Ana Sayfa      
         

   

Aydınlık - Ertuğrul Efeoğlu - 15 Eylül 2011

     
          

 

Orhan Kemal Aydınlığı

 


 

15 Eylül 1914’te doğan Orhan Kemal’in yazar kişiliğinin kimi yönlerini onun bu doğum yıldönümünde kısa da olsa bir kez daha gözden geçirelim.

Orhan Kemal 1940–1970 döneminde öykü, roman, senaryo, tiyatro oyunu, çocuk öyküsü dallarında yapıtlar vermiştir. Orhan Kemal’in yazınsal yapıtları onun yakın çevresine ilişkin nesnel gözlemlerinin, tanıklıklarının ürünüdür. Konular, anlatı kişileri yerlidir, bizdendir. Orhan Kemal’in yapıtlarındaki doğallık, içtenlik, akıcılık, konu çeşitliliği her şeyden önce buradan gelir. Ondaki konu çeşitliliği, daha çok toplumun orta tabakası ile alt tabakalarının yaşam gerçeklerini işleyerek elde edilen bir varsıllıktır. Öykülenecek öyle çok yaşantıları, öyle konuları vardır ki o çevrelerin!..

Orhan Kemal için önemli olan, konudur. Konunun sağlamlığı sözcük oyunlarına, biçem yapmacıklığına gerek bırakmaz. “… hikâye ve romanın konusunu bulup sonra da konuya uygun biçimi ayarladım mı? Tamam. Başlarım yazmaya. Heyecanla, kendimden geçercesine…” (Nurer Uğurlu, Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, s.128).

Orhan Kemal daha okul yıllarındayken sevmemiştir süslü sözlere, söz cambazlıklarına dayanan “edebiyat” anlayışını. Batı Avrupalı gerçekçi yazarların “kuru” tadını aramıştır o. Bir Balzac’ın, bir Stendhal’in, bir Flaubert’in ya da bir Dostoyevski’nin… Öğrencilik yıllarında okuduğu Türk yazınından örnekleri beğenmemiştir: “Pek azını ayrı tutarsam, gerisi bana çok yavan geldiler. Suyuna tirit, derler ya. İşte öyle. Bir şekil özentisi, bir üslup! Bunlar kötü şeyler değil, ama konu? Konu ne olacak? Soyut aşk tekerlemeleri bıkkınlık verecek kadardı. Hâlâ da bu terane sürüp gidiyor!..” (Nurer Uğurlu, s.101).

Orhan Kemal’in yazınsal yapıtları da onun süslü sözlerden hoşlanmadığının dolaysız birer kanıtıdır. Yapıtlarında şiirsellik yoktur onun, anlatımı olabildiğince “kuru”dur. “Yaşasın Hürriyet” (1949) başlıklı öyküsü bu durumu anlatı biçiminde verir. Söz konusu öyküde anlatıcı, geçimini çeşitli işlerden sağlarken öyküleri de dergilerde yayımlanmakta olan bir kişidir. Onun öykülerini dergilerden okuyan uzaktan bir tanıdık bir gün kendi yazdıklarını dinletmek için onun yolunu keser. Şunları söyler: “Senden bir hikâye okudum, mirim. O ne mükemmel anlatış, o ne kuru, fakat canlı üslup!” O kişi, kendi öyküsünü de şöyle tanımlar: “Seninki gibi kuru, fakat seninkinden daha şiirli.” Adam bir de şiirini okur. Anlatıcı, ondan dinlediği şiiri kendi kendine şöyle özetler: “Müşebbeh, müşebbihün bih, mekniye, müşebbihün bihi mahzuf istiarelerle dolu, terkibi izafili, takır tukur aruz.”

Çağdışı kalmış bu yararsız Osmanlıca söz oyunlarını özlemle ananlardan Behçet Necatigil Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü adlı çalışmasında Orhan Kemal’in Müfettişler Müfettişi adlı romanı için şunları yazıyor: “Konusuna ve aldatılanların bu derece saflığına kolayca inanılamayacak olan romanın başarı ve rahatça okunma şansı, olayların çabuk çabuk sıralanışında ve kahramanları kısa kısa, hareketli konuşturmasındandır” (s.341).

Orhan Kemal’in yazınsal yapıtları, Necatigil’in de dediği gibi anlatı kişilerinin karşılıklı konuşmalarından ve iç konuşmalarından alır canlılığını. Orhan Kemal buna “muhaverenin diyalektiği” der (Fikret Otyam, Arkadaşım Orhan Kemal ve Mektupları, s.110). Bu konuşmalardaki çeşitli yerel ağız özellikleri, yerel renkler anlatılara “pitoresk” bir tat katar. Pittore, İtalyancada resim yapmak demektir. Orhan Kemal de birkaç fırça vuruşuyla resim yapar, portre çizer anlatılarında: [“Sivri çenesi, kurnaz bakışlarıyla bir tilkiyi hatırlatıyordu”, “bıyıklı bir kocakarı”, “ablak yüzlü, yuvarlak kalçalı depo sahibi” vb.] ve kişilerini de o resimlerdeki kişiliklerine uygun ağızlarla konuşturur.

Bu tür pitoresk öğelerin Orhan Kemal’in anlatılarına bir renk, bir canlılık kattığını kimse yadsıyamaz. Bu öğeler, öykülerin gerçek yaşamda karşılıklarının olabileceği konusundaki inancımızı da pekiştirir. Bu bakımdan Necatigil’in ileri sürdüğü Orhan Kemal’in romanındaki kişilerin ve olayların inanılmazlığına ilişkin sanısına ortak olmak bizce güçtür. Ülkemizde yaşanıp duran saflıkları, kurnazlıkları, vurguncuları, vurgun yiyenleri, acıları görmemek, duymamak için kör olmak, sağır olmak gerekir.

Ancak, yaşananlar ne denli acı olsalar da, Orhan Kemal o yaşananlara ölçülü bir gülmece tadı vermekten de geri durmamıştır. Yazar acı olayları anlatırken, betimlerken, onları anlatı kişilerine anlattırıp yorumlatırken okur olarak çoğu kez biraz gülümseriz, en azından bir gülümseme eğilimi içine gireriz. Bu, Orhan Kemal’in iyimser bir yazar olmasındandır. Orhan Pamuk’un da belirttiği gibi, Orhan Kemal’in öykü ve romanlarında “yaşanarak kazanılan (bir) iyimserliğin iyi örnekleri” hep vardır (Orhan Pamuk, “Orhan Kemal: Yitip Giden İyimserlik” Öteki Renkler, s.178). Dolayısıyla, bu yalnızca yazarın yaradılışından kaynaklanan bir iyimserlik değildir. Orhan Kemal, bütün insanlığın içinde her şeye karşın bir iyilik olduğunu deneyimleriyle görmüştür, iyimserliği daha çok da bundandır.

Orhan Kemal, Fikret Otyam’a yazdığı bir mektupta (1957) Suçlu adlı romanından söz eder ve şu belirlemeyi yapar: “Bu roman (…) En kötü insanın bile bir iyi, bir insancıl, bir acıyan yanını gösterir. (…) Romanın tezi ‘En fena insan bile insanların yardımı ile iyi yola gelebilir’dir. Bu romanda karamsarlıktan eser yoktur. İnsanlar iyi-kötü yönleriyle verilmişlerdir” (Fikret Otyam, s.113). Orhan Kemal bu anlayışına “Aydınlık Gerçekçilik” adını verir.

Yaşar Kemal de bu kanıdadır. Orhan Kemal’in yaşama direncini ve insanlara yönelik iyimserliğini, umudunu şu gözlemiyle aktarıyor Yaşar Kemal: “Orhan Kemal yaşadığı insanlarda gördü ki, en kötü koşullar içinde insan yıkılmıyor” (Yaşar Kemal, “Orhan Kemal Umut ve Aydınlık” Binbir Çiçekli Bahçe, s.182). Yıkılmayan insanoğlunun somut, canlı bir örneğini vermek gerekirse, ilk örnek gene Orhan Kemal olur. Yaşar Kemal’in yakından tanıklık ettiği gibi, Orhan Kemal, yaratıcı gücüne, tükenmez insan sevgisine, özgün ve güçlü yazarlığına karşın sayısız engellerle karşılaşmış, güçlüklerle, geçim darlığıyla baş etmek durumunda kalmıştır. Orhan Kemal o güçlüklere, tıpkı anlatılarındaki yoksul işçiler, yoksul emekçiler gibi çok çalışıp az kazanarak dayanmaya çalışmıştır.

Orhan Kemal’in anlatı kişileri bir yandan darlık, yoksulluk içinde kıvranırlarken bir yandan da birbirlerini yemeye çalışırlar. Yoksulluklarının ve içinde bulundukları kötü koşulların gerçek nedenlerini göremezler. Öfkesi kabarıp sömürücüye karşı arada bir diklenen olursa da, sonu gelmez. Gene eski düzen sürer gider. Oysa o kişileri öykü ve roman kişileri olarak yaratan Orhan Kemal’de yerli yerine oturmuş, açıklık kazanmış toplumcu bir dünya görüşü vardır. Ama yazar, tıpkı eskil çağın Yunan tanrıları, Yunan tanrıçaları gibi davranır ve yarattığı anlatı kişilerinin debelenmelerini, kavgalarını, çekişmelerini, didişmelerini, savaşımlarını onlara çıkış yolunu göstermeden, sevecenlikle, gülerek izler ve okurlara da onları gülümseterek izlettirir.

Öykü ve romanlarındaki kişilerin gözlerindeki perdeleri, önlerindeki engelleri kaldırmayan Orhan Kemal’in de önüne yaşam boyu engeller konmuştur. Ama o, engellerden “bencilce” yakınma yoluna gitmemiştir. Bu konuda kendisine yol gösteren de bir anlatı kişisi olmuştur: Avare Yıllar adlı romanındaki İzzet Usta, bir gün anlatıcının yakınmalarını dinler ve ona şöyle der: “Demek (…) bütün insanlar ve Allah, işlerini güçlerini bırakmışlar, seni, yalnız seni yere vurmak için…” (s.80). İzzet Usta’ya göre, insanlardan yakınmak, bencilliktir, bundan kurtulmak gerekir.

Orhan Kemal güçlükler içinde yaşamış, önüne konan engelleri aşmak için didinip durmuş, ama bencillikten kurtulmuş bir yazardır. Ne acı ki, onun önüne sağlığında konulan engeller bugün de kaldırılmış değil. Uzunca bir süredir Orhan Kemal üzerine yazılan tanıtıcı yazılar, değerlendirme yazıları dergicilerin dosyalarında bekliyor, yayımlanmaları engelleniyor ya da olabildiğince geciktiriliyor, kimi kez de hiç kabul edilmiyor. Öyle ki, Orhan Kemal yok sayılmak mı isteniyor dersiniz. Oysa Orhan Kemal’siz bir Türk yazını düşünülemez.

 

     
     
     
   
     
   
     
   

[email protected]