Ana Sayfa      
         

   

Sonbaski.com - Hikmet Altınkaynak - 4 Mayıs 2011

     
          

 

Orhan Kemal'in "Murtaza"sı

 

 

Kimi yazarların önemli bir yöntemi var: Yazdıklarını zaman zaman gözden geçirmek, ekleyip çıkarmak, dilini özleştirmek… Orhan Kemal’de de görülen bu çalışma özelliği en çok “Murtaza”da saptanabilir. “Murtaza”, Orhan Kemal’in toplumcu-gerçekçi anlayışını belgeleyen önemli bir uzun hikâyesi, sonra romanı ve sonra da tiyatrosudur.
Orhan Kemal’in edebiyata şiirle başladığını biliyoruz. O, Nâzım Hikmet’in siyatiklerinden rahatsızlığı nedeniyle, banyodan yararlanması için Bursa Cezaevi’ne gönderildiği sırada utana sıkıla, arkadaşlarının ağızlarından kaçırmaları sonucu “Bir Beyrut Hikâyesi”ni okur:
Beyrut’ta,
Yeni İstanbul Lokantası’nda,
Bulaşıkların başındayım,
On sekiz yaşındayım,
Saçlarım taralı ve parlak,
Aklımda Eleni.
………………………
…………………………
” [1]
Ama Nâzım Hikmet’çe beğenilmez. Nâzım, ona hikâye yazmasını salık verir.
Orhan Kemal, daha sonra hikâyeye yönelmiş, romanlar kaleme almış ve giderek de oyun yazarlığı ve senaristlik yapar hale gelmiştir. Hatta senaryo tekniğiyle ilgili bir de kitap yayımlamıştır.
Kendi ekmeği için olduğu kadar, savunduğu “küçük” insanı; ezilen, kıyılan, sömürülen, hor görülen insanı anlatmıştır hep. Bu insanların psikolojik durumlarını çok başarılı bir biçimde çizerken, onların bilinçli ve bilinçsiz taraflarını da ortaya koymuştur. Bunun için de “Ekmek Allah’tan önce gelir” diyerek ekonominin ağırlığını vurgulamıştır. Ekmekle simgeleştirdiği, ekonomik ilişkilerin bağımsızlığı ve bunun evrensel bir boyut içinde düşünülmesi gerektiği noktasından hareket eder.
Orhan Kemal’in yaşamını sürdürebilmesi için kalem işçiliği onun, durup dinlenmeden yazmasını gerektirmiştir. Her gün saat 4’te kalkmış, kahvesini içerken 12 sayfa yazmış, günlük yaşamını halkın içinde; kahvede, sokakta, iş içinde geçirmiş, sevmiş, sevilmiş, çile çekmiş, baskı görmüş, hapislerde yatmış, tüm yaşamını parasızlıklar içinde geçirmiş bir yazardır.
Romanlarından filmler yapma isteği şu günlerde yoğunlaştı. Bugüne değin filme alınanlar: “Vukuat Var”, “Hanımın Çiftliği”, “Suçlu”, “Murtaza”. Bunlara ayrıca takma adlarla yazdığı pek çok senaryoyu da ekleyebiliriz. Şimdilerde yeni senaryolarla bu sayı çoğaltılmaktadır. Bu, bir yerde Orhan Kemal’in düşüncenin halka ulaşması, onlara mal olması ilkesine ters düşmüyor. Bu ilkeden yola çıkarak da, Orhan Kemal, oyun yazarken, yazdığı romanları da oyun biçimine getirmiştir. Oyunları: “İspinozlar”, 1964’te oynanmıştır. Daha sonra “Yalova Kaymakamı” adını almıştır. “72’nci Koğuş”, 1967’de Ankara Sanat Tiyatrosu’nca; “Bekçi Murtaza”, Ulvi Uraz’ca; “Eskici Dükkânı” 1969’da, “Kardeş Payı” 1970’te oynanmıştır. Bunlardan “Murtaza” [2] kolay kolay unutulmayacak bir tiptir.
MURTAZA, ayaklarında kırk beş numara postalları ile yukarıda Allah, Ankara’da Devlet, hem de Hükümet, mahallesinde de kendisi olan Rumelili bir bekçidir. Muzır vatandaşları kollamak görevi verilmiştir. Ama o, bu işi kedilere, kazlara, ördeklere, tavuklara, horozlara, köpeklere varıncaya değin götürür vazife sırasında. Gece on ikiden sonra ışık gördüğü evin kapısını çaldığı gibi kadın çıkarsa “Kadınların saçı uzun, akılları kısa” düşüncesiyle de konuşmaz. Elini kaldırır ve haykırır: “Aç gözünü vatandaş! Yukarıda Allah, Ankara’da Devlet, Hükümet hem de, burada da ben! İstemem itiraz, konuşma da fazla: Söndür lambanı ve yat!” Onun bu durumunu bilenler ses çıkarmazlar, ama o ekler: “Bilirsiniz, nedir kanun? Gördünüz mü kurs? Aldınız mı büyüklerden sıkı terbiye?
Yunanistan muhaciri MURTAZA, yürüyüşte de çok değişik bir özelliğe sahiptir: “Kaz adımlarla yürür; karnı içeride, göğsü dışarıda, gözleri ta karşı bir noktada.
MURTAZA, dayısı Kolağası Hasan Bey’in mübarek kanını taşımaktadır. Amirlerinden, büyüklerinden kurs almıştır. Bunun için onunla yarışabilecek bekçi yoktur. Onun dileği “Verse Hükümet bana geniş yetkiler, açsam vatandaşlara kurslar, soksam her birini zapt-ı rap!”tır.
Orhan Kemal’in uzun bir hikâyesi olarak nitelendirilen “Murtaza”, 1952’deki ilk basımında 144 sayfadır. Konusuysa, salt MURTAZA’nın fabrika kontrolörlüğüdür. 1957’deki ikinci basımında da bu korunur. Ancak 1968’de Orhan Kemal buna 152 sayfalık bir bölüm ekleyerek, MURTAZA’yı ilkin bekçi yapar. MURTAZA, disiplin dışında bir şey düşünmeyen, bu uğurda gülünç durumlara düşen, saf, bilisiz bir kişidir. Bütün karşı koymalara, engellemelere, küçük düşürülmelere, alaya alınmalara rağmen MURTAZA; amirlerinin, müdürlerinin verdiği kurstan bir türlü kendini kurtaramaz ve kendi sınıfı doğrultusunda bir bilinç kazanamaz. O halde nedir MURTAZA’nın bildirisi?
Disiplin adına, iş ahlâkı adına her şeyi göze alan bilinçsiz bir adam, onunla ilişkisi olanların küçük bir yaşam dilimi ve gülünçlükleri. Birlikte olduğu birçok kişi… Bunların birbirlerine olan karşıtlıkları… İşçi-usta-şef-patron arasındaki çelişkiler… Bir kişinin yapabileceği sınırlı güç ya da güçsüzlük sorunu…
Murtaza”nın dili son derece kendini okutan, dahası hiç bırakmadan okutan bir özelliğe sahiptir. MURTAZA’nın Rumeli ağzıyla konuşmasını; Kapıcı Ferhat’ın, Azgın’ın, Nuh’un kabadayı argosunu çok iyi belirtmiştir yazar. Anlatımlar özlü ve kısadır. Romanda, konuşmalar en büyük ağırlığı kaplar. Hemen hepsinde de MURTAZA vardır. Bu diyaloglar, romana bir yerde tiyatro kimliği de vermektedir. Teksti okuma, oyunu izleme olanağımız olmadı. Ancak, ölümünün 4’üncü yılında saygıyla şunu söyleyebilirim ki; ORHAN KEMAL, yalnızca “Murtaza”sıyla bile büyük bir yazarımızdır.
[1] “Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl”, Orhan Kemal
[2] “Murtaza”, Orhan Kemal, Cem Yayınevi, 1973

HİKMET ALTINKAYNAK

YENİ ORTAM GAZETESİ
“Eleştiri”
20.07.1974

     
     
     
   
     
   
     
   

[email protected]