Ana Sayfa      
         

   

Çini Kitap - Mehmet Akif Ertaş - Mart - Nisan 2012 (Sayı:12)

     
          

 

KENDİSİNİN VE ÜLKESİNİN VİCDANI OLABİLMİŞ BİR YAZAR:

ORHAN KEMAL

 

Özdeşleştirme fiilinin “Edebiyat Tarihi”nde kapladığı alandan sıklıkla şikayet edilmiştir. Ancak; hem, “Edebiyat Tarihi”nin bu konuda bonkör davranmakta ısrar etmesi, hem de şikâyetin, şartsız kabullenişi do­ğurması, eski köye yeni âdetin gelmemesine yardım­cı olmuştur.

Bu durum hemen her yazarla apatik ve empatik bir diyaloğun kurulmasına da engel olmuştur. Yazar, özdeşleştirildiği durumun, unsurun, ortamın içine esir edildiği için ona artık başka bir perspektiften bakılması kabullenilmeyecektir. Bu anlayış, yazarın ve dolayısıyla eserlerinin nesneleşmesine ve zamanla unutulmasına yol açacaktır.

Bu mekanizma çalışmasını hızlandırmasına rağmen bazı yazarlar; nesneleşme, unutulma gibi sorunlar yaşamayarak bugün de adlarından söz ettirebilmiş­lerdir.

Orhan Kemal bu yazarların en önemlilerindendir.

Siyasi tercihleri farklı yerlerden uç verse de, edebiyatı konumlandırma bağlamında aynı ortak paydada buluşan; Mehmet Kaplan, Fethi Naci, Berna Moran gibi eleştirmenlerce ve onların tespitlerini eleştirse­ler de, bir noktadan sonra onlarla aynı nakaratta tem­po tutan yeni kuşağın imzalarınca “Fabrika İşçileri­nin Yazarı” olarak tanımlanan Orhan Kemal'in eser­leri ayrıntılar kayıt altına alınarak okunduğunda, sadece fabrika işçilerini anlatmadığı, bu mekânda saplanıp, tıkanıp kalmadığı, gözlerini gezdirdiği her yerden bir eser ortaya çıkarabildiği açık bir şekilde görülebilecektir.

Gözlerini gezdirdiği her yerden bir eser ortaya çıkarabilme gücünü yitirmeden eserlerini çoğaltan Orhan Kemal, her yeri ve o yerlerde yaşayan insanları kendi realiteleriyle sadece edebiyatın imkânlarından yararlanmadan sosyal disiplinleri de eserlerinin mer­kezine yerleştirerek irdelemesi bağlamında da “en önemli” olduğunu belgelemiştir.

Söz konusu yazar Orhan Kemal olunca ve ona “en önemli” gibi bir sıfat yakıştırılınca, onu bir özellikle sınırlandırmak mümkün değildir.

Roman, bu topraklar üzerinde varlığını hissettirdiği andan itibaren “roman yazarı”ndan daima üst düzey­de durması gereken bir profesyonellik beklenmiştir. Üst düzeyde durmayı idealizasyonun doğal gerekçesi ve sonucu olarak düşünen bu anlayış, bu düzeyi tutturma veya tutturamama bağlamında da Batı’sını örnek alarak, ithalat malzemesi olan kendisinin belirlediği bu aşamaya gelemeyen kalemleri ve eser­lerini saf dışında bırakmıştır.

İmparatorluktan Ulus-Devlete geçildiği dönemde bu anlayışın hayalleri suya düşmüştür çünkü

idealizasyon hedefine ulaşamadığı gibi düzey yerle yeksan olma riskini yaşamaya başlamıştır.

Tebanın yerine “Halk”ı getirerek Ulus-Devleti ete ke­miğe büründüren yapının “roman yazarı” idealizasyon toprağını bereketlendiremeyerek, kalemini “Halk” için oynatma perdesini aralamıştır.

Adına “Toplumcu-Gerçekçi” denilen harekete de “Halk” için kalem oynatan imzalar hız kazandırmış­lardır ancak; bu hız kendisini rölantiye almaktan kurtulamamıştır çünkü romanlar “Toplumcu- Gerçekçi” etiketini taşısalar da, romanların baskıya verildiği topraklarda “Toplum” yoktur. “Halk” ve onun deşilmesi gereken gerçeği vardır.

Orhan Kemal'in bu çıplak gerçeği göz ardı etmeyerek “Edebiyat Dünyası”nda yerini alması onu “en önemli” kılan bir başka özelliğidir.

Edebiyata, felsefe aracılığıyla “Niçin?” sorusunu yönelttiği, edebiyatı Determinizm'in tahakkümün­den kurtarmaya gayret ettiği halde Orhan Kemal, “Halk”ı sadece anlatmakla kalan basit bir “Popüler Edebiyatçı” olarak görülmüştür. Oysa eserleri “gerçek” anlamda okunduğunda onun “Halk”ı anlatmakla yetinmediği, yüceltmediği gibi yerden yere çalmayı da tercih etmediği, “Halk” lapatik ve empatik bir diyalog kurarak neden “Toplum” olma sürecine dâhil olamadığını sorguladığı ve sorgulattığı anlaşılmaktadır.

Kendisinden önce gelen Reşat Enis Aygen, Kemal Bilbaşar gibi isimlerin zemininden; Ahmet Rasim'i Hüseyin Rahmi Gürpınar'a bağlayan geleneğe yaslandığı, bu arada Sait Faik Abasıyanık ve Sabahattin Ali çizgisini es geçmediği için “Halk”ın “Toplum” olamama halini sorar ve sorgulatırken söyleminde savrulma yaşanmasına izin vermemiştir.

Aygen ve Bilbaşar dışında Orhan Kemal'e ses veren edebiyatçılar Köy Enstitüsü çıkışlılardır ancak; bu isimlerden özellikle Fakir Baykurt'un Orhan Kemal'i izleyebildiği diğerlerinin yapaylıktan ödün vermeyen folklorik bir söylem geliştirerek yerel ve “köylü” kal­dıkları için bu zincire eklenemediklerini vurgulamak gerekir.

Orhan Kemal'in mesken tuttuğu mekân sadece köy ya da sadece kent değildir. O, bugün yaşanan gettolaşma sorununu yıllar öncesinden görürcesine taşrasından her anlamda kurtulamayan insanların trajik hallerinin portresini çizmiştir.

Yerel değil, yerli bir dili özümsediği ve özümsettiği için yapaylıktan ödün vermeyen folklorik söylem ve kısırdöngü üreten dil Orhan Kemal'in eserlerini esir alamamıştır.

Türkiye'ye özgü “Protest” ve “Muhalif” müziğin kuru­cuları olan Ruhi Su ve Sümeyra Çakır’a düzyazıdan eşlik eden Orhan Kemal eserlerindeki müzikle de yapaylık anaforuna kapılmadığı için, notasyonu, huzurlara kompleks yüklenerek çıkmamıştır. Zaten Orhan Kemal, her anlamda kompleks yıkan bir imza olduğu için bu bağlamda da ikilem tuzağına düşmemiştir.

Cinsiyetçiliğe icazet vermeyen diliyle Orhan Kemal, “kadın” ve “erkek” hallerini, halsizliklerini bir kenara atmadan anlatırken, karşılaştırma yapmamış yapıl­masına da şiddetle karşı çıkmıştır.

Tiyatroda Erkan Yücel, sinemada ise Yılmaz Güney, Zeki Ökten gibi isimlerin önlerini açan tiyatro ve sinema için ter döken Orhan Kemal'in eserleri sinemaya ve televizyona uyarlanırken her edebiyat eserinin başından geçenlere maruz bırakılmışlardır. Özellikle “Hanımın Çiftliği”, Orhan Kemal'in “gerçek” anlamda kıymet ve vicdan sahibi olduğu unutturularak televizyona ikinci kez taşınmıştır.

“Muhalif” bir figürün oğlu olarak dünyaya gelen; babasından yadigâr kalan ruhu gözlerini yumana kadar canlı ve diri tutan; önceleri şiir yazarken Nazım Hikmet'in uyarısıyla düzyazıda derin bir soluk alan ve soluğu ölüm döşeğine kadar tıkanmayan Orhan Kemal; hem kendisinin hem de ülkesinin vicdanı olabilmiş bir yazar, bir “roman yazarı” olarak “Edebiyat Tarihi”ndeki haklı yerini çoktan almıştır.

Elleri kalem tutar tutmaz “Romancı”lık oynayan, “gerçek” “roman yazarları”nda tesadüf edilemeyecek çokbilmişlikleriyle, buldukları her kitap ekinde özelde romana

genelde edebiyata dair inciler dizme cüretini sergileyebilen hem akıl hem de yürek fukaraları,”Popüler Edebiyat” sahalarında atlarını oynatırlarken; onların bu noktaya getirilişlerinin arka planını dillendirmesiyle de “en önemli” olduğu unutulmaması gereken Orhan Kemal; yıllar öncesinden, vicdan sahipliğinin yanında, kılı kırk yaran eleştirmen, analist titizliğiyle “roman” okuyan hemdertlerine; kendisini sadece “Fabrika İşçilerinin Yazarı” ve “Popüler Edebiyatçı” olarak tanımlayanları umursamadan yollarına devam etmelerini önererek bıyıkaltından gülümsemektedir.

     
   
     
   
     
   

[email protected]