Orhan Kemal’den okuduğum ilk kitap Baba Evi olmuştu. 1950’lerin
başlarında. Onu Avare Yıllar izledi. Bu iki kitap, yazarını
“vazgeçemediklerim” arasına yerleştirdi hemen. Bugüne kadar da Orhan
Kemal hep “benim yazarlarım” arasında yer aldı. Bereketli Topraklar
Üzerinde’yle, Murtaza’yla, 72. Koğuş’la, Eskici ve Oğulları’yla.
Elbette öyküleriyle.
Gösterişsiz, yalın edebiyatın doruklarında dolaşmıştır Orhan Kemal.
Anlatacağını “oyun”lara, “numara”lara sığınmadan dosdoğru
anlatmıştır. Gücünü, sıcaklığını “insan”dan almıştır. Edebiyat
aracılığıyla insana ulaşmamış, insan aracılığıyla kendi edebiyatını
yaratmıştır.
Orhan Kemal Çukurova’dan geliyordu. İşsizliği, açlığı, acıyı,
sömürüyü görmüş, yaşamıştı. Kitaplarda okumamıştı bunları. Toplumsal
gerçekçilik denen şeyden haberi bile yoktu belki. Yazarlık içgüdüsü
gözlemciliğiyle birleşip yeteneğiyle de beslenince, kendini
Gorki’lerin, Steinbeck’lerin çizgisinde buldu. Öykünmeyle değil,
kendiliğinden oluveren bir şeydi bu.
***
Bu hafta Önemli Not kitabını yeniden okurken,
Yeşilçam’a 150 kâğıda hikâye satmayı “başarınca” mutlu olan Orhan
Kemal geldi aklıma. Kitap, Orhan Kemal’in tamamlanmamış yapıtlarıyla
seçilmiş düzyazılarından oluşuyor.
Edebiyatımızın ölümsüz yapıtları arasında yer alan, bugüne kadar kim
bilir kaç baskısı yapılan, tiyatroya uyarlanıp oyunu kapalı gişe
oynanan 72. Koğuş’un yazılış öyküsü de var kitapta.
“1953-54 kışı. Vakit gece. Dışarıda sulusepken, kendini Haliç
Feneri’nin ahşap evleriyle ıssız sokaklarına kaldırıp kaldırıp
vuruyor. Tükürseniz donacak bir soğuk hâkim dünyaya. Karımla
çocuklarım, her zamanki örtülerinin üzerine evde ne kadar battaniye,
kilim varsa almış, birbirlerine sokularak çoktan uykuya geçmişler.”
Ayda kırk lira ev kirasını ödeyemeyen, cebinde tramvay parası,
mangalında kömür olmayan, “Bir ara, kendini sigorta ettirip bir
hususi’nin altına atmak, bu suretle sigortadan alınması mümkün
parayı çocuklarına bırakmak gibi çılgınca fikirler”e kapılan Orhan
Kemal, o gece gaz ocağında ısınmaya çalışarak 72. Koğuş’u yazar.
Ertesi gün de...
“Öğleden sonra magazinlerden birine koşuyorum. İçim içime
sığmamaktadır. Hemen kapacaklar. Hiç olmazsa küçük bir avansla eve
döneceğim. Et, ekmek, bir şişe Marmara şarabı, kömür alıp o gece
felekten bir gün çalacağım.”
Ama “Eserinizi okuyalım. Mümkünse bize yarın uğrayın” derler Orhan
Kemal’e.
“Ne yapalım? Yarını beklemekten başka çare yok. Bekliyorum. Ertesi
gün küçük avanstan o kadar eminim ki, su bardağında bilediğim paslı
jiletimle şıpın işi bir tıraş, koşuyorum. Eserlerimi teslim ettiğim
dergi sahibi yerine odacı çıkıyor karşıma: ‘Sanat müşavirimiz
müstehcen buldu, müsveddelerinizi buyrun...’
“Elimde müsveddem, dolaşan ayaklarımla magazin idarehanesinden
çıkıyorum. Kar dinmiş, güneş soğuğu kırmış. Dünya pırıl pırılmış.
Bana ne? Bu pırıl pırıl, bu şıkır şıkır dünyadan o kadar uzağım ki.
Alamadığım avanstan çok, yaptığım işin anlaşılamaması...
“Evden içeri ölü gibi giriyorum.”
“Ne karım, ne çocuklarımda tek laf. Kendimi sedire bir kalıp gibi
bırakıyorum. Serde erkeklik olmasa ağlayacağım. Hem de katıla
katıla...”
***
Önemli Not’u Orhan Kemal’i sevenlerin dikkatine
sunuyorum. Kitabı da zaten sadece onların alacağını biliyorum.
Günümüzün “in” yazarlarını okumaktan Bereketli Topraklar Üzerinde
gibi bir başyapıta bile “vakit ayıramamış” kişiler bu yazılarla mı
ilgilenecek!
|