektedir. Ailesi de, komşuları da yoksuldur. Herkesin umudu, düşü,
başlarına birdenbire konuverecek bir devlet kuşundadır. Böyle bir
kuş Mustafa’nın ailesinin başına sonunda konar. Bu kuş, yakındaki
bir arsaya dikilen yeni bir yapıdadır. Yapı, eskiden kaymakamlık
yapmış, ama daha sonra karaborsa vurgunlarıyla varsıllaşmış olan
Zülfikar Beyindir. Zülfikar Beyin Hülya adlı yirmi beş yaşında
“çirkin” bir kızı vardır. Hülya, Mustafa’ya vurulmuştur, onunla
evlenmeyi düşlemektedir. Mustafa’nın anası babası ve yakın
arkadaşları da böyle bir evliliğe çoktan yatkındır. Oysa Mustafa ile
on dokuz yaşındaki komşu kızı “güzel” Aynur arasında yarı gizli bir
karşılıklı sevi vardır. Mustafa yakın çevresinin baskısıyla
Hülya’yla evlenmeye boyun eğer [Mustafa: “Benim oda gelin odasına
dönmüş!” (s.157)]. Ama kayınbabası Mustafa’ya hiç de candan
yaklaşmamaktadır, çünkü onu ilerde kendi varsıllığının, malının
mülkünün üstüne oturacak bir “kopuk” olarak görmektedir. Bu
bakımdan, kayınbabasının evinde sürdüğü paralı yaşam, özgürce
yaşamaya alışmış olan Mustafa’ya göre, bir tutsak yaşamıdır. Üstelik
karısı Hülya da dört aylık yüklüdür. Mustafa bir gün sevdiği kızla,
Aynur’la karşılaşır, bütün gün onunla gezer, birlikte olurlar;
evleneceklerdir. Gece yarısı olmuştur. Kayınbabası bütün öfkesiyle
onu beklemektedir. Mustafa ise içkilidir, doludur. Eve dönünce
kıyamet kopar. Mustafa evi hemen terk eder. Hülya merdivenlerden
düşer, hastanede ölür.
Devlet Kuşu’nun
konusu evrensel sayılabilecek bir konudur. Bununla birlikte bu roman
bize daha çok Halid Ziya Uşaklıgil’in
Ferdi ve Şürekâsı
(1894) adlı romanını anımsattı. Orada da bir üçlü [İsmail Tayfur,
Hacer, Saniha] arasında düğümlenen sevi sorunu vardır. İsmail
Tayfur, varsıl işvereninin kızı ‘güzel’ Hacer’le istemeyerek
evlenmiştir, yüreği hep yoksul Saniha’dadır. Uşaklıgil, romanın
sonunda evi yakıp on sekizlik gelini öldürerek sorunu çözmek
istemiştir. Ama bu sırada damat da usunu yitirmiştir. Başka bir
deyişle, Uşaklıgil, Orhan Kemal’in yaptığını yapmamış, yani romanı,
- okuru, gelinin ölümüne sevindirerek- “mutlu son” denilebilecek bir
sonla bitirmemiştir.
Devlet Kuşu’nda,
varsıl ile yoksul arasındaki evlilik, -üçlü bir sevi ilişkisi söz
konusu olmadığı zaman- mutlu biçimde sürdürülebilir. Örneğin yoksul
Nevin varlıklı Süavi’yle evlenir ve ‘hanımefendi’ olur, varsıl
Hicran kendisinin ‘kafa dengi’ bulduğu yoksul bir işçiyle evlenir
(s.81). Bu, Yeşilçam’da sık yinelenen konulardan biridir. Orhan
Kemal’in Yeşilçam’a senaryolar da yazdığını düşünürsek,
Devlet Kuşu’ndaki
konunun Orhan Kemal’e hiç de uzak olmadığını kestirebiliriz.
ROMANIN ÖZELLİKLERİ
Şimdi de romanın konusundaki ve yapısındaki birkaç ayrıntıya
eğilelim:
Döngülü İzlek:
Roman, anlatı başkişisinin [Avare Murat] attığı gece yarısı
narasıyla açılmakta ve gene onun bir gece yarısı narasıyla sonun
başlangıcına gelinmektedir (s.231).
İlk nara, başkişinin içinde bulunduğu koşullara
[işsizlik, parasızlık, yoksulluk, içinde yaşadıkları derme çatma ev]
bir başkaldırısı niteliğindedir. Başkişi bu koşulları
değiştirebileceğini pek de ummamaktadır. Ama bir “devlet kuşu”
ailenin başına konar ve başkişiye umabileceğinden [Onun umduğu:
küçük bir köfteci dükkânı ya da işkembe salonu açmak, o da olmazsa
seyyar köftecilik yapmak.] çok daha görkemlisini getirir [büroda
rahat iş, para, çeşit çeşit giysiler, bol yiyecek, apartman yaşamı].
Gece yarısı atılan son nara ise, kavuştuğu işte bu ikinci yaşama
başkaldırıdır. Başkaldırının gerisinde, ilk yaşam biçimine dönme
özlemi yatmaktadır.
Racine İzleği:
Anlatının başkişisi kavuştuğu rahat yaşamı bırakıp önceki yoksul
yaşamına dönmek ister. Çünkü güzel Aynur’a duyduğu tutkulu sevi, iyi
düşünüp ‘akıllıca’ davranmasına engel olur. Klasik dönemin (17.
yüzyılın özellikle ikinci yarısı) ünlü Fransız tragedya ozanı Racine
(1639–1699) işte bu izlek üzerine ürün vermiş bir yazardır. Bu
izleğe göre, tutku, düşünceye egemendir. Başka bir deyişle: Yüreğin
sesi, usun buyruğunu dinlemez… Yukarıda Orhan Kemal’in oyunun [İspinozlar]
türü konusunda yanıldığını söylemiştik. Yanılmanın bir nedeni budur.
Ama ikinci bir neden daha vardır:
Roman Kişisinin Ölümü:
İkinci neden ise anlatı kişisinin sonuyla ilgilidir. Anlatının öbür
kişisi [‘çirkin’ Hülya] romanın sonunda Orhan Kemalce öldürülür.
[Orhan Kemal’e ilk kez burada içerliyoruz. Yazar, Hülya’nın Avare
Mustafa’yı öpmesini bile bir tür haksızlık olarak görür gibidir:
“Kansız ince dudaklar Avare’nin dudaklarına sülük gibi yapışmıştı”
(s.158)]. Damadın özgürleştirilmesi ve onun ardından gelen mutluluk,
olumlu nitelikleri olan bir roman kişisinin “haksız” biçimde
ölümüyle / öldürülmesiyle elde edilmiştir; buna “güldürü” denmesi
uygun değildir, bu terime “dram” sözcüğü eklense bile… Kanımızca
romanın tek “güldürü” öğesi vardır: Arnavut ağzıyla yapılan
konuşmalar. (Dil konusuna aşağıda değineceğiz.)
Anlatı Kişileri:
Romanın başkişisi,
Mustafa,
çok yakışıklı, askerliğini yeni bitirmiş bir aylaktır. Sanata
eğilimli bir kişi olduğu anlaşılmaktadır; bağlama çalar, yaşamın
şiirsel görüntülerini algılama yeteneği vardır: «[Avare Mustafa:]
Güneşin doğuşuna hayranlıkla baktı, baktı: ‘Şiir’ dedi, ‘şiir anam
avradım olsun!’» (s.16). Avare Mustafa, kurtuluşu bireysel çabada
arar, ama onun kurduğu kurtuluş düşleri, ‘küçük’ düşlerdir
[köftecilik vb]. Ama ‘küçük işler’ bu anlatı kişisine yazarın (Orhan
Kemal’in) atalarından kalmış gibidir.
Baba Evi'nde,
Lübnan'a kaçmış olan baba, Beyrut’ta küçük bir lokanta açar (Baba
Evi,
s.132).
Avare Yıllar'da
anlatıcının düşü de bir lokanta açmaktır (Avare
Yıllar,
s. 132)… Başkişi, yakışıklılığına karşın, çapkın değildir; Aynur
dışında hiçbir kıza bakmaz. Onunla arasındaki sevi ilişkisinde bile
yürekli değildir…
Hülya,
varsıl bir ailenin yirmi beş yaşındaki (Mustafa’dan büyük, s.149)
çirkin genç kızıdır. Bir yazın ve sanat tutkunudur. Okuduğu Emile
Zola romanlarının da etkisiyle yoksul insanlara karşı acıma
duygularıyla doludur, onları sever, onlara yakınlık gösterir:
«[Aynur’un] kapı yanında hizmetçi gibi dikilişini hoş bulmayarak:
‘Gel kardeşim,’ dedi. ‘Yanıma gel. Dikilme!’» Herkesi sever.
Duyarlıdır, incedir. Eli açıktır. Doğanın şiirini algılar ve onları
şiirsel imgeler olarak belleğine yerleştirir. Örneğin, babasının
apartman yaptıracağı arsaya ilişkin ona sorduğu ilk soru, güneş
üzerinedir: «[Hülya:]'Güneş? Güneş babacığım?’ / [Baba:]
‘Zannedersem güneş denizden doğuyor. Hani Bursa’da yaz sabahları
yusyuvarlak doğuşunu seyrederdik ya…’ / [Hülya:] ‘Evet. İçi kan dolu
küre derdim…’» (s.72). Onun imgelemi okuduğu romanlarla, izlediği
İtalyan filmleriyle de oldukça seçkinleşmiştir: “[Hülya düşlere
dalmış] Güneş nereden doğup nereden batıyordu? Komşular nasıldı?
Semt fakir olduğuna göre, Istrati çevirilerinden kafasında kalan
neşeli bir Istavro, bilgin bir Mihail, ağırbaşlı bir Kodin var
mıydı? Yahut İtalyan filmlerinde sık sık görüp her seferinde âşık
olduğu iyi kalpli, efendi kopuklardan ne haberdi?” (s.72). Romanın
başkişisinin iş konusundaki ‘küçük’ düşlerine karşın, o büyük
düşünür: «[Mustafa:] ‘Hiçbir zaman aşırı zenginlik düşünmedim.
Mesela, küçük, küçücük bir köfteci dükkânım olmalı…’ / [Hülya:]
‘Bırakın böyle küçük işleri. Büyük, çok büyük işler düşünün!’» (s.
149).
Aynur,
on dokuz yaşında güzel komşu kızıdır. Dul annesiyle birlikte
yaşamakta, Kapalıçarşı için dikiş makinesinde işler yaparak para
kazanmaktadır. Romanın başkişisini sever. Başkişinin sevideki
ürkekliğine, korkaklığına karşın, o yüreklidir, gözü karadır. Sevi
söz konusu olunca her şeyi göze alabilecek yaradılıştadır. Aynur,
annesine şöyle bağırır: “Beni Mustafa’dan değil kulu, Allah bile
ayıramaz” (s.223). Bu, Orhan Kemal’in
Bir Filiz Vardı
adlı romanında da göze çarpan bir durumdur. O romanda Filiz on altı
yaşındadır, ama sevince, gözü pektir: "Kadın daha cesurdur belki" (Bir
Filiz Vardı,
s.21).
Devlet Kuşu’nun
Aynur’u: “Öyle cesurdu(r) ki” (s.221), Mustafa’nın korkaklığını
görünce “Niye yutkundun?” (s.245) diye onunla alay eder. Mustafa’nın
acıklı durumuna başkaldırması için onu dürtükleyen de gerçekte o
olmuştur. Mustafa’ya şöyle der: ”Esir misin sen be?” (s.209); daha
da ileri gider, onu kışkırtır: “Senin gibi zavallı bir esirle
oturmak istemiyorum” (s.219).
DEĞERLENDİRMELER
Devlet Kuşu
yayımlandığında, Orhan Kemal’i düş kırıklığına uğratan eleştiri
yazıları da yayımlanmıştır. Bunların içinde Orhan Kemal’i en çok
inciteni, beğendiği bir eleştirmen olan Fethi Naci’nin (1927–2008)
yazdıklarıdır. Fethi Naci 1.12.1958’de Pazar Postası’nda çıkan
yazısında
Devlet Kuşu’nu
gerçeklikten uzak, yapay, kişileri inandırıcılıktan uzak, vb.
biçiminde eleştirir ve Orhan Kemal’e, Balzac’ın
Goriot Baba’sını
bir kez daha okumasını salık verir (Asım Bezirci,
Orhan Kemal,
Tekin Yay. s.154). Orhan Kemal sevdiği, tuttuğu bir eleştirmenin
[(8.2.1959 günlü mektuptan) “Çünkü galiba bugün kalem oynatan
eleştirmecilerin en artisti, en zekisi o” F. Otyam, s.141 ] olumsuz
yargısını, “F. Naci, gün gelecek, yerdiği ‘Devlet Kuşu’nu anlayacak”
(a.g.y. 141) diyerek soğukkanlılıkla karşılamış gibi gözükmüşse de
oldukça içerlemiştir. Notlarında şöyle sorar kendi kendine: “Bu genç
ve yakışıklı delikanlının [Fethi Naci’nin, EE] ne yapıp yapıp sözü
bana getirmesinin sebebi ne ola?” (F. Otyam, s.149).
Orhan Kemal'in bu sorusuna verilebilecek
görünürdeki yanıt, “dil” sorunudur. Çünkü Orhan Kemal, anlatı
kişilerini bolca konuşturan bir yazardır, bunu yaparken o kişilerin
ekinsel düzeylerini, yöresel ağızlarını, vb.
[dil düzeylerini] yansıtır. Bu konu “şive
taklidi” adı altında 1953 yılından başlayarak tartışılmış, Orhan
Kemal’in başını epeyce ağrıtmıştır. Anladığımız kadarıyla, Fethi
Naci de Orhan Kemal’in dili konusunda hoşgörülü, bağışlayıcı
değildir. Orhan Kemal öz savunma yapar, ama kendisini dil yönünden
eleştirenlerin gözünde yeterince başarılı olamaz. [Türk Dili
Dergisi’nde (Eylül-Ekim 2009, sayı: 134) yer alan, ‘Orhan Kemal’den
Bir Çift Roman’ başlıklı yazımızda, onun dil tutumuna, “Orhan
Kemal’in Türkçesi” altbaşlığında değindik.]
Şu kanıdayız: Fethi Naci
Devlet Kuşu’na
ve genel olarak Orhan Kemal'e ilişkin gerçek yargısını söylemekten
kaçınır. Bu kaçınmada Kemal Tahir’in etkisi var mıdır, bilmiyoruz.
Ama onun Orhan Kemal’e, Balzac’ın
Goriot Baba’sını
bir kez daha okumasını önermesi şöyle yorumlanabilir: Orhan Kemal’in
bir Türk Balzac’ı olmasına az kaldı, Orhan Kemal yakında Balzac
düzeyinde bir yazar olacaktır.
Biz, olmuştur dersek, abartmış sayılmayız.
Orhan Kemal,
Devlet Kuşu,
Everest, 9. Baskı: 2010, 245 s. |