Aydınlanmanın bilgesi İlhan Selçuk'un 7 Mart 2002 tarihli yazısı:
İlhan Selçuk
PENCERE
iLHAN SELÇUK
Zamanın Ortaklığında Yaşamak...
Işık Öğütçü babası Orhan Kemal ‘in hiçbir yerde yayımlanmamış
günlüklerini ve şiirlerini derlemiş, ortaya ilginç bir kitap (Yazmak
Doludizgin, Tekin Yayınları) çıkmış; geçmişten bugüne pulsuz
mektuplar...
*
23 Mayıs 942..
Hapishanede Nâzım Hikmet ile Orhan Kemal birlikteler, Orhan Kemal
günlük tutmuş:
“Gece...
Dışarda ilgisiz bir kurbağa peydahlandı. ‘Vırak vırak vırak’ diye
bağırıp duruyor. Öyle bed bir sesi var ki cenabetin. Sanki
gırtlaklanıyormuş gibi. Buna Nâzım Hikmet de alınıyor:
- ‘Kendini kuş zannediyor pezevenk’ dedi. ‘Böyle kendi sesi hakkında
iyiniyet sahibi hayvan olmaz...’
Tam bu esnada -Cenabı Allah’ın işi yok- hayvan büsbütün yüksek
perdeden bağırmaya başladı. Nâzım Hikmet ilave etti:
- ‘Bak, duymuş gibi kerata’ ...’’
Kurbağanın ‘bed’ sesi, altmış yıl öncesinden, gece vakti, bugüne
yansıyor...
*
An geçer, yazı kalır...
21 Haziran 942, Cumartesi..
Orhan Kemal yazıyor:
“Beyaz bir tavşan yavrusu satın aldım. 50 kuruş verdiğim bu tavşana
Nâzım Hikmet’in ne kadar sevineceğini iyi hesap etmişim. Hapishaneye
geldiğim zaman üstat radyo dinliyordu. Arkası bize dönüktü.
Bulgaryalı Memet dürtüp de döndüğü ve elimde tavşanı gördüğü zaman:
- Vay, vay, vay! diye hayvanı kaptı. Radyoyu falan unuttu. Revir
merdivenlerinden koşarak çıkmaya başladı. Öyle seviniyordu ki her
önüne gelene gösteriyor, herkesin sevinmesini istiyordu.
Tavşanı karyolanın üstüne bıraktı. Hayvan fena halde titriyordu.
- Bu, dedi, korktuğu için titremiyor, titrediği için korkuyor...’’
Nâzım Hikmet bu deyişini daha sonra Kuvayı Milliye Destanı’nda
şiirleştirmemiş miydi?..
*
Orhan Kemal’in ilk şiirleri yapay; ama, düzyazısı Allah vergisi gibi
doğal...
10 Şubat 943, Çarşamba
“Kar yağıyor, Nâzım Hikmet de ben de onu geçe uyandık. Dün gece
Sovyetler yine bir resmi tebliğ verdiler. Onu dinledikten ve bir
süre okuduktan sonra yatmıştım. Gece yarısı revir maltasından gelen
iri iri konuşmalarla uyandım. Bu konuşma, gürültü, şamata bir hayli
sürdü. Bir ara oda kapımız açıldı. İçeriye iki kişi girdi. Oda
karanlık olduğundan bunların kim olduğu belli değildi. Nâzım Hikmet
yaygarayla yataktan fırladı. Gelenler ses verdiler. Meğer bizim
Ertuğrul’ la Recepmiş. Mesele anlaşıldı. Revir meydancısı Nuri
delirmiş.’’
*
19 Ekim 946, Cumartesi
“Islak ve buz gibi bir sabahla gün başladı.’’
*
Yazıya geçirdin mi “an’’ sonsuzlaşıyor...
19 Ekim 946’da, sabah erken, Orhan Kemal’in teninin üşüdüğünü
düşünmek de yaşamaktır...
İnsan yalnız kendi zaman diliminde yaşamaz ki...
Nâzım’ın beyaz tavşanı gördüğü andaki sevinci bugün de birlikte
duyumsanamaz mı?..
Fazıl Hüsnü Dağlarca, çağlar boyu ortaklaşa yaşanan zamanın şiirini
yazmış:
“Vakti gagasından aldık
Bir sabah vakti bir acaip kuşun.
Ne kadar güzel işliyor
Şimendifer saati çavuşun.’’
(17 Mart 2002 tarihli yazısı)
20 Eylül 2011
|