Sayfalar ve Haneler
Orhan
Kemal İstanbul'un birçok farklı semtinde oturdu,
o semtlerin havasını yazdığı romanlara taşıdı.
99. doğum yılında Orhan Kemal'in Cihangir'deki
müzesine konuk olduk ve oğlu Işık Öğütçü ile
görüştük.
"İnsanlara kızmamaya alışın. İnsanlar kızılmaya
değil, acınmaya ve sevilmeye muhtaçtırlar.
Hastasına kızmayan bir doktor olmaya çalışın.
Ekmeğinizi alnınızın teriyle kazanın, kitaplar
satın alın, bol bol okuyun. Benim kim olduğumu
öğrenip de ne yapacaksınız? Bir insan işte... "
Orhan Kemal
Aslında ne bu yazıya bu başlığı vermeyi, ne de
girişi böyle yapmayı planlıyordum. Ancak Orhan
Kemal'in oğlu Işık Öğütçü ile konuştuktan sonra
ve hazır yeni bir yılın başındayken, insanların
içini (bence biraz garip ama olsun; iyidir umut,
iyidir) yeni güzel umutlar, hayaller
kaplamışken, çoğumuz -yine nedense arınmış; ama
olsun iyidir arınmak da iyidir-, sadeleşmiş, her
şeyin geçen seneden daha iyi olacağına dair
pembe gözlüklerimizi takmış ve yeni planlar
yaparken ve daha önümüzde bu yılla birlikte iki
koskoca yıl varken, bir hayal kuralım istedim.
Ne mi
bu hayal? 1914 doğumlu Orhan Kemal'in doğumunun
99. yılındayız. 2014 ise 100. yılı olacak. Evet,
başta bu ziyaret de, her sayıda yaptığımız gibi,
yine bir yazar evi/müzesi ziyaretiydi. Ancak
bize biraz daha farklı manevi bir sorumluluk
yükledi bu ziyaret. Güzel şeyler nedense bu
ülkede ağır işliyor, "Projenizi bir de şuraya
mail atın" denilen mailler "önemsiz" kutusunda
ölüp gidiyor.
Işık
Öğütçü, 2014 yılının Orhan Kemal yılı ilan
edilmesi ve tüm yıl Orhan Kemal'e ilişkin
konferanslar, sempozyumlar, hikaye yarışmaları
düzenlenmesi, Orhan Kemal kitaplarının Milli
Eğitim tarafından okullara dağıtılması ve bunun
gibi küçük hayallerinden oluşan "18 maddelik dev
bir hayal liste" hazırlamış. Hayal dememin
sebebi, gerçekleşemeyeceği için değil. Güzel
olduğu için. Baştaki savımı hala destekliyorum,
kolay hayata geçen şeyler bir çırpıda olup
bitiveriyor, "iyi, öğretici ve toplumsal bir
değeri olan" projelerin gerçekleşmesi için geçen
süre ise yıllarımıza tekabül ediyor. O yüzden
şimdi yazıyorum. Önümüzde koskoca bir yıl var.
En iyi ihtimalle bir yılımızı aldı diyelim, hiç
fena değil (!) Bu yazıyla, sayın Işık Öğütçü'nün
"2014 yılının Orhan Kemal yılı ilan edilmesi"
fikrini daha çok insana şimdiden ulaştırmayı ve
planladığı şahane aktiviteleri
gerçekleştirebilmesi için, naçizane bir adım
olmayı amaçladık.
Adana'dan kopup gelmiş; kitaplarını, hayatın her
safhasını bizzat gözlemleyerek yazmış; yoksul
kesimi, işçilerin hayatlarındaki zorluklar
(kendi hayatının da hiç kolay olmadığı su
götürmez bir gerçek olduğundan) bizzat
edebiyatının malzemesi olan gerçekçi, büyük
yazar Orhan Kemal'in oğlu Işık Öğütçü ile müzede
yaptığımız röportajı buyurun. Keyifli okumalar.
İstanbul/Cihangir; Orhan Kemal Müzesi'nden
sevgilerle...
Babanız, İstanbul'un çok farklı yerlerinde
oturmuş. Nerelerde ikamet etti Orhan Kemal
İstanbul'a geldiğinde?
Işık
Öğütçü: Orhan Kemal 1951 yılında İstanbul'a
geldiğinde Tepebaşı'nda, daha sonra Fener,
Unkapanı, Fatih ve Basınköy'de oturdu. Tam 5
tane yer değiştirdi. Tabii bu oturduğu yerlerin
çoğu, onun eserlerinde söz ettiği küçük
insanların oturduğu yerlerdi, kiraları da
ucuzdu. Onları ancak ödeyebiliyordu, bu yüzden
tercih ediyordu. Cihangir o dönemlerde de iyi
bir semt, ben 1997'de kendi çalışmamla ilgili
bir mekan ararken Cihangir'deki bu yeri buldum
ve aldım. Bir yıl inşaat sürdü.
1999'da buraya taşınabildik. Bir yıl buralar hep
boş kaldı. İçimde hep bir müze açmak düşüncesi
vardı. 2000 yılının Haziran'ında, burada bir
dostumla sohbet ettik müze fikriyle ilgili, aynı
yıl Eylül'de müzeyi açmıştık.
Ben
buradaki eşyalarla yaşamıştım zaten, neyin
nerede olduğunu adım gibi hatırlıyorum. Hepsini,
bütün eşyaları buraya getirdik, yerleştirdik.
Çalışma odası, yatağının durduğu yer, birebir
aynıdır. Bütün sergilenen objeler onun eşyaları.
Ziyarete gelenlere de söylüyorum, Orhan Kemal bu
evde oturmadı; ancak otursaydı, aynen bu şekilde
olurdu eşyaları, evi, düzeni.
En
uzun süre oturduğu yer Unkapanı'ndaki evdir.
1954-1966 arasında orada ikamet etmiştir. Şu
anda biz onu egale ettik, gelecek yıldan
itibaren, babam benim için bu evde daha uzun
süre oturmuş gibi hissedeceğim.
Eskiden oturduğu evlerin durumu nedir? Kiracılar
mı var şimdi?
Tepebaşı'ndaki evi ağabeyim bulamadığını
söyledi. Ablam daha iyi bilir aslında.
Fener'deki ev duruyor. Unkapanı'ndaki ev de
duruyor. Oradaki evin sahibiyle de hala
görüşüyorum. Onlar annemi falan da iyi
hatırlıyorlar. Fatih'teki ev de kirada sanırım.
Basınköy'deki ev biraz enteresandır. 1967'de
babam 72. Koğuş'u yazdı oyun olarak ve 72. Koğuş
Ankara Sanat Tiyatrosu'nda çok büyük bir ses
getirdi. Kapalı gişe oynadı. Oradan gelen
teliflerle, Batman'da o sene görevde olan Nazım
Ağabeyimin de gönderdiği paralarla birlikte,
para denkleştirdi, o evi satın aldı. Hava
parasını verip satın aldı desem daha doğru.
67-68 senesi gibi biz Basınköy'e taşındık. Ve
babamın kadim dostu Fikret Otyam'a yazdığı bir
mektup vardır ve çok acıdır aslında: "Kira
ödemeden oturmak ne büyük keyifmiş" diye yazar.
Öyle bir hasreti vardı gerçekten. Basınköy'de 3
yıl oturabildi kendi evinde. 1970'de de vefat
etti zaten.
Müze açıldıktan sonra sizin hayatınızda bir
değişiklik oldu mu? Bir de, sanırım siteyle
ilgileniyorsunuz sürekli.
Sadece babamın adına müze açmakla sorumluluğum
bitmedi. Bir ara Unkapanı'ndaki evi almak
istedik müze olarak kullanmak için. Ama o zaman
da ben hep başında duramayacaktım. Burada gelen
ziyaretçilerle ilgilenebiliyorum, okullardan
öğrenciler geliyor onlara anlatıyorum. Diğer
türlü yanlış bilgilendirme olasılığı var. Misal
internetten bakıyorsunuz, babamın İstanbul'a
göçü için 1950 yazar, ama 1951 doğrusu. Nisan
ayında geldiler. Hangisini düzelteceksin? O
açıdan ben de başında durmak istedim. Babamın şu
anda mevcut 51 kitabı var. 3 tane de İngilizce
var. Toplamda 54 kitabı basılan bir yazar.
Siteyi sürekli güncelliyoruz. Haberleri
giriyoruz. Müzeyi açmadan önce benim hayatımda
televizyon diye bir şey yoktu. 2000'den beri
televizyona çıkıyorum, babamı anlatıyorum. Bunun
sorumluluğu arttı bende.
Kötü yol. Evlerden Biri, 72. Koğuş... Eserlerin
diziye, sinemaya uyarlanmasını nasıl
buluyorsunuz? İçerik olarak özellikle?
Ben
olaya biraz farklı bakıyorum. 1980 ile 2000
arasında Orhan Kemal yok denecek kadar az. Basın
görmüyor. Başka bir etkinlik yok. Bir eseri bile
Devlet Tiyatrosu'nda oynanmıyor. 20 yıllık bir
süreçte sanki silgi ile siliniyor. Bunları görüp
dehşete düştükten sonra, aslında müzenin de
gerekli olduğunu düşündüm, toplumsal hafızada
bir şeylerin silinmemesi adına.
Diziler de bu toplumsal hafızayı canlı tutmakta
çok önemli bir unsur. Bir anda milyonlara
ulaşıyorsunuz. Orhan Kemal'i hatırlıyorlar.
Eskilere dönüyorlar. "Biz Orhan Kemal'i
okumuştuk" diyorlar. Belki kütüphanelerinde
varsa kitaplarına tekrar dönüyorlar. Yeni bir
kitabını alıp okuyorlar veya. Bu açıdan önemli.
Eserleri uyarlanıyor, değiştiriliyor, başka bir
formata sokuluyor. Bizim yapacağımız, bu
uyarlamaların "en az hasarla" sunulmasını
sağlamak, bu türlü bir hatırlanmayı sağlamak.
"Kötü
Yol" dizisini düşünürsek, aslında hiç ilgisi yok
kitapla. Tamamen başkalaşmış. "Evlerden Biri"
daha doğru tespitlerle uyarlandı. Özüne daha
sadık. Bu da tabi biraz senaristlerin tutumundan
kaynaklanıyor. Senaristlerin, bu önemli
yazarların yakınları yaşıyorsa onlarla,
yaşamıyorsa o konu hakkında çalışan uzmanlarla,
edebiyatçılarla, doktorasını yapmış insanlarla
sürekli irtibat halinde olmaları gerekiyor.
12
yıldır, müzeyi açtığımızdan beri, ben de babamla
yatıp babamla kalkıyorum. Müzenin sitesine bile
açıp baksalar, Orhan Kemal'i daha doğru
aktarabilirler. Onun kitaplarını okumak lazım.
Bir iki tanesini değil ama. Onun üzerine
yazılmış araştırmaları, tezleri okumak,
araştırmak lazım.
Babanızın yaşadığı evler, oturduğu mekanların
izlerini taşıyor mu eserleri sizce? Örnek vermek
gerekirse?
Mesela 72. Koğuş'u kendisi bir makale olarak
yazmıştır. Fener'deki evde yazdığını söyler.
1953-54 kışı diye başlar olaya. Unkapanı'nda
uzun oturmuştur. Orada hemen ilerimizde Cibali
Tütün Fabrikası vardı. Şimdi Kadir Has
Üniversitesi'nin olduğu yer. Sürekli işçileri
görür, izler, onlarla konuşurdu. Oradaki esnaf
lokantasında yemek yerdi. Mesela "Evlerden
Biri"ndeki mekan orasıdır. Kahve, Unkapanı'nda
gidip oturduğu kahvedir, orayı betimlemiştir.
Bütün düzen, mekan oradandır. "Müfettişler
Müfettişi" orasıdır. "Suçlu" eseri orasıdır.
Net
olarak adres vermez, ama biz orada yaşadığımız
için oralardan kareler görür gibi oluyoruz
okurken. Unkapanı onun eserlerinde yer etmiştir.
Bir örnek daha vereyim: 1964'te amcam ölmek
üzereydi. Ankara'dan İstanbul'a bize gelmişti.
Alt katta yatıyordu. "Müfettişler Müfettişi"nin
en komik bölümünü yazıyor babam o sırada.
Daha
sonra babamla ilgili araştırma yaparken buldum
bu yazıları; "Ben aşağıdayım, aklım yukarıda can
çekişen kardeşimde." diye bir notu var. Kitapta
"Müfettişler Müfettişi"nin annesinin ölüm
sahnesi vardır. Ben o ölüm sahnesinde amcamın
ölümünü hissettim. O ölüm sahnesi; amcamın
ölümüydü işte.
Babam
onu betimlemiş. Orhan Kemal gibi gerçekçi bir
yazarda böyle etkilenmeler, anlatımlar beklenen
bir durum zaten. Hayattan, insanlardan
beslenerek yazdı o. Kendi hayatı da hiç mi hiç
kolay olmamıştı.
Işık Öğütçü: "Annem, babamın eve paralı mı,
parasız mı geldiğinin kapı çalışından belli
olduğunu söylerdi. Para kazanabilmişse o gün;
melodik çalardı, parasızsa daha sert çalardı.
Zor bir yaşamdan geldi babam. Bu müze, babama
vefa borcumdur."
"Çoğu insan kendindeki kusurun farkındadır,
fakat açığa vurmaktan çekinir. Kendindeki
kusurları görebilmek bir özelliktir, bu
kusurları söyleyebilmek ikinci özellik, hele
kendisiyle alay edebilmek bir zekadır..." Orhan
Kemal