Ana Sayfa      
         

   

Ege'de Bugün - Mazlum Vesek - 7.3.2011

     
          

 

Adem Babalar cennete gider

 

 

Meslektaşım, değerli dostum Tayfun Tuna, sinema yazılarımda, hep geçmişe değinmeme atıfta bulunarak, ‘Dostum, bugüne dair bir şeyleri ne zaman okuyacağız?’ diye sormuştu. Gösterime giren filmlere dair bir şeyler yazmak, bugüne kısmetmiş.

Orhan Kemal’in 72. Koğuş adlı uzun öyküsünden uyarlanan 72. Koğuş filmi gösterime girdi. Merakla bekliyordum. İlk günün akşamında izledim. 72. Koğuş, Orhan Kemal külliyatının olduğu kadar, Türk edebiyatının da çizgi dışı öykülerinden biri. İlk kez Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından 1967 yılında oyun olarak sahnelenen 72. Koğuş, gösterildiği dönemde aylarca kapalı gişe oynar. Türk tiyatrosunun efsane isimleri buluşturan bir oyundur.

72. Koğuş, sinemaya ise ilk kez 1987’de Erdoğan Tokatlı tarafından aktarılır. Türk sinemasının en kısır zamanlarında çekilmiş, önemli bir film olarak kabul edilir kendi döneminde.

Sadri Alışık Tiyatrosu, 72. Koğuş’u ilk önce oyun olarak gündeme taşıdı. Sonrasında aynı ekibin oyuncuları Murat Saraçoğlu’nun yönetmenliğinde kamera karşısına geçti. Film için, kanaatimce iyi bir tanıtım da yapıldı.

72. Koğuş, öykü, tiyatro oyunu ve film olarak daha önce başarılı olmuş bir yapıttı. Filme izlemeye giderken, Orhan Kemal’in toplumcu çizgisini içeren bir tutum ve Erdoğan Tokatlı’yı aşacak bir sinemasal çizgi beklentisi içerisindeydim. Film ekibinin de daha önce uyarlanmış bir eseri perdeye taşırken, mutlaka daha iyi bir seyir ve çizgi koyma çabasının olması gerektiğini varsayımıyla yola çıkıyorum.

Yıl, 1940’lardır. 2. Dünya Savaşı insanlığı kasıp kavuruyor. Harp yıllarında cezaevinde bulunan mahkumlar, özellikle de 72. Koğuş’un ‘Adem Babaları’ insanlığın dibe vurduğu bir halde yaşarlar. Bu koğuştaki Rizeli Ahmet Kaptan’a (Yavuz Bingöl) hiç umulmadık bir anda, annesinden para gelir. 72. Koğuş’un yaşayışı da bir anda değişir. Kaptan, parasını kader arkadaşlarıyla paylaşır. Cezaevinde alışılmadık bir tutumdur bu. Kaptan, voltada kadın koğuşuna bakan pencerede, tesadüfen gördüğü mahkum Fatma’ya (Hülya Avşar) aşık olur. Cezaevinin, ayak işlerinden geçinen Bobi (Bülent Şakrak), Fatma ile Kaptan’ın arasını yapmak adına yalanla Kaptan’dan sürekli para sızdırır. Kaptan kendi kendine hayaller kurmaktadır. Bir yandan da Berbat’ın (Kerem Alışık) Sölezli’yle (Devrim Saltoğlu) kumar oynama teklifini kabul eder. Önceleri şansı iyi gider. Sonrasında tüm parasını kaybeder. Fatma’dan da haber yoktur. Kaptan, divane bir vaziyette pencerenin yanında donarak ölür. Mahkum Fatma ise, Kaptan’dan haberi bile olmaksızın, tahliye olur. Filmde bu anlatılanların arka planında, cezaevinin içi, mahkumların yoksulluğu, savaş yıllarının Türkiye’si resmedilmeye çalışılır.

Meseleye, 1940’lı yılların Türkiye’sinden başlayalım. Filmi izlerken, açıkçası kendimi o yılların içine girmek için çok zorladım. Filmin başlangıcında gazete satan çocuklar ve onların savaş haberlerini çığıran sözleri olmasa, o sefaletin hangi yıllarda yaşandığını öğrenemeyecektik. Filmin başrol oyuncusu Yavuz Bingöl, bir Karadenizliyi oynuyor; ancak, başarılı olduğunu söyleyemem. Zorlama bir Karadeniz ağzı yer yer İstanbul Türkçesine dönüyor. Tokatlı’nın uyarlamasında Kadir İnanır’ın üstlendiği bu rol çok daha başarılıydı.

Filmdeki kadın başrol oyuncusu Hülya Avşar, şüphesiz rolünün hakkını vermiş. Ancak, Mahkum Fatma, öykümüzün iyi bir karakteri değildir. Fatma, alabildiğine dik duran, onurlu bir karakterdir. Filmde, geri dönüşlerle anlatılan geçmişi de, bize, haksızlığa uğramış kadın havasını verir. Filmde, Fatma ve onun etrafında gelişen olaylar 72. Koğuş’u konunun ekseninden çıkarmış. Civan Canova’nın oynadığı Katil Hilmi ve onun etrafındaki paralı ayrıcalıklı mahkumların hikayesi de alabildiğine fazlalık gibi duruyor. Öyküde yer almayıp, filmde yer alan Erkek Nedime (Nursel Köse) en azından isim ve Orhan Kemal’in çizdiği karakterler itibarıyla isabetli olmuş. Erkek Nedime, Orhan Kemal’in ‘El Kızı’ romanında yer alan bir karakterdir. Filmde de güçlü bir şekilde aktarılmaya çalışılmış.

Filmdeki diyalogların da çok güçlü olmadığını söyleyebilirim. Zira, Orhan Kemal gibi diyalog adına malzemesi zengin bir yazarın eseri, bu kadar zayıf olmamalıydı.

Tokatlı’nın uyarlamasında, ilişkileri Nazım Hikmet ve Orhan Kemal’e (Halil Ergün- Kemal, Erol Durak- Şair Arif) benzeyen iki siyasi mahkum bulunuyor. Tokatlı, ülkenin siyasi durumunu bu iki mahkumun konuşmalarıyla aktarır. Yönetmen, bu tutumuyla yazarın çizgisine sahip çıktığını da bildiriyor. Bugün izlediğimiz filmde ise, yönetmen- senarist ikilisi Türkiye’nin o günkü fotoğrafını çekmeye dair bize herhangi bir unsur sunmuyor. Akil adam olarak filmde yer alan Hoca’nın (Ahmet Mekin) hangi nedenden dolayı tutuklu olduğunu dahi anlamıyoruz. 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye’sinde ‘sınıf’ sözcüğünü kullandığı için tutuklu bulunan yazarlara dair tek imge yok. Filmin sonunda, filmi 1940’ların karanlık günlerinde zorluklarla karşılaşan acılı kuşağa ithaf etmek, bize yönetmenin tutumunu yeteri kadar anlatmıyor. Kimlerdir 1940 kuşağı? Neden cezaevine girdiler? Fikirleri ne idi?

Filmde, Bingöl- Avşar ikilisinin şöhretinin ön palana çıktığını söylemem haksızlık mı olur, acaba? 72. Koğuş, 24 yıl sonra ikinci uyarlamasında izlenecekse, yerli edebiyat ve yerli sinemayı iyi irdeleyen ve bu anlamda eli yüzü düzgün bir uyarlama olduğu için değil, iki ünlünün filmde yer almasından izlenecektir.

Filmin, en büyük eksik tarafı da insanlık onurunun yerlerde gezindiği bir ortamda bu ‘Adem Babalar’ın ne yapacağına dair bir fikrin olmayışıdır? Birbirine ihanet etmek ve kumara oturmaktan başka bir yol yok mudur?

Orhan Kemal’in, yıllar sonra bir öyküsünün filme alınması, elbette önemli bir sinema olayıdır. Ancak, bir filmin eseri ve varsa diğer uyarlamaları dışında yeni bir şey söylemesi bizce esas olmalıdır. Yeni olarak görülebilecek şeylerin de tabii ki iğreti durmaması önemlidir.

 

     
   
     
   
     
   

[email protected]