Ana Sayfa

 
 

Milliyet Blog Magazin - Anibal Güleroğlu - 30 Temmuz 2012

 

 

‘Kötü Yol’un motivasyonu eksik!

 

 



İlk bölümüyle ekrana gelen ‘Kötü Yol’, büyük oranlara ulaşamasa da, SBT reyting ölçümlerine göre birinciliği kaptı. Dönem dizilerine düşkün Kanal D yeni yapımına çok güveniyor olmalı ki, ilk bölümün yayın gününü takip eden her gece tekrarlamakta bir sakınca görmedi. Boşluk doldurmak ve diziyi izleyicinin aklına yer ettirmek için iyi taktik. Ancak, bal yiyen baldan usanırmış sözünü de unutmamak lazım, diyerek ‘Kötü Yol’un yapım olarak sınavı verip veremediğini didikleyelim.

Diziye gelen ilk eleştiriler genellikle, yeni bir ‘Hanımın Çiftliği’ olduğu yönünde. Bu noktada, herhangi bir eleştiri yapmadan önce durup eserin sahibine bakmak gerek. ‘Hanımın Çiftliği’ de, ‘Kötü Yol’ da Maksim Gorki ve Nazım Hikmet kitapları okumaktan mahkûm edilen Adanalı Orhan Kemal’in eserleri. Çırçır fabrikasında çalışan, amelelik eden kısacası Adana’da zorlu bir yaşam sürüp hakça düzen fikirleriyle ayakta kalan ve gözünü İstanbul’a diken bir yazar. Bundan dolayı onun aynı çerçevede gelişen ürünleri belli kalıplara sahiptir.

Eserlerinde, pek çok soruna kaynak olarak ‘baba-abi’ kavramları üstünde duran Orhan Kemal aynı zamanda kadının ekonomik özgürlüğüne kavuşması gerektiğine inandığı için kadın kahramanlara özellikle ağırlık vermiştir. ‘El Kızı’ndaki Nazan ya da ‘Hanımın Çiftliği’ndeki Güllü nasıl olayların içinden sivrilip çıkmışlarsa ‘Kötü Yol’da da aynı görev Nuran karakterine verilmiştir. Dolayısıyla Özgü Namal’ın canlandırdığı Güllü karakterinin her an bir köşeden fırlayıvereceğini hissetmek gayet doğal.

Dün-bugün arasında köprü kurmayı sağlama amaçlı ‘Kötü Yol’ romanında, çamaşır makinesini ekmeğine kan doğrayacak düşman olarak gören çamaşırcı Ayşe Kadın, tıpkı traktörleri işten çıkartılmalarına sebep olacak canavarlar şeklinde algılayan ‘Hanımın Çiftliği’ndeki çırçır işçilerine benzer. Bulunduğu kapalı ortamdan ve abisinin baskısından kurtulmak için İstanbul’a gidip artist olma hayallerine dalan Nuran ise hanımefendi olma heveslisi Güllü’ye… Mekân, Adana’nın fakir kesimiyle zengin konaklarıdır. Genel hatları aynı çizilen öykülere dönemin Adana’sında öne çıkan Büyük Kulüp ve moda ithalatçısı Madamlar da eklenince, birebir aynısı olmasa bile başlangıç itibariyle benzerlik kaçınılmazdır. ‘Başlangıç’ dedik çünkü ‘Kötü Yol’, öyküsünü Adana’da başlatıp İstanbul-Yeşilçam’a uzatan bir roman. Yani ilerleyen bölümlerde ‘Hanımın Çiftliği’ atmosferi yaşanmayacak. Tabii, dizi uyarlaması kafasına göre bir ‘Kötü Yol’ çizmezse!

Bu ana çizgilerin benzerliğini bir kenara bırakıp ‘Kötü Yol’ dizisinin ayrıntılarına bakarsak ilk gözümüze çarpan, karakterlerin replik ve tavırlarındaki tutarsızlık olmakta. Örneğin, maytap yapılacak karılardan olmadığını beyan eden Bedia karakteri iyi işlenememiş. Öyküye yamanmış gibi durmakta. Kocasını yatakta bırakıp, yeni dönemdekilere pek benzeyen kepenklere sahip garajda, şoför Reşat’la mercimeği fırına veren Bedia, ‘Yamuk yapanın pırlantasını çizdiririm’ tehditlerini savurup film çekiminde kendi ihanetiyle benzer durumu görünce tırsan, çığlığı basarak dikkatleri üstüne çeken zorlama bir tip. Herkesin dalga dümeninin başka olduğu ortamda bir koltuğuna Bedia’yı, diğer koltuğuna da Nuran’ı alan neşe çocuğu Reşat ise tutarsızlık konusunda Bedia’dan aşağı kalmıyor. Nuran’la el ele tutuşmaktan çekinirken Nuri Bey’in kendilerini basmasından korkmadan araba içinde Bedia’yla kırıştırıyor.

Nuri Bey’in söylentileri doğrulayacağı gerekçesiyle boşanmaktan kaçınması sonra hemen kabul etmesi… Sohbete vakit bulan avukatın, sanki bir dilekçe hazırlamak çok zormuş gibi boşanma işlemlerini başlatmak için bir hafta süre istemesi… Kız kısmının okumasına karşı çıkan İhsan’ın Bedir Ağa’nın 50 bin TL başlığını duyunca Canan’ı istediği okula yollama vaadi… At alır gibi karı alan Bedir Ağa’nın Nuran’ı isteme ortamındaki etkisiz yapaylık… Film setinde, Reşat’ın Leman’a ‘Sizi nereden tanıyorum’ saçmalığıyla yaklaşması… Ve daha neler neler.

Velhasıl, ‘Kötü Yol’da diyaloglar gerçekten de çok basit, çelişkili ve yüzeysel. Kaliteyi asıl düşüren romandan gelen benzerlikler değil, iddialı bir diziye yakışmayan ve diziden duygu almayı engelleyen bu basitlikler! Oyuncular da repliklerine inanmadıklarından olsa gerek, yeterince rolün hâkimiyetine girememişler ve rol gibi rol yapmışlar. Yani oyuncularla karakterler kaynaşamamış. Oysa İlker Aksum, Cansel Elçin ve Şükran Ovalı karakterlere uygun oyuncular. Ne var ki, kadrajı hayli dar tutulan sahnelerde hapis kalarak izleyiciye ferah bir ambiyans sunamayan, kısa geçişlerle aktarılan sahnelerde etkileşim kuramayan dizide, onlar da yetersiz repliklerle kısıtlı bir performans sergilemekten öteye gidemiyorlar. Oyuncu rolüne inanmazsa, seyirci o karakteri nasıl benimsesin? Sahnenin görselliği cezp edici, diyalogları doyurucu olmazsa canlandırılan rol nasıl seyircide duygu yaratsın?

İddiasını, sunduğuyla bağdaştıramayan ‘Kötü Yol’u hak ettiği iyi çizgiye çekmek için belki de Leman’ın kafasındaki elmayı vuran Kenan’ın, filmin başarısı için, uyguladığı taktiğe başvurmak gerek. Dizide en kayda değer sahne de oydu zaten! Yeterli motivasyonu sağlamanın yolu gerçekçiliğin dilini yakalamaktan geçer, saptamasıyla koyalım noktamızı.



Anibal GÜLEROĞLU

   
        

[email protected]