Ana Sayfa      
         

   

Taraf - Mehmet Güreli - 6 Ekim 2011

     
          

 

Orhan Kemal'in büyülü dünyası...

 



Büyük yazarlar ya da ustalar siz ne durumda olursanız, nereye gitmişseniz gidin sizin yanınızda nefes alırlar ve hep sizlere bir şeyler söylerler.
Onlara ulaşmanız diye bir mesele yoktur sanki, her şey işte bu kadar kolay, dedirtirler size.
Onların varlığı cümlelerin yalınlığı kadar beyazdır.
Duvarlara yansıyan gölgeleri sahicidir, sadedir içtikleri kahve, annenin tatarböreği kadar sıcak...
Dudaklarına yapışmış Üçüncü sigarasının dumanı anlatır nerede olduklarını...
Titrer en azından iki kişi bu acı rüzgârlar bindirdikçe...
Ve şöyle seslenir biri:
"İçerde izmaritine barbut atardık!"
"Gözünü seveyim içerinin."
Orhan Kemal'in her zaman yaşayan kelimeleriyle ev ev, sokak sokak dolaşır dururuz insanlar arasında. Onda başkaları diye bir şey de yoktur, herkesin soluğunu yansıtır öykülerinde.
Şapkasıyla duruşu, bakışı, yürüyüşü bir başkadır.
Ara Güler'in fotoğraflarından bakar bize...
"Pencerede yolumu gözetlemesen, romanlarımın arasına aşk mektupları koymasan...
"Sussss!..."
"Ne var, gene komşular mı?"
"Hayır, kız uyanıktır belki, duyar, ayıp olur!"
Tekrar tekrar okuduğumda her seferinde yeni sesler bulduğum Orhan Kemal'in "Bir Çocuk" adlı hikâyesi, "İstanbul'un baharı yoktur!" diye başlar ve yakalanamaz bir hızla, rengârenk bir misketin içinden bakan bir göz gibi yuvarlanır sayfalar boyunca...
"...Vay anam babam Kumkapı, Yenikapı, Aksaray, Samatya, Yedikule."
"...Ordan dikine doğrul Edirnekapı'ya, vur Atikali, Yavuzselim, annadın mı..."
"Bir çocuk yürüyordu caddenin sağ kaldırımında, Taksim'e doğru. Ayakları yalındı, kınnapla sımsıkı bağlanmış pantolonunun paçaları lime lime. Yine böyle yazdan kalma bir kış günü."
"İstanbul'un on iki ayın yarısı kış, yarısı yazdır. Bahar, çokluk kış ortalarına serpeşmiş yazdan kalma harikulade aydınlık, sımsıcaktır; karakışın ortasında, karanlıklarda çakan şimşekler gibi bir an gelir, ertesi gün bu bir anlık mutluluğun öcünü almak istercesine, daha karanlık, daha gümbürtülü, daha sırılsıklam günler birbirini kovalamaya başlar.
İstanbul'un baharı yoktur!"
Açlığın, soğuğun tek ilacı vardı. Hayaller içinde, sinemaların, lokantaların arasında hele korsan gemisi karanlık sularda alev alev yanarken ne diyordu Beton Ağabey: "Açacan gözünü kodeste. Açtın mı korkma! Bir kafa, bir yumruk, serdim enayiyi, ondan sonra yıldılar benden...
"Sonra ıssız bir adaya gelirler. Kaptanın gizli hazinesi buradadır. Yüklerler sandala..."
Soğuk nisan kaldırımlarına basar ayakları, dalar gider çocuk Orhan Kemal'in büyülü satırlarında:
"Versinler bana Demir Maske filmindeki miço rolünü, anam avradım olsun yıkmazsam sinemayı alkıştan!"
Yıkar vallaha...

     
     
     
   
     
   
     
   

[email protected]