Ana Sayfa

Cumhuriyet Kitap - Ertuğrul Efeoğlu - 25 Ağustos 2011

 

Orhan Kemal’in Sevdiği Romanı: Devlet Kuşu

 

 


 

 


 

ERTUĞRUL EFEOĞLU


 

Türk yazınının büyük adlarından Orhan Kemal doksan beş yıl önce 15 Eylül 1914’te Ceyhan’da (Adana) doğdu. Orhan Kemal’i doksan beşinci doğum yıldönümünde en sevdiği romanlarından biriyle anmak istiyoruz. Bu roman Devlet Kuşu’dur (1958). Orhan Kemal bu romanı tiyatro oyunu olarak da yazmıştır: İspinozlar (1965). Roman, Avare Mustafa adıyla sinema filmi olarak da çekilmiştir (1961).

Orhan Kemal’in Fikret Otyam’a bu romandan söz eden ilk mektubu 7.10.1956 günlüdür [Fikret Otyam, Arkadaşım Orhan Kemal, Günizi Yayıncılık, 2005, ss.76–78 (Bu kitap bundan sonra F. Otyam olarak anılacaktır]. Orhan Kemal, romanı yazmaya başlamamıştır daha, ama adını koymuştur bile: “Devletkuşu” [Bu sözcük Orhan Kemal’in mektubunda bileşik sözcük biçiminde yer alıyor]. Orhan Kemal romanın konusunu da bu mektubunda özetlemektedir. Mektupta, kendisine gülünç bir evlilik kurmacasından söz edildiğini anlatan Orhan Kemal gerçekten tasarlanmış olan bu kurmaca evlilik oyununu geliştirerek romanında işleyeceğini söylemektedir. Söz konusu kurmaca evlilik ile Orhan Kemal’in yazmayı tasarlayarak özetini verdiği romanın konuları arasında hiçbir benzerlik yoktur gerçekte. Orhan Kemal’in özeti ile romanın konusu arasında da kimi benzemezlikler var. Yazar 26.8.1960 günlü mektubunda gene bu romandan söz ederek konunun oldukça değişik bir yönde ilerlediğini belirtmekte ve romanın türü üzerine bilgi vermektedir: “Ama sonra sonra bambaşka bir hüviyete vardı konu. (…) Ama sudan bir komedi değil. Dram komedi de denebilir” (F. Otyam, s.84). Böylece Orhan Kemal, bu romanın ilerde tiyatro oyunu ve sinema filmi de olabilecek bir konusunun olduğunu daha baştan sezdiğini belli etmektedir. Ancak, aşağıda değineceğimiz gibi, söz konusu ettiği oyun türünde [dram-komedi] biraz yanılmaktadır.

Devlet Kuşu Ankara’da yayımlanan Ulus gazetesinde “tefrika” edilmiş, kitaplaştırma hakkı da Varlık yayınlarınca satın alınmıştır. Bunu, yazarın Otyam’a yazdığı 7.9.1957 günlü mektuptan öğreniyoruz. Yazar, 11.2.1958 günlü mektubunda Otyam’a “Devletkuşu’nun (…) altı yedi forması dizildi. Çok seviyorum onu” diyor (F. Otyam, s.123). Orhan Kemal 27.5.1957 [1958 olmalı, EE] günlü mektuptaysa bir düş kırıklığı içinde olduğunu sezdirmekte, umduğu ilgiyi görememekten yakınmaktadır: “Devletkuşu’nun çıkışı nedense gene pek kaynatıldı. Sen bari orda [Ankara’da, EE] bir şeyler yap be Fikret. (Reklâm, duyuru bakımından.) (…) En sevdiğim romanlarımdan biridir” (F. Otyam, s.124). 6.3.1962 günlü mektuptan: “Devletkuşu [İspinozlar] piyesinden hiçbir ses çıkmadı. (…) Halbuki çok seviyorum onu” (F. Otyam, s.208).

Kanımızca Orhan Kemal’in Devlet Kuşu’nu böyle sevmesine yol açan, somut gerçeklik ile yazınsal gerçeklik arasında kurmayı başardığı dengedir. Aşağıda söz konusu edeceğimiz gibi, kendisini bu bakımdan eleştirenlere biz katılmıyoruz.


 

GERÇEK İLE YAZIN

Orhan Kemal’in betimlediği somut -ve canlı- gündelik yaşam sahneleri, yakın arkadaşı Muzaffer Buyrukçu ile onun aile ortamında yaşananlardan alınmadır. Devlet Kuşu’ndaki anlatı kişilerinin çoğu, gerçekte Muzaffer Buyrukçu’nun kendisi, Arnavut kökenli anası babası, kız kardeşleri (Ayten ile Nurten), küçük kardeşidir (Erol). Roman kişilerinden Çingene, Taşkasaplı, Sülo da Buyrukçunun eski arkadaşlarıdır. Arnavut ağzıyla yapılan konuşmalar, evdekilerin olağan itiş kakışı, vb. Buyrukçu’nun baba evinde yaşadıklarıdır (F. Otyam, s.230–237. Otyam bu sayfalardaki yazıları Nurer Uğurlu’nun Dost dergisinde çıkan yazısından alıntılamış.).

Devlet Kuşu’nun konusu kısaca şöyledir: Dönemin gözde sinema oyuncusu Grigori Pek’e çok benzeyen, yakışıklı Avare Mustafa, İstanbul Kumkapı’da yaşayan Arnavut göçmeni bir ailenin oğludur. İki kız kardeşi ve iki erkek kardeşi vardır. Avare Mustafa askerliğini bitirmiştir, ama işsiz güçsüzdür. Günlerini arkadaşlarıyla birlikte Sur Dışındaki bir kahvede geçirmekte, başıbozuk bir yaşam sürmekte, arada sırada içki içmektedir. Ailesi de, komşuları da yoksuldur. Herkesin umudu, düşü, başlarına birdenbire konuverecek bir devlet kuşundadır. Böyle bir kuş Mustafa’nın ailesinin başına sonunda konar. Bu kuş, yakındaki bir arsaya dikilen yeni bir yapıdadır. Yapı, eskiden kaymakamlık yapmış, ama daha sonra karaborsa vurgunlarıyla varsıllaşmış olan Zülfikar Beyindir. Zülfikar Beyin Hülya adlı yirmi beş yaşında “çirkin” bir kızı vardır. Hülya, Mustafa’ya vurulmuştur, onunla evlenmeyi düşlemektedir. Mustafa’nın anası babası ve yakın arkadaşları da böyle bir evliliğe çoktan yatkındır. Oysa Mustafa ile on dokuz yaşındaki komşu kızı “güzel” Aynur arasında yarı gizli bir karşılıklı sevi vardır. Mustafa yakın çevresinin baskısıyla Hülya’yla evlenmeye boyun eğer [Mustafa: “Benim oda gelin odasına dönmüş!” (s.157)]. Ama kayınbabası Mustafa’ya hiç de candan yaklaşmamaktadır, çünkü onu ilerde kendi varsıllığının, malının mülkünün üstüne oturacak bir “kopuk” olarak görmektedir. Bu bakımdan, kayınbabasının evinde sürdüğü paralı yaşam, özgürce yaşamaya alışmış olan Mustafa’ya göre, bir tutsak yaşamıdır. Üstelik karısı Hülya da dört aylık yüklüdür. Mustafa bir gün sevdiği kızla, Aynur’la karşılaşır, bütün gün onunla gezer, birlikte olurlar; evleneceklerdir. Gece yarısı olmuştur. Kayınbabası bütün öfkesiyle onu beklemektedir. Mustafa ise içkilidir, doludur. Eve dönünce kıyamet kopar. Mustafa evi hemen terk eder. Hülya merdivenlerden düşer, hastanede ölür.

Devlet Kuşu’nun konusu evrensel sayılabilecek bir konudur. Bununla birlikte bu roman bize daha çok Halid Ziya Uşaklıgil’in Ferdi ve Şürekâsı (1894) adlı romanını anımsattı. Orada da bir üçlü [İsmail Tayfur, Hacer, Saniha] arasında düğümlenen sevi sorunu vardır. İsmail Tayfur, varsıl işvereninin kızı ‘güzel’ Hacer’le istemeyerek evlenmiştir, yüreği hep yoksul Saniha’dadır. Uşaklıgil, romanın sonunda evi yakıp on sekizlik gelini öldürerek sorunu çözmek istemiştir. Ama bu sırada damat da usunu yitirmiştir. Başka bir deyişle, Uşaklıgil, Orhan Kemal’in yaptığını yapmamış, yani romanı, - okuru, gelinin ölümüne sevindirerek- “mutlu son” denilebilecek bir sonla bitirmemiştir.

Devlet Kuşu’nda, varsıl ile yoksul arasındaki evlilik, -üçlü bir sevi ilişkisi söz konusu olmadığı zaman- mutlu biçimde sürdürülebilir. Örneğin yoksul Nevin varlıklı Süavi’yle evlenir ve ‘hanımefendi’ olur, varsıl Hicran kendisinin ‘kafa dengi’ bulduğu yoksul bir işçiyle evlenir (s.81). Bu, Yeşilçam’da sık yinelenen konulardan biridir. Orhan Kemal’in Yeşilçam’a senaryolar da yazdığını düşünürsek, Devlet Kuşu’ndaki konunun Orhan Kemal’e hiç de uzak olmadığını kestirebiliriz.

 

ROMANIN ÖZELLİKLERİ

Şimdi de romanın konusundaki ve yapısındaki birkaç ayrıntıya eğilelim:

Döngülü İzlek: Roman, anlatı başkişisinin [Avare Murat] attığı gece yarısı narasıyla açılmakta ve gene onun bir gece yarısı narasıyla sonun başlangıcına gelinmektedir (s.231).

İlk nara, başkişinin içinde bulunduğu koşullara [işsizlik, parasızlık, yoksulluk, içinde yaşadıkları derme çatma ev] bir başkaldırısı niteliğindedir. Başkişi bu koşulları değiştirebileceğini pek de ummamaktadır. Ama bir “devlet kuşu” ailenin başına konar ve başkişiye umabileceğinden [Onun umduğu: küçük bir köfteci dükkânı ya da işkembe salonu açmak, o da olmazsa seyyar köftecilik yapmak.] çok daha görkemlisini getirir [büroda rahat iş, para, çeşit çeşit giysiler, bol yiyecek, apartman yaşamı]. Gece yarısı atılan son nara ise, kavuştuğu işte bu ikinci yaşama başkaldırıdır. Başkaldırının gerisinde, ilk yaşam biçimine dönme özlemi yatmaktadır.

Racine İzleği: Anlatının başkişisi kavuştuğu rahat yaşamı bırakıp önceki yoksul yaşamına dönmek ister. Çünkü güzel Aynur’a duyduğu tutkulu sevi, iyi düşünüp ‘akıllıca’ davranmasına engel olur. Klasik dönemin (17. yüzyılın özellikle ikinci yarısı) ünlü Fransız tragedya ozanı Racine (1639–1699) işte bu izlek üzerine ürün vermiş bir yazardır. Bu izleğe göre, tutku, düşünceye egemendir. Başka bir deyişle: Yüreğin sesi, usun buyruğunu dinlemez… Yukarıda Orhan Kemal’in oyunun [İspinozlar] türü konusunda yanıldığını söylemiştik. Yanılmanın bir nedeni budur. Ama ikinci bir neden daha vardır:

Roman Kişisinin Ölümü: İkinci neden ise anlatı kişisinin sonuyla ilgilidir. Anlatının öbür kişisi [‘çirkin’ Hülya] romanın sonunda Orhan Kemalce öldürülür. [Orhan Kemal’e ilk kez burada içerliyoruz. Yazar, Hülya’nın Avare Mustafa’yı öpmesini bile bir tür haksızlık olarak görür gibidir: “Kansız ince dudaklar Avare’nin dudaklarına sülük gibi yapışmıştı” (s.158)]. Damadın özgürleştirilmesi ve onun ardından gelen mutluluk, olumlu nitelikleri olan bir roman kişisinin “haksız” biçimde ölümüyle / öldürülmesiyle elde edilmiştir; buna “güldürü” denmesi uygun değildir, bu terime “dram” sözcüğü eklense bile… Kanımızca romanın tek “güldürü” öğesi vardır: Arnavut ağzıyla yapılan konuşmalar. (Dil konusuna aşağıda değineceğiz.)

Anlatı Kişileri: Romanın başkişisi, Mustafa, çok yakışıklı, askerliğini yeni bitirmiş bir aylaktır. Sanata eğilimli bir kişi olduğu anlaşılmaktadır; bağlama çalar, yaşamın şiirsel görüntülerini algılama yeteneği vardır: «[Avare Mustafa:] Güneşin doğuşuna hayranlıkla baktı, baktı: ‘Şiir’ dedi, ‘şiir anam avradım olsun!’» (s.16). Avare Mustafa, kurtuluşu bireysel çabada arar, ama onun kurduğu kurtuluş düşleri, ‘küçük’ düşlerdir [köftecilik vb]. Ama ‘küçük işler’ bu anlatı kişisine yazarın (Orhan Kemal’in) atalarından kalmış gibidir. Baba Evi'nde, Lübnan'a kaçmış olan baba, Beyrut’ta küçük bir lokanta açar (Baba Evi, s.132). Avare Yıllar'da anlatıcının düşü de bir lokanta açmaktır (Avare Yıllar, s. 132)… Başkişi, yakışıklılığına karşın, çapkın değildir; Aynur dışında hiçbir kıza bakmaz. Onunla arasındaki sevi ilişkisinde bile yürekli değildir…

Hülya, varsıl bir ailenin yirmi beş yaşındaki (Mustafa’dan büyük, s.149) çirkin genç kızıdır. Bir yazın ve sanat tutkunudur. Okuduğu Emile Zola romanlarının da etkisiyle yoksul insanlara karşı acıma duygularıyla doludur, onları sever, onlara yakınlık gösterir: «[Aynur’un] kapı yanında hizmetçi gibi dikilişini hoş bulmayarak: ‘Gel kardeşim,’ dedi. ‘Yanıma gel. Dikilme!’» Herkesi sever. Duyarlıdır, incedir. Eli açıktır. Doğanın şiirini algılar ve onları şiirsel imgeler olarak belleğine yerleştirir. Örneğin, babasının apartman yaptıracağı arsaya ilişkin ona sorduğu ilk soru, güneş üzerinedir: «[Hülya:]'Güneş? Güneş babacığım?’ / [Baba:] ‘Zannedersem güneş denizden doğuyor. Hani Bursa’da yaz sabahları yusyuvarlak doğuşunu seyrederdik ya…’ / [Hülya:] ‘Evet. İçi kan dolu küre derdim…’» (s.72). Onun imgelemi okuduğu romanlarla, izlediği İtalyan filmleriyle de oldukça seçkinleşmiştir: “[Hülya düşlere dalmış] Güneş nereden doğup nereden batıyordu? Komşular nasıldı? Semt fakir olduğuna göre, Istrati çevirilerinden kafasında kalan neşeli bir Istavro, bilgin bir Mihail, ağırbaşlı bir Kodin var mıydı? Yahut İtalyan filmlerinde sık sık görüp her seferinde âşık olduğu iyi kalpli, efendi kopuklardan ne haberdi?” (s.72). Romanın başkişisinin iş konusundaki ‘küçük’ düşlerine karşın, o büyük düşünür: «[Mustafa:] ‘Hiçbir zaman aşırı zenginlik düşünmedim. Mesela, küçük, küçücük bir köfteci dükkânım olmalı…’ / [Hülya:] ‘Bırakın böyle küçük işleri. Büyük, çok büyük işler düşünün!’» (s. 149).

Aynur, on dokuz yaşında güzel komşu kızıdır. Dul annesiyle birlikte yaşamakta, Kapalıçarşı için dikiş makinesinde işler yaparak para kazanmaktadır. Romanın başkişisini sever. Başkişinin sevideki ürkekliğine, korkaklığına karşın, o yüreklidir, gözü karadır. Sevi söz konusu olunca her şeyi göze alabilecek yaradılıştadır. Aynur, annesine şöyle bağırır: “Beni Mustafa’dan değil kulu, Allah bile ayıramaz” (s.223). Bu, Orhan Kemal’in Bir Filiz Vardı adlı romanında da göze çarpan bir durumdur. O romanda Filiz on altı yaşındadır, ama sevince, gözü pektir: "Kadın daha cesurdur belki" (Bir Filiz Vardı, s.21). Devlet Kuşu’nun Aynur’u: “Öyle cesurdu(r) ki” (s.221), Mustafa’nın korkaklığını görünce “Niye yutkundun?” (s.245) diye onunla alay eder. Mustafa’nın acıklı durumuna başkaldırması için onu dürtükleyen de gerçekte o olmuştur. Mustafa’ya şöyle der: ”Esir misin sen be?” (s.209); daha da ileri gider, onu kışkırtır: “Senin gibi zavallı bir esirle oturmak istemiyorum” (s.219).


 

DEĞERLENDİRMELER

Devlet Kuşu yayımlandığında, Orhan Kemal’i düş kırıklığına uğratan eleştiri yazıları da yayımlanmıştır. Bunların içinde Orhan Kemal’i en çok inciteni, beğendiği bir eleştirmen olan Fethi Naci’nin (1927–2008) yazdıklarıdır. Fethi Naci 1.12.1958’de Pazar Postası’nda çıkan yazısında Devlet Kuşu’nu gerçeklikten uzak, yapay, kişileri inandırıcılıktan uzak, vb. biçiminde eleştirir ve Orhan Kemal’e, Balzac’ın Goriot Baba’sını bir kez daha okumasını salık verir (Asım Bezirci, Orhan Kemal, Tekin Yay. s.154). Orhan Kemal sevdiği, tuttuğu bir eleştirmenin [(8.2.1959 günlü mektuptan) “Çünkü galiba bugün kalem oynatan eleştirmecilerin en artisti, en zekisi o” F. Otyam, s.141 ] olumsuz yargısını, “F. Naci, gün gelecek, yerdiği ‘Devlet Kuşu’nu anlayacak” (a.g.y. 141) diyerek soğukkanlılıkla karşılamış gibi gözükmüşse de oldukça içerlemiştir. Notlarında şöyle sorar kendi kendine: “Bu genç ve yakışıklı delikanlının [Fethi Naci’nin, EE] ne yapıp yapıp sözü bana getirmesinin sebebi ne ola?” (F. Otyam, s.149).

Orhan Kemal'in bu sorusuna verilebilecek görünürdeki yanıt, “dil” sorunudur. Çünkü Orhan Kemal, anlatı kişilerini bolca konuşturan bir yazardır, bunu yaparken o kişilerin ekinsel düzeylerini, yöresel ağızlarını, vb. [dil düzeylerini] yansıtır. Bu konu “şive taklidi” adı altında 1953 yılından başlayarak tartışılmış, Orhan Kemal’in başını epeyce ağrıtmıştır. Anladığımız kadarıyla, Fethi Naci de Orhan Kemal’in dili konusunda hoşgörülü, bağışlayıcı değildir. Orhan Kemal öz savunma yapar, ama kendisini dil yönünden eleştirenlerin gözünde yeterince başarılı olamaz. [Türk Dili Dergisi’nde (Eylül-Ekim 2009, sayı: 134) yer alan, ‘Orhan Kemal’den Bir Çift Roman’ başlıklı yazımızda, onun dil tutumuna, “Orhan Kemal’in Türkçesi” altbaşlığında değindik.]

Şu kanıdayız: Fethi Naci Devlet Kuşu’na ve genel olarak Orhan Kemal'e ilişkin gerçek yargısını söylemekten kaçınır. Bu kaçınmada Kemal Tahir’in etkisi var mıdır, bilmiyoruz. Ama onun Orhan Kemal’e, Balzac’ın Goriot Baba’sını bir kez daha okumasını önermesi şöyle yorumlanabilir: Orhan Kemal’in bir Türk Balzac’ı olmasına az kaldı, Orhan Kemal yakında Balzac düzeyinde bir yazar olacaktır.

Biz, olmuştur dersek, abartmış sayılmayız.


 

 


 

Orhan Kemal, Devlet Kuşu, Everest, 9. Baskı: 2010, 245 s.

   
   

[email protected]