Ana Sayfa

 
 

Kültür Mafyası/Aylık Dergi - Dilek Mayatürk - 1 Ocak 2013

 

 

  Orhan Kemal 99 yaşında!

 

 

 

Sayfalar ve Haneler


 

Orhan Kemal İstanbul'un birçok farklı semtinde oturdu, o semtlerin havasını yazdığı romanlara taşıdı. 99. doğum yılında Orhan Kemal'in Cihangir'deki müzesine konuk olduk ve oğlu Işık Öğütçü ile görüştük.


 

"İnsanlara kızmamaya alışın. İnsanlar kızılmaya değil, acınmaya ve sevilmeye muhtaçtırlar. Hastasına kızmayan bir doktor olmaya çalışın. Ekmeğinizi alnınızın teriyle kazanın, kitaplar satın alın, bol bol okuyun. Benim kim olduğumu öğrenip de ne yapacaksınız? Bir insan işte... "

Orhan Kemal


 

Aslında ne bu yazıya bu başlığı vermeyi, ne de girişi böyle yapmayı planlıyordum. Ancak Orhan Kemal'in oğlu Işık Öğütçü ile konuştuktan sonra ve hazır yeni bir yılın başındayken, insanların içini (bence biraz garip ama olsun; iyidir umut, iyidir) yeni güzel umutlar, hayaller kaplamışken, çoğumuz -yine nedense arınmış; ama olsun iyidir arınmak da iyidir-, sadeleşmiş, her şeyin geçen seneden daha iyi olacağına dair pembe gözlüklerimizi takmış ve yeni planlar yaparken ve daha önümüzde bu yılla birlikte iki koskoca yıl varken, bir hayal kuralım istedim.

Ne mi bu hayal? 1914 doğumlu Orhan Kemal'in doğumunun 99. yılındayız. 2014 ise 100. yılı olacak. Evet, başta bu ziyaret de, her sayıda yaptığımız gibi, yine bir yazar evi/müzesi ziyaretiydi. Ancak bize biraz daha farklı manevi bir sorumluluk yükledi bu ziyaret. Güzel şeyler nedense bu ülkede ağır işliyor, "Projenizi bir de şuraya mail atın" denilen mailler "önemsiz" kutusunda ölüp gidiyor.

Işık Öğütçü, 2014 yılının Orhan Kemal yılı ilan edilmesi ve tüm yıl Orhan Kemal'e ilişkin konferanslar, sempozyumlar, hikaye yarışmaları düzenlenmesi, Orhan Kemal kitaplarının Milli Eğitim tarafından okullara dağıtılması ve bunun gibi küçük hayallerinden oluşan "18 maddelik dev bir hayal liste" hazırlamış. Hayal dememin sebebi, gerçekleşemeyeceği için değil. Güzel olduğu için. Baştaki savımı hala destekliyorum, kolay hayata geçen şeyler bir çırpıda olup bitiveriyor, "iyi, öğretici ve toplumsal bir değeri olan" projelerin gerçekleşmesi için geçen süre ise yıllarımıza tekabül ediyor. O yüzden şimdi yazıyorum. Önümüzde koskoca bir yıl var. En iyi ihtimalle bir yılımızı aldı diyelim, hiç fena değil (!) Bu yazıyla, sayın Işık Öğütçü'nün "2014 yılının Orhan Kemal yılı ilan edilmesi" fikrini daha çok insana şimdiden ulaştırmayı ve planladığı şahane aktiviteleri gerçekleştirebilmesi için, naçizane bir adım olmayı amaçladık.

Adana'dan kopup gelmiş; kitaplarını, hayatın her safhasını bizzat gözlemleyerek yazmış; yoksul kesimi, işçilerin hayatlarındaki zorluklar (kendi hayatının da hiç kolay olmadığı su götürmez bir gerçek olduğundan) bizzat edebiyatının malzemesi olan gerçekçi, büyük yazar Orhan Kemal'in oğlu Işık Öğütçü ile müzede yaptığımız röportajı buyurun. Keyifli okumalar.

İstanbul/Cihangir; Orhan Kemal Müzesi'nden sevgilerle...


 

Babanız, İstanbul'un çok farklı yerlerinde oturmuş. Nerelerde ikamet etti Orhan Kemal İstanbul'a geldiğinde?

Işık Öğütçü: Orhan Kemal 1951 yılında İstanbul'a geldiğinde Tepebaşı'nda, daha sonra Fener, Unkapanı, Fatih ve Basınköy'de oturdu. Tam 5 tane yer değiştirdi. Tabii bu oturduğu yerlerin çoğu, onun eserlerinde söz ettiği küçük insanların oturduğu yerlerdi, kiraları da ucuzdu. Onları ancak ödeyebiliyordu, bu yüzden tercih ediyordu. Cihangir o dönemlerde de iyi bir semt, ben 1997'de kendi çalışmamla ilgili bir mekan ararken Cihangir'deki bu yeri buldum ve aldım. Bir yıl inşaat sürdü.

1999'da buraya taşınabildik. Bir yıl buralar hep boş kaldı. İçimde hep bir müze açmak düşüncesi vardı. 2000 yılının Haziran'ında, burada bir dostumla sohbet ettik müze fikriyle ilgili, aynı yıl Eylül'de müzeyi açmıştık.

Ben buradaki eşyalarla yaşamıştım zaten, neyin nerede olduğunu adım gibi hatırlıyorum. Hepsini, bütün eşyaları buraya getirdik, yerleştirdik. Çalışma odası, yatağının durduğu yer, birebir aynıdır. Bütün sergilenen objeler onun eşyaları. Ziyarete gelenlere de söylüyorum, Orhan Kemal bu evde oturmadı; ancak otursaydı, aynen bu şekilde olurdu eşyaları, evi, düzeni.

En uzun süre oturduğu yer Unkapanı'ndaki evdir. 1954-1966 arasında orada ikamet etmiştir. Şu anda biz onu egale ettik, gelecek yıldan itibaren, babam benim için bu evde daha uzun süre oturmuş gibi hissedeceğim.

Eskiden oturduğu evlerin durumu nedir? Kiracılar mı var şimdi?

Tepebaşı'ndaki evi ağabeyim bulamadığını söyledi. Ablam daha iyi bilir aslında. Fener'deki ev duruyor. Unkapanı'ndaki ev de duruyor. Oradaki evin sahibiyle de hala görüşüyorum. Onlar annemi falan da iyi hatırlıyorlar. Fatih'teki ev de kirada sanırım. Basınköy'deki ev biraz enteresandır. 1967'de babam 72. Koğuş'u yazdı oyun olarak ve 72. Koğuş Ankara Sanat Tiyatrosu'nda çok büyük bir ses getirdi. Kapalı gişe oynadı. Oradan gelen teliflerle, Batman'da o sene görevde olan Nazım Ağabeyimin de gönderdiği paralarla birlikte, para denkleştirdi, o evi satın aldı. Hava parasını verip satın aldı desem daha doğru. 67-68 senesi gibi biz Basınköy'e taşındık. Ve babamın kadim dostu Fikret Otyam'a yazdığı bir mektup vardır ve çok acıdır aslında: "Kira ödemeden oturmak ne büyük keyifmiş" diye yazar. Öyle bir hasreti vardı gerçekten. Basınköy'de 3 yıl oturabildi kendi evinde. 1970'de de vefat etti zaten.

Müze açıldıktan sonra sizin hayatınızda bir değişiklik oldu mu? Bir de, sanırım siteyle ilgileniyorsunuz sürekli.

Sadece babamın adına müze açmakla sorumluluğum bitmedi. Bir ara Unkapanı'ndaki evi almak istedik müze olarak kullanmak için. Ama o zaman da ben hep başında duramayacaktım. Burada gelen ziyaretçilerle ilgilenebiliyorum, okullardan öğrenciler geliyor onlara anlatıyorum. Diğer türlü yanlış bilgilendirme olasılığı var. Misal internetten bakıyorsunuz, babamın İstanbul'a göçü için 1950 yazar, ama 1951 doğrusu. Nisan ayında geldiler. Hangisini düzelteceksin? O açıdan ben de başında durmak istedim. Babamın şu anda mevcut 51 kitabı var. 3 tane de İngilizce var. Toplamda 54 kitabı basılan bir yazar. Siteyi sürekli güncelliyoruz. Haberleri giriyoruz. Müzeyi açmadan önce benim hayatımda televizyon diye bir şey yoktu. 2000'den beri televizyona çıkıyorum, babamı anlatıyorum. Bunun sorumluluğu arttı bende.

Kötü yol. Evlerden Biri, 72. Koğuş... Eserlerin diziye, sinemaya uyarlanmasını nasıl buluyorsunuz? İçerik olarak özellikle?

Ben olaya biraz farklı bakıyorum. 1980 ile 2000 arasında Orhan Kemal yok denecek kadar az. Basın görmüyor. Başka bir etkinlik yok. Bir eseri bile Devlet Tiyatrosu'nda oynanmıyor. 20 yıllık bir süreçte sanki silgi ile siliniyor. Bunları görüp dehşete düştükten sonra, aslında müzenin de gerekli olduğunu düşündüm, toplumsal hafızada bir şeylerin silinmemesi adına.

Diziler de bu toplumsal hafızayı canlı tutmakta çok önemli bir unsur. Bir anda milyonlara ulaşıyorsunuz. Orhan Kemal'i hatırlıyorlar. Eskilere dönüyorlar. "Biz Orhan Kemal'i okumuştuk" diyorlar. Belki kütüphanelerinde varsa kitaplarına tekrar dönüyorlar. Yeni bir kitabını alıp okuyorlar veya. Bu açıdan önemli. Eserleri uyarlanıyor, değiştiriliyor, başka bir formata sokuluyor. Bizim yapacağımız, bu uyarlamaların "en az hasarla" sunulmasını sağlamak, bu türlü bir hatırlanmayı sağlamak.

"Kötü Yol" dizisini düşünürsek, aslında hiç ilgisi yok kitapla. Tamamen başkalaşmış. "Evlerden Biri" daha doğru tespitlerle uyarlandı. Özüne daha sadık. Bu da tabi biraz senaristlerin tutumundan kaynaklanıyor. Senaristlerin, bu önemli yazarların yakınları yaşıyorsa onlarla, yaşamıyorsa o konu hakkında çalışan uzmanlarla, edebiyatçılarla, doktorasını yapmış insanlarla sürekli irtibat halinde olmaları gerekiyor.

12 yıldır, müzeyi açtığımızdan beri, ben de babamla yatıp babamla kalkıyorum. Müzenin sitesine bile açıp baksalar, Orhan Kemal'i daha doğru aktarabilirler. Onun kitaplarını okumak lazım. Bir iki tanesini değil ama. Onun üzerine yazılmış araştırmaları, tezleri okumak, araştırmak lazım.

Babanızın yaşadığı evler, oturduğu mekanların izlerini taşıyor mu eserleri sizce? Örnek vermek gerekirse?

Mesela 72. Koğuş'u kendisi bir makale olarak yazmıştır. Fener'deki evde yazdığını söyler. 1953-54 kışı diye başlar olaya. Unkapanı'nda uzun oturmuştur. Orada hemen ilerimizde Cibali Tütün Fabrikası vardı. Şimdi Kadir Has Üniversitesi'nin olduğu yer. Sürekli işçileri görür, izler, onlarla konuşurdu. Oradaki esnaf lokantasında yemek yerdi. Mesela "Evlerden Biri"ndeki mekan orasıdır. Kahve, Unkapanı'nda gidip oturduğu kahvedir, orayı betimlemiştir. Bütün düzen, mekan oradandır. "Müfettişler Müfettişi" orasıdır. "Suçlu" eseri orasıdır.

Net olarak adres vermez, ama biz orada yaşadığımız için oralardan kareler görür gibi oluyoruz okurken. Unkapanı onun eserlerinde yer etmiştir. Bir örnek daha vereyim: 1964'te amcam ölmek üzereydi. Ankara'dan İstanbul'a bize gelmişti. Alt katta yatıyordu. "Müfettişler Müfettişi"nin en komik bölümünü yazıyor babam o sırada.

Daha sonra babamla ilgili araştırma yaparken buldum bu yazıları; "Ben aşağıdayım, aklım yukarıda can çekişen kardeşimde." diye bir notu var. Kitapta "Müfettişler Müfettişi"nin annesinin ölüm sahnesi vardır. Ben o ölüm sahnesinde amcamın ölümünü hissettim. O ölüm sahnesi; amcamın ölümüydü işte.

Babam onu betimlemiş. Orhan Kemal gibi gerçekçi bir yazarda böyle etkilenmeler, anlatımlar beklenen bir durum zaten. Hayattan, insanlardan beslenerek yazdı o. Kendi hayatı da hiç mi hiç kolay olmamıştı.


 

Işık Öğütçü: "Annem, babamın eve paralı mı, parasız mı geldiğinin kapı çalışından belli olduğunu söylerdi. Para kazanabilmişse o gün; melodik çalardı, parasızsa daha sert çalardı. Zor bir yaşamdan geldi babam. Bu müze, babama vefa borcumdur."


 

"Çoğu insan kendindeki kusurun farkındadır, fakat açığa vurmaktan çekinir. Kendindeki kusurları görebilmek bir özelliktir, bu kusurları söyleyebilmek ikinci özellik, hele kendisiyle alay edebilmek bir zekadır..." Orhan Kemal


 

 

        

[email protected]