Orhan Kemal (1914-1970)
56 yıllık yaşamına, yaşadığı zorluklara rağmen, inanılması zor bir
üretkenlikle roman, hikaye, oyun, senaryo alanında 50 ye yakın eser
verdi. Son dönemde Orhan Kemal Kültür Merkezi ve Müzesi'nin yaptığı
çalışmalar sayesinde yazarın okuyucuya ulaşmayan eserleri de
basılıyor. Yaşadığı dönemde de araştırmacıların, eleştirmenlerin
üzerinde durduğu Orhan Kemal, farklı yönleriyle araştırmalara konu
olmaya devam ediyor.
Yazarın romanlarını
sosyolojik bir bakış açısıyla ele alan akademisyen Mehmet Nuri
Gültekin'in “Orhan Kemal'in Romanlarında Modernleşme, Birey ve
Gündelik Hayat” adlı eseri geçtiğimiz günlerde Everest Yayınları
tarafından yeniden basıldı. Gültekin'le kitabını ve Orhan Kemal'i
konuştuk.
Kitabınızın Ege
Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'ne doktora tezi olarak sunulduğunu
biliyoruz. Ama kitabı okurken sadece bir tez için hazırlanmış bir
kitaba benzemiyor. Satırlarınızdan Orhan Kemal hayranlığını ve
sevgisini okumak mümkün. Orhan Kemal'in sizin için ne ifade ettiğini
anlatır mısınız?
Kitabın öncesi ve ilk
hali, sizin de belirttiğiniz gibi bir doktora tezi... Fakat kitap
olarak yayınlanması için özellikle kuramsal kısımlarda ciddi
eksiltme ve sadeleştirmeler yapıldı. Akademik bir tez formatından
biraz uzaklaştırmak gayesi de söz konusu oldu. Bu yeniden
biçimlendirmede kitabın bütün okuyuculara, Orhan Kemal'in dünyasına
ilgi duyan insanlara hitap etmesinin kaygısı da yok değil doğrusu.
Ama yayınlanan roman incelemeleri üzerinde hemen hemen hiçbir
değişiklik yapılmadı.
Doğrusunu söylemek
gerekirse, Orhan Kemal'i çalışmaya başlamadan önce birkaç romanıyla
sınırlı bir 'tanışıklığım' vardı. Bir de lise yıllarımda televizyona
uyarlanan diziler. Tezden önce de onun yazdıklarını, dünyasını
okurken ya da izlerken bende ilkin samimiyet ve hakikilik duygusu
uyandırmıştı. Karakterlerden tutun da, 1930 lı yıllardan itibaren
dönemleri, sosyal hayatı anlatmadaki başarısı sıradan bir roman
okuyucusu olarak üzerimde büyük etkiler bırakmıştı. Bu kitabı
oluşturan çalışma suresi boyunca da, Orhan Kemal'in eserlerinin
dünyasına merakım daha da arttı fakat bu kez o eserlerden bir şeyler
çıkarma-yazma niyeti vardı. Yani amatör okuyucu ruhunu kaybetmeden
çok sevdiğiniz bir yazarın dünyasından bir sosyal bilim tezi çıkarma
gayesinin daha baskın geldiğini söyleyebiliriz.
Sorunuzun son kısmı için
çok net bir şekilde şunu söyleyebilirim: Edebiyat veya romandan
diğer edebi eserlere değin, sanatsal ya da bütün estetik üretimler
anlaşılmadan nasıl bir toplumun anlaşılma çabası eksik ve
derinliksiz kalırsa, Orhan Kemal'in yazdıklarına bakmadan da
Türkiye'deki toplumsal tarihin belli bir döneminin anlaşılmasının
aynı derecede eksik kalacağını düşünüyorum.
Orhan Kemal
romanlarındaki bireyi ve değişimi anlatmak için 12 roman
seçmişsiniz. Biz 30 dan fazla roman, olduğunu biliyoruz. İnceleme
içinde yer verdiğiniz romanları seçerken neye dikkat ettiniz? Seçimi
yaparken zorlandınız mı?
Sözünü ettiğiniz seçilen
romanlar tematik olarak toplumsal tarihsel bağlamla ilgileri
bakımından ele alındılar ve diğerlerinin dışarıda bırakılması bu
yüzdendi. Hiç şüphesiz bütün romanları için farklı bağlamlar
açısından çok farklı seçimler yapılabilir ki, Orhan Kemal Türkiye
deki edebiyat ve roman geleneği içerisinde bu özelliklere fazlasıyla
sahip biri. Mesela, sadece toplumsal cinsiyet, kadın-erkek
ilişkileri, yoksulluk, çocukluk, köylülük, sınıf gibi pek çok konuda
farklı seçmeler yapmak pekala mümkün. Ve bence bu ve daha
sayamadığım pek çok konu hala meraklılarını bekliyor. Orhan Kemal
hak ettiği noktada değil ne yazık ki. Ve maalesef, birkaç kişinin
(ki, aklıma hemen Orhan Kemal Müzesi'nin çalışmaları geliyor) inatçı
ve ısrarcı gayretleri olmasaydı bugünden çok daha uzak bir noktada
olacaktık.
Orhan Kemal'in
romanlarının ilk yayımlandığı yıllarda sıcağı sıcağına yapılan
değerlendirmelerin, edebiyat çevrelerinde önemli tartışmalar
yarattığını görüyoruz. Orhan Kemal'in kendini tekrar ettiği
eleştirisi bunların en başındadır. Bugünden baktığınızda o
değerlendirmeleri nasıl buluyorsunuz?
Edebi eleştiri tabii ki,
önemlidir ama sosyolojinin kaygısıyla tamamen örtüşen bir durumu söz
konusu değildir. Doğrudur, bazı romanlarında tekrarlar olabilir
(hangi yazarda yok ki!) ama bu Orhan Kemal'in değerini düşürmez ve
bütünüyle onun iyi bir romancı ya da usta edebiyatçı olmadığını
göstermez. Şu gerçeği de unutmamak gerekiyor bence: Orhan Kemal
Adana'dan kalkıp İstanbul gibi edebiyat dünyasının kurtlar
sofrasında kalemiyle geçinip ayakta kalmaya çalışıyor. Yani rahat ve
güvenceli değil. Ne bir kalemde memurdur, ne bir yakınının emekli
aylığı vardır ne de kendisinin okuldan arkadaşlarının zaman zaman
gözeteceği, kayıracağı bir çevresi vardır. Bir de bunlara tefrikaya
yetişecek hikayeler, ev geçindirme derdi, yayınevlerinin çevirdiği
dalavereleri ekleyin. Bu koşullarda yazıyor... Dolayısıyla bu
koşullarda kendini tekrarlar da vardır, Türk edebiyatının yüz akı
romanlar ve hikayeler de.
Bir de edebiyat
eleştirisinin eleştirisi meselesi var. Biliyoruz ki, edebi eleştiri
en az yazarın kendisi kadar sınıfsal özler taşır ve bu paradigmadan
bakar romana. Kendi döneminde de, sonrasında da, Orhan Kemal'in
yazdıklarının steril edebi eleştirmenlere göre "kusurlu” olarak
addedilmesinin ve toptancı bir şekilde kenara itilmek istenmesinin
altında edebi kurgudan çok başka nedenler aranmalıdır bence. Haklı
ve doğru eleştiriyi bu değerlendirmenin dışında tutuyorum. Bir de
şunu söylemek gerekir ki, Türkiye'de edebiyat dünyası cadı
kazanlarının ve tuhaf dayanışmaların da görüldüğü bir alandır.
Toplumdaki diğer kurumsal ilişkilerden o kadar da uzak değildir.
Yazarın romanlarında
sizin en çok üzerinde durduğunuz konulardan biri siyasal gelişmelere
bağlı yaşanan zenginliğin el değiştirmesidir. Tabu burada nüfusun
etnik ve dini unsurlarının değişimi de soz konusu. Sizin de
yaptığınız alıntılara göre, Orhan Kemal'in romanlarında, Türk
burjuvazisinin zenginlik kaynağını Ermeni ve Rum malları
oluşturuyor. Bu gerçeklik toplumcu bir yazar tarafından bu kadar net
ifade edilmesine rağmen Türkiyeli sosyalistlerin bu tahlile mesafeli
olmalarını ne ile açıklayabiliriz?
Türkiye'deki
sol/sosyalist politikanın Orhan Kemal'le mesafesi karşılıklıdır.
Orhan Kemal'in doğrudan onlara angaje olmaması da edebi yaratımında
önemli bir etken olduğunu düşünüyorum. O tabir caizse, “parti
edebiyatçısı” değildir. Fakat yoksuldan, ezilenlerden,
sömürülenlerden yana olmanın doğal muhalifliğini taşır, Orhan Kemal.
Kurtuluş Kayalı bir yazısında Türkiye'de romancıların topluma dair
sosyologlardan ve tarihçilerden daha çok şey söylediğini dile
getirmişti ki, buna katılmamak imkansız. Romancıların da sosyal
bilimciler kadar cenderede olmalarına rağmen (edebiyatın gücünden
olsa gerek) her zaman toplumsal tarihin geçmişteki olaylarına dair
anlatımları vardır. Orhan Kemal'in sözünü ettiğiniz olguyu pek çok
romanında dile getirdiğini görürüz. Ama Türkiye'deki sol/sosyalist
hareketin o tahlillere 'mesafesi'nin sanırım çok daha girift
sebepleri vardır. Ve bu sebeplerin çoğunun sözünü ettiğiniz
kesimlerin var olma noktalarında ve biçimlerinde aranmalıdır. Bence,
zaten Orhan Kemal de bu tartışmaların etrafında kendini var eden
biri değildir. Milli Mücadelenin kendisine doğru gelen yerlerini
sonuna kadar destekliyor. Diğer taraftan, mülkiyetin el değiştirmesi
ya da emval-i metruke olgusunu savaşın hengamesi içindeki en önemli
kalemlerden biri olarak addediyor ve bunu da yazıyor.
Orhan Kemal, önceleri
babasının politik duruşundan dolayı egemenlerin baskısını tanıdı.
Yazar, Beyrut'tan Türkiye ye dönmeden önce, babası Abdülkadır Kemali
Bey "Gitme oğlum, bu diktatörlük seni tutuklar" diyor. Öyle de
oluyor. Ömrü boyunca da muhalif olmanın bedelini ödedi. Ancak, Orhan
Kemal son tutuklanmasında mahkemeye verdiği savunmada, "Türkiye'ye
komünizmin gelmesinin mümkün olmadığını söylüyor. Sözü uzatmadan,
sosyalizm ve sınıf kardeşliği vurgusu ağır basan bir yazar olarak
Orhan Kemal'in politik duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok yerinde bir tespit!
Orhan Kemal romanlarında yazdığını, anlatmaya çalıştığını söylemiş.
Onun eleştirel gerçekçi yaklaşımı işçi sınıfı, bilinç ve devrim
mevzularında nettir. O, çırçır fabrikasında her şeyden habersiz
işçiye olmadık şeyler yaptırmaz romanlarında. O, yoksulluğu,
işçileri, sömürüyü anlatır ama karakterlerine de olmadık/olmayacak
şey yaptırmaz. Sınıfsal bakar ama onun karakterleri arasında sadece
ustalar ya da teknisyenler bilinçlidir. Ama onlar da uzaktan bakıp
doğrudan müdahil olmazlar. Çünkü Orhan Kemal'in tam da anlatmaya
çalıştığı bu yakıcı gerçeklikti. Yani sömürü var, bilinçsizlik var
aşağılanma var ama ideolojik-politik çözümlemelerin aksine devrimci
bir durum yoktur. Romanlarında bu durum gayet nettir. Muhsin Usta,
İzzet Usta, Kılıç Usta gibi bilinçli kişiler sağlam karakter ve
ahlaka sahiplerdir, bütün yoksullar, işçiler onlara sonsuz güven
duyarlar ama onlar bilinçsizliğin hakikatini en iyi kavrayanlardır.
Politik jargonla birleştirip söylemek gerekirse, Orhan Kemal,
kendisi için sınıf olanları değil, kendinde sınıf olanları anlatır.
Onun romanlarının dünyası bu yakıcı gerçekliği çok kavrayıp anlatır.
Dolayısıyla olmadık işlere kalkışmaz, Orhan Kemal.
Çalışmanızdan
anladığım kadarıyla Orhan Kemal'in kitaplarını birkaç kez
okumuşsunuz. Hala dönüp okuduğunuz oluyor mu?
Hala okurum ve her
seferinde de yeni şeyler bulurum.
- Bunu nasıl görmemişim?"
diye hayıflandığım olur bazen. Edebiyat sosyolojisi açısından Orhan
Kemal, Türkiye'deki toplumsal dönüşmeyi anlamada zengin bir roman
dünyası sunar. Savaşlar göçler, yeni zenginler, zenginleşme
biçimleri gibi konularda çok renkli bir olay örgüsü ve karakter
dünyası sunar. Mesela, "Murtaza" sadece bir romanın karakteri değil
bir tiptir, bir olgudur. Ve "Murtaza"lık anlaşılmadan 1950 öncesi ve
sonrasındaki dönemin toplumsal ruhunu okuma çabası eksik kalır diye
düşünüyorum.
Kitabınız bize, Orhan
Kemal'le ilgili yeni araştırmalar için fikirler de veriyor. Sizin
gündeminizde Orhan Kemal'in farklı yönlerini ortaya koyan yeni
araştırmalar var mı?
Orhan Kemal bir teze
sığdırılmayacak kadar zengin ve renkli bir dünya sunar. Mesela, onun
"Müfettişler Müfettişi"ndeki Kudret Yanardağ karakteri üzerine veya
"Hamam Anası" hikayesindeki (ki, muhteşem bir kısa öyküdür) kadının
gözünden tarihin akışına dair bir çalışma yapmak isterim. Ama bundan
daha çok arzuladığım mevzu, farklı üniversitelerin farklı
alanlarındaki öğrencilerin Orhan Kemal'e dair çalışmalar yapması.
Ancak o zaman daha kalıcı ve yaygın bir değerlendirme ağı kurulmuş
olur.
Kitapta Orhan Kemal'in
CHP ve DP'ye karşı tutumuna değinmişsiniz. DP'yi tam karşısına
alırken CHP'ye biraz daha mesafeli olduğunu belirtiyorsunuz. Son
tahlilde işçi sınıfı karşısında aynı tutuma sahip ve kapitalist
ekonomi modelini uygulamaya çalışan iki partiye karşı Orhan Kemal'in
bu yaklaşımı ne ile açıklanabilir?
Orhan Kemal'in kendi
dönemindeki reel politik gelişmelere karşı tutumu dikkate değerdir.
1950 öncesi CHP ne ise 1950 sonrasındaki DP aynı anlama gelir Orhan
Kemal'in eserlerinde. Çünkü her seferinde güçlü ve egemen sınıfların
baskın geldiği bir işleyişi görür ve bence her iki siyasi partiye de
(DP'nin "büyük umutlar” anlamına geldiği 1950 başında bile) mesafesi
de buradan kaynaklanır. Mesela "Vukuat Var"da büyük toprak ağası
zorba Muzaffer Bey'in CHP'den DP'ye bir gece içinde geçişi, yoksul
ırgattan köylülerin ve yoksulların binlerle ifadesini bulan DP'ye
geçip hayaller kurmasından çok daha etkili olmuştur. Onun
romanlarında kendi çıkarının farkında olan karakterlerin (tabii ki
varlıklı kesimin) CHP ile DP arasında sadece dönemsel fark
gördüklerini okuruz. Onun anlattığı, temel değişmediği sürece
aktörlerin isimlerinin değişmesinin bir anlam ifade etmeyeceğidir
ki, hiç de yabana atılacak bir bakış değildir. Bir de, Orhan
Kemal'in çoğunlukla anlattığı Çukurova'daki işin, çalışmanın ve
teknolojinin değişmesi süresinde ortaya çıkan yarı köylü, yarı işçi
ırgat, usta teknisyen, çalışmaya ve fabrikayı tanımaya başlayan
yoksul insanların dünyasıdır. Dolayısıyla eserlerinde sözünü ettiği
bu insanların somut hayatında CHP'nin de DP nin de aslında aynı
sürecin farklı zaman dilimlerine denk geldiğini, altta yatan asıl
itici nedenlerin değişmediğini görebilmesindendir. Öte yandan
"Murtaza" romanında 1950 öncesinde egemen kesimlerin kafasındaki
"ideal yurttaş" imgesine karsı CHP'yi de DP gibi ele alır, aslında.
Mesela, bu romanı yani "Murtaza", en az Tanpınar'ın "Saatleri
Ayarlama Enstitüsü" kadar derinlikli bir eserdir. 1950 öncesi
egemenlerinin yani sermayedarın -devletin-bürokrasinin,
ideolojik-siyasi paradigmanın yaratmak istediği her hanede olmasını
istedikleri ete kemiğe bürünmüş somut bir devlet'tir Murtaza!
Günümüzde de geçmişte de herhangi bir Murtaza ile karşılaşmak için
sokağa çıkıp yüz metre yürümeniz ne bileyim bir otobüse ya da
dolmuşa binmeniz yeterlidir. Lakin Türkiye'deki edebiyat dünyasının
eleştiri geleneğindeki hakim paradigmadan dolayı, Murtaza ve Orhan
Kemal'e her daim sınıf farkıyla kaybettirdiğini düşünüyorum. Son
olarak, babası Abdülkadir Kemali Bey in kişisel tarihinin yani
Kurtuluş Savaşı, isyanlar, mahkemeler, sürgünler ve yoksul düşmenin
ona kazandırdığı hakikati daha net görebilme tecrübesi. Her ne kadar
Orhan Kemal "Baba Evi"nde otoriter bir imge oluştursa da, Kemali
Bey'in oğlu olmaktan ileri gelen ciddi kazanımları olduğunu da
düşünüyorum. Onun yazdığı gibi "öyle bir babanın oğlu" olmanın ona
verdiği zorunlu bir politik taraf vardır, diye düşünüyorum.
Orhan Kemal, tanığı ve
dinleyicisi olduğu bütün tarihi roman estetiği içinde anlatmaya
çalıştı. Bu değerlendirmeye kitabınızda çok sık rastlıyoruz. Siyasal
anlamda Orhan Kemal, CHP ve DP'nin yapısını ortaya koymaya çalıştı.
Fakat, Orhan Kemal'in de çok iyi ilişkiler kurduğu ve Türkiye
solunun efsanevi partisi TİP romanlarında yer almadı. Yine işçi
sınıfının sendikal mücadelesinin de çok güçlü bir şekilde yer
almadığını görüyorum. Orhan Kemal'in bu unsurlara değinmemesi sizin
dikkatinizi çekti mı? Bunun nedenleri ne olabilir?
Bu değerlendirmenize
katılıyorum... Ama Orhan Kemal'in özellikle yazdıklarında doğrudan
siyası organik ya da angaje bir yansıtmayı görmek zor. Dahası, bunun
edebi kişiliği dışında, somut sosyal ilişkilerinin ve ideolojisinin
etkili olduğu bir alan olarak değerlendirilmesi daha yerinde
olacaktır. Bir de konu ve olgu olarak Orhan Kemal'in daha çok
üzerinde yazdığı Çukurova'daki tarımsal dönüşümler üzerinedir ki, bu
da ne tam köylü, ne de tam işçi bir tipin ortaya çıkması demektir...
Bunlar da zaten edebiyatının temel taşlarıdır. İstanbul ve işçi
olgusuna Çukurova'ya nazaran uzak kalmasının sebepleri onun estetik
ve sanatsal algısıyla da ilgili olduğunu düşünüyorum. Çukurova'daki
yeni işçilerin ya da ırgatların, Murtaza'nın bekçisi olduğu ve
hemşericiligin baskın değer olduğu fabrikada greve girmesi nasıl
olabilirdi ki? "Grev'de yazdıklarını hatırlayalım! Eğer yazsaydı
TİP'e dair de DP ve CHP'ye yaklaştığı ve gördüğü kadar enfes
satırlar yazar mıydı? Bence bunun cevabı “Evet”tir. Son olarak onun
İstanbul'da anlattığı küçük insanların dünyası, bizatihi sınıfa
dairdir. İlla ismi vererek ya da figür olarak TİP'e değinmemiş
olmaması, aksini yani TİP olgusuna yabancı olduğu sonucunu
çıkarsamamızı gerektirmez bence. Kaldı ki, onun anlattığı yoksullar
bir sosyal ve teorik gerçeklik olarak TIP'ın tabu kitlesiydi.
Mehmet Nuri Gültekin,
"Orhan Kemal, Türkiye'deki toplumsal değişmeyi anlamada zengin bir
roman dünyası sunar. Savaşlar, göçler, yeni zenginler, zenginleşme
biçimleri gibi konularda çok renkli bir olay örgüsü ve karakter
dünyası sunar."
Mehmet Nuri Gültekin
kimdir?
1971 yılında Kilis'te
doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladı. 1994 yılında Ege
Üniversitesi Sosyoloji BÖlümü'nae Lisans, 2001'de Yüksek Lisans
yaptı. 2005'te aynı bölümde "Orhan Kemal'in Eserlerinde Modernleşme,
Birey ve Gündelik Hayat" başlıklı teziyle doktorasını tamamladı.
1994-2007 yıllan arasında Tatvan ve İzmir'deki çeşitli liselerde
felsefe öğretmeni olarak çalıştı. 2007 yılından beri Gaziantep
Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde Öğretim üyesidir.
Eserleri
Orhan Kemal'in
Romanlarında Modernleşme, Birey ve Gündelik Hayat (2011, Everest
Yayınları), Ta Ezelden Taşkındır... Antep -Editör- (2011, İletişim
Yayınları)
|