Ana Sayfa

 
 

Milliyet Blog - Kerem Porazan - 15 Mart 2011

 

 

  Ezilenlerin zabıt katibi; Orhan Kemal!..

 

 

 

 

" Çalıştığım yerin yanıbaşında bir çikolata fabrikası vardı ve bu fabrikada sarı saçlı, mavi gözlü çok güzel bir Rum kızı vardı. Adı Eleni 'ydi. Matbaanın bütün gençleri bu kızın çevresinde pervane gibi dönerlerdi. Bense üstüm başım çok kötü olduğu için uzaklarda durur, sokulamazdım. Benimle alay eder korkusuyla hep kaçardım. Bir gün ters çevrilmiş bir gaz sandığı üzerinde otururken yanıma geldi. Zaten ufacık bir alevle parlamaya hazır olduğum için bütün gövdemi ateş bastı. ben kızı Türkçe bilmez sanırdım, benimle birden Türkçe konuştu.. "senin adın ne"; dedi, nereli olduğumu sordu. Bir çikolata verdi. Alev ispirtoya değmişti artık. O günden sonra o kıza aşık oldum iyice. İşime dört elle sarıldım. Ve her gün saçlarımı taramaya başladım. Sonra buluşmalar başladı, deniz kıyılarına iniyorduk. Ve bir gün ona ayağımdaki eski pantalondan utandığımı söyledim. "sen ne utanıyorsun, zenginlerimiz utansın. aldırma böyle şeylere, boş ver"; dedi. İşte bende ilk sosyal uyanış galiba bu Rum kızı ile başladı.. "

 

Hayatın insanların üzerine salındığı, çok acılar çekilen zamanlardı..

Dudakları ısırmaktan paramparça olmuş yazarlar çağıydı daha. Nazım Hikmet içerideydi, Kemal Tahiriçerideydi, Orhan Kemal içerideydi.. Demek ki Türkiye 'nin içeride olduğu zamanlardı o yıllar..

Orhan Kemal üzerine salınmış köpeklerden kaçar gibi yazdı hep. Acılar çekti ve acılar çeken insanların öykülerini anlattı. İşçilerdi, köylülerdi, yoksullardı, ezilenlerdi, fuhuşa sürüklenen kadınlardı, düzenin zorunlu bekçileriydi, sistemin paramparça ettiği hayatlardı O 'nun romanlarından, öykülerinden fışkıran. Orhan Kemalhepsiydi bir bakıma, hepsi birer Orhan Kemal 'di veya..

Tıpkı onlar gibi yaşamış, hamallık yapmış, bulaşık yıkamış, okullarda değil fabrikalarda dirsek çürütmüş, aç kalmış, işsiz kalmış, sürgün edilmiş, hapse atılmış, kovulmuş, dövülmüş bir yazarı vardı artık ezilenlerin. Hayal etmiyordu, biliyordu bu hayatı. Tutkuyla yazdı, çünkü tutkuyla yazarsa onları kurtaracağına inandı..

" Ben halkımı, köylümü, işçimi, bütün fakir fukarayı seven bir yazarım. Belirli birtakım şartlar yüzünden; geri, bilgisiz, görgüsüz, pis kalmış insanların imkana kavuştukları zaman değişip-gelişeceğine, ileriyi benimseyeceğine, uygarlaşacağına inanıyorum.. " diyordu bir söyleşisinde. O halde yazar, yazarak katılmalıydı bu savaşa..

" Ben sadece tanık olmayı yeterli bulmuyorum. " diyor Orhan Kemal belki de sırf bu yüzden!..

İnsanı anlayacak, savaşını anlayacak ve buna katılacak sanatçı. Kolaylıkla aldatılan kişilerin aldanmalarına karşı duracaktır. O halde hergün çalışmak, hergün boğuşmak, hergün yazmak gerekir. Varsa bir bedeli tereddütsüz ödenecektir. Bedeller ödemiş bir yazar Orhan Kemal. Hiçbir ayrıcalık beklemeden girdi inandığı kavgaya. Herkes gibi yaşadı, herkesten çok düşündü yurdunun insanını. İyimserdi buna karşın. Çünkü uğruna kavga ettiği insanları çok iyi tanıyordu. Evet, onlar yoksul, cahil ve çocuktular. Ama onları ağır ellerini toprağa basıp doğrulduklarında görmeliydi bir de. Bir arkeolog sabrıyla kazmalı, bulunanı yazmalı ve ayağa kalkmalarına yardım etmeliydi yazar..

Yazarlıktan önce Adana 'da Milli Mensucat Fabrikası 'nda uzun yıllar küçük memurluk, katiplik yaptı. Gurbete çıkan, Adana 'ya inen köylülerle tanıştı. Çırçır işçilerinin, pamuk işçilerinin yani emekçilerin mektuplarını ve kimi zaman dilekçelerini yazdı. Dertlerine ortak oldu, sıcak somunlarını, bir dilim peynirlerini, üç dal yeşilliklerini paylaştı. Bu halk çocuklarının, şehir madrabazlarının elinde nasıl sömürüldüklerini gördü..

Hikaye ve romanlarında yığınla çizdiği; işçi, köylü, emekçi tipleri düzensiz bir toplumun yarattığı kaçınılmaz resimlerdi sadece. Çünkü o fildişi kulelerden değil, halkın içinden yazıyordu herdaim. Yurtsever bir yazar olarak yurdunun kalkınmasının gerekliğine inandı ve bunun üzerine kafa yordu. Ve ezilmişleri yazarak yaptı bu kirli düzene karşı en büyük eylemini!..

Arkadaşlık, dostluk mirengi taşıydı hayatının. Hayata karşı duruşundan etkilendiğini her fırsatta söylediğiNazım Hikmet 'in bulunduğu yere gelişini haber aldığı ilk anda hissettiklerini şöyle ifade etmişti;

" Kurşuni bir gündüzdü ve hapishane bahçesindeki zambakların yeşil yaprakları üzerinde kar vardı. Evimden uzak kalışımın ve kurşuni günlerin çileden çıkaran sıkıntısını, cezamın dolmasına daha yıllar oluşunun ümitsizliğini birdenbire buluttan kurtulan parlak bir güneş sanki silip süpürüvermişti. Oysa, henüz onunla ne merhabam vardı, ne de günün birinde 'arkadaş' olabilme ihtimalim.."

Yarım asırdan fazla geçti yazdıklarının üzerinden ama, romanlarında buram-buram kokan Anadolu 'yu tüm çıplaklığıyla görebilirsiniz halen. Sıcaktır yazdıkları, Çukurova gibi. Bazıları içinizi ısıtır, bazıları canınızı yakar. Bursa Cezaevi 'nde tanıştığı toplumcu dostu Nazım Hikmet mektubunda doğacak oğluna ismini koymasını rica edince bir an bile düşünmez ve Nazım Hikmet diye çağırır doğan ilk oğlunu. Öyle bir adamdır Orhan Kemal..

Şöyle demişti giderayak, şimdilerde adını sıklıkla TV dizileri ve sinema filmleri ile duyduğumuz, çocukluğumuzun uzun öğleden sonralarında bize hayatı öğreten adam;

" Eşe-dosta selam..
İnandığım doğruların adamı oldum.
Böyle yaşadım..
Karınca-kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım, kavgamdan vazgeçmedim hiç.

Kursağıma hakkım olmayan tek lokma dahi girmemiştir.
Bizim ailenin delisi benim!.."

Helal olsun!.. Ama aşk olsun..

15.Mart.2011
Kerem Porazan

 

        

[email protected]