Ana Sayfa      
         

   

Cumhuriyet Kitap - Mazlum Vesek - 15.12.2011

     
          

 

Sosyolog gözüyle Orhan Kemal

 


 

MAZLUM VESEK/Gazeteci

 

Orhan Kemal’in yazdığı her hikayenin, romanın veya gazete yazısının içerdiği zengin olay, duygu ve karakterlerin hayatla olan bağı şaşırtıcı derecede renklidir.”

Yeni baskısı Everest Yayınları’ndan çıkan Mehmet Nuri Gültekin’in kaleme aldığı “Orhan Kemal’in Romanlarında Modernleşme, Birey ve Gündelik Hayat” adlı kitap bu cümle ile başlar. Kanaatimce Orhan Kemal’i değerlendirme adına kurulan en güçlü cümlelerden biridir. Böylesi güçlü bir önermeyi yazdıran şey ise, tam da Gültekin’in dediği gibi, Orhan Kemal’in “hayatla olan bağı”dır. Orhan Kemal’in, Kemal Tahir söz konusu olduğunda kendinden emin bir şekilde, “Yahu diyorum, bırak iktisatçı sosyolog, felsefeci pozlarını. Herkes kendi işini yapsın. Sen roman yaz roman. Fakat roman, yaşanarak yazılır. Tek bir yaşantısı yok. İşte bu boşluğunu gidermek için, felsefeden, sosyolojiden, tarihten yardım umuyor. Yaşamamış efendim. Olmaz.” (Orhan Kemal, İstanbul’dan Çizgiler, s.11, Everest Yayınları, 2008,) demesinin ardında da bu güçlü bağ var.

Elimizde Orhan Kemal’in romanlarını derinlemesine ve sosyolojik açıdan ele alan bir araştırma var. Mehmet Nuri Gültekin’in, Ege Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne doktora tezi olarak sunduğu eser, Türk edebiyatına damgasını vuran yazar Orhan Kemal’le ilgili farklı ve bütünlüklü bir çalışma.

Orhan Kemal’in 12 romanı üzerinden, Türkiye’nin siyasal, ekonomik ve sosyolojik yapısını anlatan Gültekin, yazarın sağlığında yazılanların aksine daha serinkanlı ve sağlıklı değerlendirmeler yapıyor. Orhan Kemal’in eserlerinde göz ardı edilen, Türkiye’nin toplumsal tarihi Gültekin’in değerlendirmelerinde kendini gösteriyor.

Gültekin, yazarın eserlerinde çok doğal bir şekilde anlatılan Türkiye’nin değişen siyasal ve toplumsal yapısına vurgu yapıyor. Gültekin, Orhan Kemal’in, sadece roman yazmakla kalmadığını, kendi döneminin de roman estetiği içinde genel durumunu ortaya koyduğunu anlatıyor. Kitapta, dikkati çeken en önemli değerlendirmelerden biri, Orhan Kemal’in Türk edebiyatına kazandırdığı tip olan Topal Eskici (Eskici Dükkanı) ile ilgili:

Burada, ihtiyar eskicinin yalnızlığı, basit fiziksel bir yalnızlıktan öte, yeni toplumsal yapıda yer edinememişliğin, yeni ekonomik ve toplumsal ilişkilerde işe yaramamanın, geçerli-kârlı olamamanın yalnızlığıdır. Yeni olanlara uyum sağlayamayanların içine düştüğü, bir gerilemenin yalnızlığıdır. Osmanlıyı temsilen, eskici, artık devri geçmiş olan bir ‘zaman dışılığı’ simgelemektedir.” (s.76)

Murtaza karakteri için yapılan değerlendirme, çok daha çarpıcıdır:

Murtaza, sokaklarda gezen, ete kemiğe bürünmüş devlettir. Bu devlet de, 1930’ların ya da 1940’ların devletidir.” (s.94)

(Murtaza) 1930 ve 40’ların Türkiye’sinin dünyadaki, özellikle de Almanya’daki genel anlayışa çok yakın duran siyasal (böylece doğrudan toplumsal), kültürel, ekonomik anlamda bireyi önemsemeyen, aşağı gören (‘faşist’ denilebilecek) bir öznedir.” (s.130)

Gültekin, yazarın sadece roman yazmakla kalmayıp, tarihsel dönemleri karakterleriyle bütünleştirdiğini anlatıyor.

TÜRK BURJUVAZİSİNİN DURUMU

Gültekin’in üzerinde durulması gereken bir başka değerlendirmesi, Orhan Kemal romanlarındaki sınıf tahlilleridir. Orhan Kemal’in, romanlarında sık sık savaş dönemlerine ve savaş döneminin zenginlerine değindiğini anlatan Gültekin, Türkiye’nin el değiştiren zenginliği ile zenginlerine değiniyor. Buna göre, Türk burjuvazinin zenginliğinin temeli, başta Ermeniler olmak üzere, Anadolu’yu terk eden Müslüman olmayan toplulukların mallarıdır. Gültekin’in “Yükselişler ve Düşüşler” başlığıyla yer verdiği “Kanlı Topraklar” romanı bu duruma önemli bir örnektir:

Kantarcı Mustafa, Topal Nuri’ye boyuna anlatıyordu:

-Milli Mücadele’den önceleri gene, ne de olsa hatır vardı, gönül vardı. Düşmüş ahbap çocuklarının elinden tutan, iş bulan yaşlılar vardı. Milli Mücadele’den sonra Allah Allah! Millet bir saldırdı Ermeni, Rumlardan kalan mallara deme gitsin. Bir ticaret, bir bezirganlıktır gitti.(…)” (s.181)

(…) Fabrikalar, vaktiyle Ermeniler, Rumlardan kalmıştı. O devirlere yetişenler -Nedim Ağa gibi- açıkgöz davranıp oturmuşlardı üzerine.(…)” (s.188)


 

ORHAN KEMAL’İN GÖÇ ROMANLARI

Türkiye’deki göç hareketlerini romanlarına taşıyan ilk yazarlardan biri olan Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” ve “Gurbet Kuşları” romanları, Cumhuriyet Türkiye’sinin önce CHP sonrasında DP iktidarıyla yaşadığı iktidar deneyimlerini göç olgusunu temel alarak anlatıyor. İlkinde Çukurova, ikincisinde İstanbul resmedilir. Gültekin, Türkiye’nin iki önemli göç merkezini anlatan Orhan Kemal’in Türkiye’deki iktidarlar ve onların Türk emekçisine yaklaşımını da değerlendiriyor. Gültekin’in “Gurbet Kuşları” romanını nitelediği tamlama da, Türk köylüsünün İstanbul’unu tarif eder güçtedir: “Gurbet Kuşları ya da Büyük Karşılaşma”.

Orhan Kemal’in romanları genelde iki kentte geçer: Adana ve İstanbul. Bu iki kente doğru gerçekleşen ekonomik göçün anlatıldığı romanlara değindik. Orhan Kemal’in sadece “Baba Evi” romanına konu alan Beyrut ise, denilebilir ki Orhan Kemal’in üçüncü kentidir. Bu romanda ise, Türk edebiyatında pek değinilmeyen bir olgu anlatılır: Siyasal göç. Eski Osmanlı toprağı olan Beyrut, tehcirle gelen Ermenilerin, CHP iktidarına ters düşen siyasetçilerin (Orhan Kemal’in babası gibi), aydınların doluştuğu bir kenttir. Gültekin, romanı otobiyografik bir romanın ötesinde bir eser olarak ele alır.

Gültekin’in seçtiği 12 romanın değerlendirmesini okuduğumuzda Orhan Kemal’in hayatının bütün zorluklarına rağmen, hiç de ‘çalakalem’ bir yazar olmadığını anlıyoruz. Hatta, Gültekin’in romanlar arasında kurduğu bağ, süreklilik, Orhan Kemal’in pekala planlı ve amaçlı bir yazar olduğunu gösteriyor. Sanki, Orhan Kemal, kendi döneminin değişimlerini tanık olduğu tipler üzerinden anlatmaya ve Türkiye’nin gayrı resmi tarihi yazmaya yeminlidir.

Türkiye okuyucusu, edebiyatımız 41 yıldır Orhan Kemal’siz. 56 yıllık yaşama kalemiyle hakkını veren Orhan Kemal’in yokluğunda, Türkiye gencecik insanların idamını gördü. Darbeler, sürgünler gördü. Boşaltılan köyleri, dağlarda ölen evlatlarını gördü. Mehmet Nuri Gültekin’in kitabını bitirdiğimde bunları düşündüm. Ve Behçet Necatigil’in dizesindeki gibi “Yazmaya Orhan Kemal olacaktı” dedim. Çünkü, Türkiye’nin sanatçısı Orhan Kemal’siz 41 yılın hakkını verecek tanıklığı yapmadı. O olsa mutlaka hakkıyla yazardı.


 


 

Mehmet Nuri Gültekin, Orhan Kemal’in Romanlarında Modernleşme, Birey ve Gündelik Hayat, Everest Yayınları, 274 s.

 

     
   
     
   
     
   

[email protected]