|
“Yalnız
işçiler, o, dünyanın her tarafında, herkesten az uyuyan, kadınlı
erkekli çoluklu çocuklu kalabalık, onlar kümeler halinde ve yollarda
olurlardı. Aralarına katılırdık... Tıpkı onlar gibi, insanlardık.”
“Herkesten
evvel işbaşı yapıyor, makinenin bir kenarına ilişiyor, evden
getirdiğim esmer somunumu birkaç zeytinle yiyordum. Çok geçmeden
öteki işçilerle mürettipler de geliyorlardı ve derhal iş
başlıyordu.” O, Beyrut’lu günlerini böyle anlatır.
Orhan
Kemal’in kendini anlattığı bu satırları ya da kitaplarını ne zaman
okusam hep bir Gorki okuyormuşum duygusuna kapılırım. Ya da
Gorki’nin öykülerinden birinde kesin bir Orhan Kemal okumuş
olabileceğim duygusunu yaşarım. Ustanın, Gorki’yi bu denli
anımsatması, ya da onun kahramanlarıyla bu denli benzeşir olması
beni her zaman coşkulandırır.
O da
tıpkı Gorki gibi işler yaparak hayatını kazandı. Tıpkı Gorki gibi
insanlığın ortak sorunlarına, sıkıntılarına, umutsuzluklarına
değindi, o yüzden hem kendileri hem kahramanları birbirine benzeşti.
Orhan
Kemal, kadının toplum ve erkek karşısındaki önemsizliğini, hiçliğini
yazıp gösterdi. Erkek ne kadar ad, şan, üstünlük, onur sahibiyse
kadının “sütsüz” olduğu düşünülen bir toplumda onun “kadınları”
basit ev kadını olmak istemediler. O, onlara çalışmayı işmar
etti. Bireyselleşebilmenin tek ve vazgeçilmez koşulu çalışmaktı.
Kadın çalışırsa varolabilirdi. Çalışmak kadın için bir yol bir
kurtuluştu. O çoğu kez yazdıklarının flaş çabukluğunda değişimin
gerekliliğini gösterecek kadar usta davrandı.
“Adana’da
çırçır fabrikalarında işçilik, dokumacılık, katiplik, ambar
memurluğu yaptı. Adana’ya döndü.
Karataş’ta toprak taşıma işinde bir ay amelelik yaptı. Devlet
Demiryolları’nda “muvakkat hamal” olarak çalıştı. Bir süre
sonra işsiz kaldı…”
Bu yaşamışlıkları bana
hep Yetmiş’li yılların coşkusunu verir. O günlerin yüreğimizde bir
kardeşmişçesine yer alan umarsız işçilerini ve onların yarınlara
olan umutlarını duyabilmek için elim zaman zaman onun kitaplarına
uzanır ama kitaplar yetmez! Neredeler?
Gorki ozanların “
öylesine önemsiz yaratıklardan, bizim gibilerden, böylesine büyük
imgeler yaratmış ve onları ölümsüzleştirmiş” olduklarını söyler.
Orhan Kemal de bunu yapmıştır. O gerçekçi biçemden uzaklaşmadan
yaşamın gerçeklerini yazmış, bize insana inanmayı salık
verebilmiştir. Baba Evi’nde dediği gibi:
“ Ey açlık! Seni midemde,
iliklerimde, kanımın küreyvelerinde duydum. Ve sen, benim iyi, benim
şefik ve rahim olan soyum, insan soyu, sen ebedi tokluğu
fethedeceksin! ”
O bizdi. Hep bizleri
yazdı. İşçi, katip, memur, emekli, üç kağıtçı, hamal, amele, yosma,
çamaşırcı, bulaşıkçı, çapacı, ağa, bey, işsiz güçsüz, kadın, kız,
gelin, Tatar ağa*, Kabak Hafız* …
Kalemini bir spot gibi
kullandı. Işığı onlara tuttu ve bize gösterdi. Bizi bize anlatan
kalemlerimizdendi.
Orhan Kemal beni hep
Yetmiş’lere götürür…
Teşekkürler üstat!
İyi ki, yaşadınız ve
yazdınız!
Elimizde son
kalanlardansınız!
|