Ana Sayfa

insanokur.org - Mustafa Özmen - 8 Şubat 2012

 

 

72.KOĞUŞ OKUMASI

 

 
 
 

Hapishaneleri herkes yazabilir? herkes anlatabilir. Ama önemli olan hapishaneye nasıl baktığındır. Dünyaya bakışın ne ise hapishane de odur. Orhan Kemal hapishaneye bütünün bir parçası olarak bakmış. Mahpusları dört duvarla sınırlamamış. Tipler yaratmıştır. Orhan Kemal'in tipleri yalnızca hapishane sakinleri olarak kalmamış, günlük yaşamda karşımıza çıkan tiplere dönüşmüştür. Orhan Kemal'in parçalı bir bakışı olsaydı biz onlara ya acıyacaktık, ya kızacaktık ya da oh olsun diyecektik. Mahpusları bir de biz yargılayacaktık. Oysa Orhan Kemal bütüne bölük pörçük bakmamış. Mahpusları yargılamamış. Evet bir şeyi yargılamış Orhan Kemal. İnsanın neden bu koşullarda yaşamaya mahkum edildiğini yargılamış. Hapishane koşullarını ve onları yaratanları yargılamış. 72. Koğuş'un mekanı hapishanedir ama 72. Koğuş yalnızca bir koğuş bir hapishane değildir. Orhan Kemal'in 72. Koğuş'u içeriye, dışarıya, yaşama dönük bir yapıttır.

Gölgeler
72. Koğuş; hapishanenin en yoksullarının yaşadığı, en pis koğuştur. 72. Koğuş için şöyle denir; "Buranın insanları ayağa kalkmış birer solucandılar." Yoksulluklarının ağır bir bedelini vermekteydiler hapishanede. Oysa öbür mahpuslar gibi, ya hırsızlıktan, ya cinayetten girmişlerdi hapse. Ama 72. Koğuş'a gelmelerini belirleyen etken ekonomik durumlarıydı. Koğuşlar sınıfsal koşullara göre belirlenir. Varsılların koğuşu ile yoksulların koğuşu farklıdır. Mahpusların yaşam koşulları da durumlarına göre değişirdi. Kimi hapishanede zaman doldurur ama bununla birlikte insani gereksinimlerini de karşılar. Kimi ise zaman doldurmak bir yana yalnızca yaşamaya çalışır. 72. Koğuş yalnızca yaşamaya çalışanların koğuşudur.


Orhan Kemal sınıfsal çelişkilerin, zor koşullarda nasıl da keskinleştiğini, 72. Koğuş'u anlattığı bölümde sürdürür. "Sabahları pis çuvallarla getirilip koğuşun ortasında teker teker dağıtılan bu tayınlar yirmi dört saatlik besinleriydi. Sabah kahvaltısı, öğle akşam yemekleri bu tayından ibaret olduğu gibi, hamam, tıraş, sigara paraları da bu kara tayının içindeydi. İster yesin, ister satsınlar." Orhan Kemal'in deyimiyle çokluk satarlardı. Hem de altı aylık haklarını ya da bir yıllık haklarını satarlardı. Beş liralık parayı verenindi tayın. Ancak bu para genelde kumarda kaptırılırdı. Peki nasıl yaşar bu insanlar? Ne yer ne içerler? Aç açına mı yaşarlar. Hayır? "Canlıdırlar, delinmiş bir boğazları vardır, yaşayacaklar. Yaşamlarını yurda, ulusa herhangi bir faydası olup olmadığını düşünmeden, yurdu, ulusu hatırlarından geçirmeden, bir bit, bir solucan, bir hamamböceği, herhangi bir tek hücreli gibi, bir yosun gibi yaşayacaklardır yaşayabildikleri yere kadar. Bunun için de, cezaevinin alacakaranlık dehlizlerinde korkak, haysiyetsiz, rezil, kepaze birer gölge, birer insan iskeleti halinde dolaşır, sahipsiz bir tencere, bir kenara bırakılmış bir parça ekmek, süprüntü tenekelerine atılmış zeytin çekirdekleri, kokmuş yiyecekler kollanır" Evet çöplük, kokmuş yiyecekler başlıca yiyecekleridir. Bunlara bir de aşırdıkları yiyecekleri eklersek öylece yaşar giderlerdi.
72. Koğuş'un yemek aşırma çabaları yakalanmayla da sonuçlanır; "O zaman ana avrat, din iman sövülerek tekme, tokat yerlerde yuvarlanır, kafa yarılır, göz şişer. Şişer ama o kadar. Tekme yemiş köpek haysiyetsizliğiyle dehlizin köşesi dönülüp de 72. Koğuş'a gelindi mi, her şey unutulurdu." Hapishane koşullarının insanı, insanlığı yok edişidir bu anlatım. 72. Koğuş anlık yaşar. Dünü, bugünü, yarını yoktur. Koşullar onları insan olmaktan çıkarır, hiçleştirir. Asalaklaştırır. Birer gölgeye dönüştürür.


Kapitalist sistemin yapmak istediği de tamda budur. İnsan değil, gölgeler yaratmak. Hapishane bu sistemin bir parçasıdır. Hapishane, bütünün önemli parçalarından biridir. Bundan ötürü hapishaneler, hapishanedeki mahpuslardan önce, hapishaneleri oluşturan koşullar eleştirilmelidir. Gölgeye değil, gölgeyi yaratana bakmak doğru olanıdır.
Dönem, 2. Paylaşım Savaşı dönemidir. Motorlu Alman Birlikleri Avrupa'yı alt üst eder. Alman faşizmi Avrupa'yla yetinmez tüm dünyaya korku yayar. İçerdeki yaşam koşulları kadar, dışarıda ki yaşam koşulları da ağırlaşmıştır. Ekmek karneye bağlanmış. Ama dışarıda olduğu gibi içerde de yolunu bulan bulmaktadır. Savaş koşulları onları etkilememektedir. Bunların arasında mahpusların ekmeklerini, tayınlarını satın alan ekmek bezirganları da vardır. Onlar her koşulda yollarını bulurlar.


Hitit Heykeli
72. Koğuş'un Rizeli kaptanıdır Ahmet Kaptan. 72. Koğuş'un öbür sakinlerinden, sıradan gölgelerinden değildir. Ne çöpteki yiyeceğe, ne de hırsızlık malına el uzatır. Bir Hitit heykelini andırır. Gururludur. Kendi deyimiyle, öyle küçük gemilerde değil, büyük şileplerde kaptanlık yapmış. Avrupa limanlarında dolaşmış, yemiş, içmiş. O da devranını sürmüş. Dostları olmuş. Sevgilileri de. Nice kadınlar sevmiş. Görkemli günler yaşamış. Annesinin, tanıdıklarının kışkırtmasıyla babasını öldürenlerden öcünü almış. Sonrası mı? Sonrası 72. Koğuş.
72. Koğuş'ta olaylar Ahmet Kaptan üzerinden gelişir. Annesi, Ahmet Kaptan'a para gönderir. Bu para ne öyle çok bir para, ne de azımsanacak bir paradır. Bu paranın gelişiyle 72. Koğuş'ta yaşam değişir. Herkesin gözü paradadır. Ahmet Kaptan'ın parayla birlikte saygınlığı artar. Koğuş ağası oluverir. Ahmet Kaptan'ın sırtından geçinmek isteyenler, onu söğüşlemek isteyenler, kandırmak isteyenlerle olaylar örülür.


Ahmet Kaptan'ın yaşam felsefesi şudur; "Kardeş malı ortaktır". Bu düşünce, cangılın içinde Ahmet Kaptan'ın sonunu hazırlayacaktır. Kurtlar sofrasında temiz bir insandır Ahmet Kaptan. Hapishanenin kötü koşullarına karşın insani yanlarını korumaya çalışır. Ahmet Kaptan'ın en büyük düşü onu sevecek bir kadındır. Ahmet Kaptan hep o kadını düşler. Bu düşünü de paraya çevirmek isteyenler vardır. Cangıl, insani tüm duyguları yerle bir edecektir.


Kardeş Malı Ortaktır
Kardeş malının ortaklığı! Bu düşünce yalın bir Anadolu düşüncesidir. Kardeş, birlikte yaşanılan herkestir. Aynı havayı soluyan herkes birer kardeştir. Ahmet Kaptan böyle düşünür. Parasını kimseyle paylaşmasaydı uzunca bir süre bu parayla yaşar giderdi Ahmet Kaptan. Ama Ahmet Kaptan 72. Koğuş'ta oturan herkesi düşünen, paylaşımcı biridir. Parasını kardeşleriyle paylaşır. Kısa sürede 72. Koğuş'u yaşanılası bir yere çevirir. Koğuşun havası temizlenir. Aç kursaklara lokma değil sıcak bir yemek girer. "O kadar insanın elinde dört kaşık, baş döndürücü bir hızla dolaşıyor, iştahlı, korkunççasına iştahlı ağız şapırtısı 72. Koğuş'u dolduruyordu." Çeyrek saatte somunlarla tencere dolusu fasulye sömürülmüştü. Uzun tırnaklı pis eller tencerenin içini sıyırdı, tencerenin bakırı uzun uzun yalandı hatta. 72. Koğuş'ta pişen ilk yemektir kuru fasulye. Bu yalnızca mideye inen bir yemek değildir aynı zamanda insanca yaşama olan bir umuttur. Bundan ötürü kuru fasulye onları alır başka diyarlara götürür. Sıcak bir ev ortamı yaratır koğuşta. Kaptan'ın parasıyla ortak yemekler kaynar. Çaylar demlenir. Sıcak çaylar yudumlanır. İnsan olmanın farkına varır koğuş. Uzun bir aradan sonra karın tokluğunun ne olduğunu yeniden anlarlar. Çimento kağıtları üstünde yaşayan insanlar hapishane ortamında yeni yataklara kavuşurlar. Kırık çerçeveler onarılır. Yeni camlar takılır. Ampuller takılır koğuşa. En sonunda Kaptan bir de koğuşu boyatır ki, koğuş ayna gibi olur.


Hem Berbat... Hem berbat
Berbat, 72. Koğuş'un en hırçını, en adaletsizidir. Berbat'ta öbürleri gibi ya hırsızlıktan ya da başka bir adli suçtan hapse girmiştir. Berbat'ın havasına bakılmamalı, öbür mahpuslarla aynı mahallenin çocuğudur Berbat. Gel gör ki, koğuştaki herkesi küçümser. Kaba kuvvetle Kaptan dışında kalanları sindirmiştir. Bencildir. Kendi çıkarı için her şeyi yapar. Tek amacı 72. Koğuş'tan kurtulup, daha iyi koşulların olduğu bir koğuşa geçmektir. Berbat, hem somut, hem de soyut olarak berbattır. Berbat, sınıf atlama isteminin simgesidir. Bu sınıf atlama isteminin insanı nasıl kemiksizleştirdiğini görürüz Berbat'ta. Kaptan'a parasından ötürü yanaşır. Amacı onu kumar masasına oturtmaktır. Bunu da başarır. Berbat, gücünden ötürü Kaptan'ın doğal sağ kolu olur. Ta ki, az bir palazlanınca, durumu daha iyi olan başka bir koğuştan çağrılıncaya değin Kaptan'ın yanındadır. Eline geçen ilk fırsatta Kaptan'ı, 72. Koğuş'u terk eder. Eldeki avuçtakini tüketince yeniden 72. Koğuş'a dönecektir. Ama gelişini kimse fark etmeyecektir.


Etkisiz Eleman
Kaya Ali, Kaptan'ın meydancısıdır. Tipik bir koğuş sakinidir. Kaptan'ın ekonomik olarak iyi durumda olduğu günlerde yanı başındadır. Kendi dolaylı saltanatının sürmesini ister. Berbat ile sürekli çatışır. Berbat, Kaptan'ın kumara oturmasını isterken, Kaya Ali, Kaptan'ın kumar oynamasının doğru olmayacağını düşünür. Çünkü bilir ki, Kaptan kumara oturursa elde avuçta ne varsa tükenecektir. 72.Koğuş'un, daha doğrusu Kaya Ali'nin saltanatı bitecektir. Kaya Ali, bu durumu gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirir. Ama Berbat'ın, Kaptan üzerindeki etkisi daha fazladır. Kaptan kumara oturur. Bu sonun başlangıcı olur. Kaya Ali söylenir durur. Ama ilişkisi çıkar üzerine kurulu olduğundan sesini çıkarmaz. Kaptan'ın karşısına çıkıp; Kaptan kumar oynama diyemez. Kaya Ali; gören, duyan ama ses çıkaramayan sessiz çoğunluğun bir parçasıdır. Sesi hem vardır hem yoktur. Etkisizdir.


Para - Kumar - Saltanat
Sölezli, varsıl bir ailenin çocuğudur. "Sölezli, devetüyü renkli güzel bir tiftik battaniyeyle örtülü yataklarına sırtını dayamış, elden ele dolaşan zarlara bakıyor. Bir kadın yüzünden on sekiz yıla hükümlüydü, altı yıldır yatıyordu. Karısı vardı, biri kız üç küçük çocuğu. Ama o kumardan başka, ne karı, ne de çocuklarının, hatta tarlalarıyla çiftliğinin, mandırasının bile üzerinde durmuyordu." Sölezli, hapishane de herkesin özendiği kişiydi. Kumarbazdı. Oluk oluk para akıtıyordu kumara. Hapishane koşullarında konforlu bir yaşam sürüyordu. Gün, Sölezli'nin saltanat günleriydi. Bu konforlu yaşam tüm mahpusların ilgisini çekiyordu. Bunların başında Berbat geliyordu. Berbat'ın özendiği kişiydi Sölezli… Sölezli, varsıl, sorumsuz bir asalaktı. Varsıl olması onun bu özelliklerinin görülmesine engeldi. Varsıldı ya, gerisi önemli değildi. Kaptan'ın annesinin gönderdiği parayı o da duymuş. Kaptan'a konuk olmuş. Varsıllığın göstergesi olan kumara çağırmıştır Kaptan'ı. Hapishanede saygınlık ne kadar kumar oynadığına bağlıdır. Ne kadar kumar oynar, ne kadar kumardan kazanırsan o kadar saygınsındır. Sölezli bu anlamıyla hapishanenin en saygın insanıydı.


Bir Sömürgen
Bobi de mahpustur ama öbür mahpuslardan ayrıcalıklıdır. Hapishanede her yere elini kolunu sallayarak girer. Müdürün adamıdır. Para karşılığı yapamayacağı hiçbir şey yoktur. Her deliğe girer, çıkar. Kimsenin hoşlanmadığı ama herkesinde arasını iyi tuttuğu biridir Bobi. Kumar da oynar, dışarı da çıkar. Demir parmaklıklar onun için geçerli değildir. Bobi müdürün adamıdır dedik. Dolayısıyla hapishane içinde ne var ne yok hepsinden müdürün haberi vardır. Kumarmış, mahpusların ekmeklerinin, ekmek bezirganlarından satılmasıymış. Hapishanenin kırığı, döküğü, kavgası ne varsa hepsi müdürün kulağına hemen çalınır. Yönetimin Bobi'ye tanıdığı ayrıcalıkları, Bobi sonuna kadar kullanır. Müdür, hapishaneyi hem gardiyanlarla hem de Bobi gibi ayrıcalıklı kıldığı görevlilerle baskı altında tutar. Bobi, kimseye karşılıksız iyilik yapmaz. Bobi tipiktir. Bobi gibi birisi ola ki, insanın yanına yaklaşırsa bir değil on kez düşünmesi gerekir. Çünkü; Bobi gibilerinin aklında kırk tilki birden dolaşır. Kaptan bir kadını sevmek ister. Görmese de, duymasa da bir kadını sevmek ister. Bobi Kaptan'ın bu düşünü sömürebildiği kadar sömürür. Tam bir kan emicidir.


Aşkın Platoniği
Kaptan'ın platonik aşkı Fatma. Fatma zinadan ötürü hapishanededir. Kara kaşlı, kara gözlü bir kadındır. Erkek mahpusların kirli çamaşırlarını az bir para karşılığı yıkar. Bu işi öbür mahpus kadınlar da yapar. Çamaşır işine de Bobi bakar. Parça başı ücret verir kadınlara. Bu ücreti de belirleyen Bobi'dir. Bobi yine Bobiliğini yapar. Erkek mahpuslardan aldığı ücretin çok az bir bölümünü kadınlara verir. O koşullar da paranın azına ya da çoğuna bakılmaz, yalnızca paraya bakılır. Ne zaman kadınlar söylense Bobi onları susturur. Çünkü, çamaşır yıkamadan kazandıkları para dışında başka gelirleri yoktur. İşler bu biçimde sürer gider. Kimse Bobi'ye karşı çıkamaz.
Kaptan'ın platonik aşkı çamaşır öyküsüyle başlar. Bobi, Kaptan'ın çamaşırlarını kadınlar koğuşuna götürür. Kadınlar koğuşuna da çamaşır gönderebilmek demek bir yanıyla da az ya da çok paralı olmak demektir. Kadınlar birçok erkek mahpusu çamaşırından tanır. Kaptan'ın çamaşırları kadınlar koğuşuna ilk kez gelir. Gelen bu yeni çamaşırlar merak konusu olur. Bobi durumu açıklar. Kaptan o sıralar kumara oturmuş, iyi de para kazanmıştır. Durumu epeyce düzelmiştir. Çamaşırlarını yıkamaya gönderebilecek kadar durumu ekonomik bakımdan iyidir. Bobi, çamaşırı kime yıkatmak isterse ona verir. Fatma'ya yıkatmak ister. Çamaşırları ona verir. Fatma, Kaptan'ı merak eder. Kim bu Kaptan, diye sorar. İşin Fatma ile ilgili bölümü bu kadar. Daha sonra ki süreçte bir kez de görmek ister o kadar.


İşin Kaptan boyutu ise bambaşkadır. Bobi, Kaptan'a bu öyküyü bambaşka anlatır. Kaptan'ın adını söyleyince, Fatma'nın onu merak ettiğini. Onunla ilgili sorular sorduğunu. Onun da Kaptan'ı anlattığını söyler, durur. Bobi'nin amacı bahşiş koparmaktır. Bobi'nin anlattıklarını duyan Kaptan büyük bir heyecan duyar. Bobi yüklüce bir bahşişi kapar. O günden sonra Kaptan, Fatma'yı düşler. Düşlerinde Fatma onun hayat arkadaşı olur. Çocuklarının annesi. Çamaşırlarını yıkayan ona yemek yapan, onu evde bekleyen karısı olur. Kaptan, Fatma'ya tam anlamıyla tutulur. Bobi'nin yolunu gözler sürekli. Bobi, Kaptan'dan para sızdırma yolunu bulmuştur. Ona sürekli Fatma'dan söz eder. Fatma gönderiyormuşçasına, Kaptan'a mektuplar yazar. Bahşişti, Fatma'nın gereksinmesiydi derken Kaptan'dan epeyce bir para koparır. Kaptan hiç sorgulamaz, Bobi ne derse onu yapar. Bu arada Kaptan'ın kumarda işi ters gider. Kumar da kaybetme dönemi başlar. Elde avuçta ne varsa yitirir. Yalnızca yitirdiği para değil akli dengesini de yitirir. Kara sevdaya tutulmuştur. Pencere kenarından kadınların arada bir çıkıp da soluklandıkları yeri gözler. Hep Fatma'yı arar. Fatma hapishaneden çıkıp gider ama Kaptan yine onu gözler. Gelene gidene onu sorar. Yine soğuk bir kış günü pencereden Fatma'yı gözlerken, demir parmakları tutan eli gecenin ayazında demir parmaklıklara yapışır. Güçlükle pencereden ayırabilirler kaptanı. Kaptan donmuştur. Hastaneye yatırılır ama bir süre sonra ölür. 72.Koğuş'tan bir Kaptan böyle gelip geçer.


Bu arada Kaptan'ın kumarda tüm parasını kaybetmesiyle, 72. Koğuş çabucak eski halini almış… Yataklar, giysiler, tabak çanak ne varsa satılmış… Kumarda bu paralar kaybedilmiş, 72. Koğuş sakinleri, birkaç yıl içinde soğuk kış günlerine daha fazla dayanamamış, ayaza yenik düşmüşlerdir.


Arapların Gülüvermesi
Orhan Kemal toplumsal sorunları yalın bir dille anlatır. Öyküyü zar üzerinde kurgular. Öykü; "Koğuşta izmaritine zar atılıyordu." diye başlar. Hapishanelerdeki gündelik hayat bu zar çevresinde döner. Umutlar bir zara bağlanır. Bir zarla umutlanır insan ya da bir zarla umutları yıkılır. Hapishanelerdeki adli mahpusların insani bakımdan indirgendiği, indirgetildiği nesnedir zar. Sözde oynatılması yasaktır. Ama bunun oynandığını tüm görevliler bilirler.


Çok basit görünse de bu kurgu, günümüzde de bu kurgunun toplumsal yaşamın bir parçası olduğunu görürüz. "Şans Oyunları"nı yöneten devletin yasal kurumları günümüzde de var. İnsanın umutlarını bu oyunlara bağlaması istenir. Her hafta umut ve umutsuzluk bir arada yaşanır. Bir rakamla kaçan büyük ikramiye. Avuntu ödülleri. Hep beşte kalan altılı; piyangolar, çekilişler. "Zar" küçük bir nesne olmaktan çıkar toplumsal yaşamı kurgulayan temel öğelerden biri oluverir.


Hapishane hayatını şöyle özetleyebiliriz. Kumar oynayan ya da oynamayı düşleyen. Eline üç beş kuruş geçerse, hapishane deyimiyle, bir de arapları gülüverirse bak ne para kıracaklar. Ah ne para kıracaklar. Ama nedense arapları hiç gülüvermiyecekti. Birkaç varsıl, öbür mahpusları kumar da soyup soğana çevirecekti.


Toplumsal Görüngü
Ahmet Kaptan, Fatma'yı sevmişti dedik. Bu sevgi nasıl bir sevgi? Bunu sorgulamamız gerekir. Öncelikle şunu belirtelim… Bu sorun hapishaneyle ilgili bir sorun değil. Toplumsal bir sorun. Koşullar kadın ile erkeğin bir arada yaşamasını engellemiş. Sevgi uzaktan yaşanmıştır. İnsanın birbirini sevmesi, bir aşk yaratabilme olanağı ortadan kaldırılmıştır. Kaptan'ın sevgisi de toplumun yarattığı bir sevgidir. Uzakta bir kadın var. Yalnızca adı duyulan. Birkaç kez de uzaktan görülen bir kadın. Bu kadın ya da erkek sevilir. Kadın ya da erkek tanımadığı birine değerler yükler. İşte toplumsal sorun tam da bu. İnsanın hiç tanımadığı birini sevmesi? Daha doğrusu insan hiç tanımadığı birini nasıl sever, ya da sevebilir mi? Hangi koşullar böyle bir sevgi yaratıyor?


Toplum aşk üzerinde baskı kurar. Aşktan korkar. Aşk bir anlamıyla dünyaya başkaldırıdır. İnsanın her sabah kendini yeniden kurgulamasıdır. Yeni bir yaşama başlamasıdır her gündoğumunda. Aşk bu yanıyla insanın direngenleşmesi, güçlenmesidir. Aşk soran, sorgulayan bir olgudur. Durağan yaşamı silkeleyip atan, insanı canlandıran bir yaşam biçimdir aşk.


Ahmet Kaptan sıradan bir insandır. Ahmet Kaptan'a ne sevme, ne de sevilme öğretilmiştir yaşamı boyunca. O yalnızca bir kadını sevmek ister. Tertemiz duygulardır bunlar. Bu durum sorunludur. Ahmet Kaptan bu toplumun bir ürünüdür. Nasıl seveceğini bilmez. Bir kadın adı bile onu alıp sürükler. Bu toplum nice "Kaptanlar" yetiştirdi. Yetiştiriyor. Kadın ile erkek toplumsal yaşamda birbiriyle ilişkiye geçmemiş. Kadın pencerenin ardında, erkek sokakta olmuş. Aşklar saklı yaşanmış. Kadın ile erkeğin eli birbirine değmemiş. Birbirlerini açıkça sevmeleri tehlikeli görülmüş. İnsanlar düşlerinde aşklar yaratmaya yöneltilmiştir. Sözgelimi, Ahmet Kaptan'da olduğu gibi düşsel bir aşk yaratılmış. Bu aşkta kadın evinde kocasını bekleyen, etliye sütlüye karışmayan, dünyadan bir haber kocası için yaşayan bir nesneye dönüştürülmüştür. Toplumun, aşkta kadına biçtiği rol el pençe kocasına boyun eğmektir. Öyle ki, Ahmet Kaptan'ın dolayısıyla "Kaptanlar"ın düşlerinde sorunsuz bir aşk yaratmalarının nedeni de budur. Kadın, erkeğine boğun eğdiğinden düşsel aşk sorunsuz yaşanır. Ama bir aşk değil, bir köle yaratılır. Bu toplum aşk değil, efendi köle ilişkisi istemektedir. Toplumsal değerler diye sunulan safsatalar da bu olguyu birçok, deyimle, atasözüyle pekiştirmektedir. Bu görüngü insana doğalmış gibi sunulur. Aşk? Sevgi? Sorgulanmadan yaşanır.


Yalnızlık... Kaptan'ın Yalnızlığı
Bilinçli yalnızlık, insanın kendisiyle baş başa kalmasıdır. Bu yalnızlık insanın kendini sorgulamasıdır. İnsanın kendini üretmesidir. Bunun için gün görmek, yaşamdan bir şeyler biriktirmek gerekir. Bir de dünyaya, yaşama güçlü bir bakış. Bu üretken yalnızlık sürecinde yaralar kabuk bağlar. İnsan kendini onarır. Güne hazırlıklı başlar.
Ahmet Kaptan'da yalnızdır. Herkesin uyuduğu geç saatleri sever. Herkes uyurken o uyanıktır. Düşsel bir aşk yarattığı gibi, kendine düşsel bir geçmişte yaratmıştır. Büyük gemilerde kaptan olduğunu söyler, çok gezip çok yaşadığını söyler. Ama bu düşsel bir geçmiştir. Çünkü; Ahmet Kaptan'ın güçlü bir yaşam birikimi yoktur. Başından gelip geçenler 72.Koğuş günleri onun yaşam konusunda da deneyimsiz olduğunu gösterir. Bu deneyimsizlik onu yalnızlığa iter. Ahmet Kaptan'ın çevresindekiler onu nereye sürüklerse, o yana doğru sürüklenir. Ahmet Kaptan'ın yalnızlığı, sürüklenen bir yalnızlıktır. Düşsel yalnızlıktır.


Sürü Kültürü... Üçüncü Sayfa
Ahmet Kaptan'ın öyküsü bir üçüncü sayfa öyküsüdür. Hasımlarını öldürmüş, hapse girmiştir. Gazetelerin ilk elden yaklaşımları bunlardır. Ama her öykünün kendi içinde başka bir öyküsü vardır. Ahmet Kaptan'a annesi "aman oğlum vurma", deseydi. Ahmet Kaptan ne birini öldürür ne de hapse girerdi. Kimse Ahmet Kaptan'a sormaz. Sen hasmını vurmak ister misin? Toplumun birlikte düşünüp, birlikte karar aldığı an toplumun en yoz, en gerici anıdır. Ortada "öç almak" ile ilgili bir sorun varsa, "sürü aklı" öç almamayı düşünmez. En gerici, en yoz olan şeyi düşünür. Öç almayı. Üçüncü sayfalar, "sürü aklı"nın yarattığı sayfalardır. Sürü aklı, bireyin ortaya çıkmasını engeller. Birey kendi başına karar alıp veremez. Sürüklenir.


"Sürü toplumunda" bireyin doğrusu, yanlışı yoktur. Sürünün doğrusu, sürünün yanlışı vardır. Birey bu sürünün ya bir parçası olacak ya da sürüden dışlanacak. Bir belgeselde Karadenizli bir amcayla söyleşi yaparlar. Karadenizli amcanın lakabı delidir. Amca sana neden deli derler, diye sorarlar. Şöyle der bilge amca, ben ona bilge amca diyorum. Oğul ne zaman ki bir insan kendi bildiğini yapar, herkesin dediğini yapmaz o insan delidir. Ben de kimsenin dediğini yapmam, herkesin gittiği yola adım atmam. Bu yüzden de bana deli derler. Birey olmak, biraz da deli olmaktır. Ahmet Kaptan "deli" olabilseydi, ayakları üzerinde durabilirdi. Kim nereye sürüklediyse o yana gitti. Gazeteler de sıkça rastlarız Ahmet Kaptanlara. Onlar sürüye başkaldıramayan, sürünün birer parçası olanlardır.


"Deli olmak" dışında, bir başka yolla da sürüden ayrılır insan. O da sürüye başkaldırmaktır. Sürüyü yok edecek olan asıl güç budur. Bunlar dışlanmakla kalmaz damgalanırlar. Eşkiya olurlar. Terörist olurlar. Sakıncalı piyade olurlar. Gün gelir ne selamları alınır ne selam verilir. Üçüncü sayfadan çıkış ile Ahmet Kaptanların bireyleşme süreci sürüyü; sürü aklını reddetmekle olanaklıdır.

Temiz Aile Çocuğunun Trajedisi
Ahmet Kaptan iyi niyetli, temiz bir insan dedik. Peki bunun yaşamda karşılığı nedir. Ne midir? Kendine yapılan haksızlıklara karşı ses çıkaramamadır. Temiz insan kafasını kuma sokan deve kuşu gibidir. Gerçekleri ya görmez ya da görse bile temiz olduğundan ses çıkaramaz. Bu anlamıyla temiz aile çocuğu olmak bir trajedidir. Vur kafasına al elindeki lokmayı. Ahmet Kaptan, trajik bir kişiliktir. Temiz olmak, iyi olmak adına gerçeklikten kaçar. İnsanların davranışlarını, kişiliklerini, karakterlerini irdelemez. İnsan ilişkilerini soyutta yaşar. Dünü yoktur Ahmet Kaptan'ın. 72. Koğuş'un gerçekliğini göremez. Çevresindekilerin bencil, çıkarcı olduğunu göremez. Ya da görmek istemez. İşte Ahmet Kaptan öylesine yaşar gider. Yaşar mı? Yaşar. İnsan yaşamın bir parçası olacaksa, çevresindeki insanları nesnel gerçekliği ile görmeli. Nesnel ilişkiler kurmalı. İnsan dediğimiz varlık da eksik yanlarıyla insandır. Sorun eksiklikleri görmezden gelmek değil, sorunları dile getirmektedir. İnsan çevresindeki insanlarla ilişki kurarken, bu ilişkiler eleştirmeye, eleştirilmeye açık olmalıdır. Bu olmazsa Ahmet Kaptan'ın çevresindeki gibi ilişkilere ortam yaratılır. Hayal kırıklıklarının yaşanmaması için kesinlikle ilişkilerde temiz aile çocuğu olmaktan uzak durulmalı.


Ahmet Kaptan, 72. Koğuş'a iyilikler yapar. Evet bir başka sorunda iyilik sorunudur. İnsan durup dururken neden iyilik yapar. İyilik yapmanın toplumsal karşılığı nedir. İyilik yapmanın karşıtı durup dururken kötülük yapmak değildir tabi. Ama iyilik nedir? Emek harcanmadan sürekli karşılıksız vermek midir… Bunun gündelik yaşamda sonu yoktur. Sürekli verirsin. Verirsin. Sonra. Sonrası bir hiç. Emek harcanmadan yapılan iyilik tehlikelidir. İyiliğin karşılığında bir emek harcanmalıdır ki, iyiliğin bir anlamı olsun. Yaşamın bir anlamlandırma savaşımı olduğunu düşünürsek, iyiliğinde, kötülüğünde bir karşılığı olmalıdır. Körü körüne iyilik yapmanın tek başına bir anlamı yoktur. Ahmet Kaptan bolca iyilik yapar. Yedirir. İçirir. Giydirir. Bunların bir karşılığı olmadığını görürüz. Ahmet Kaptan tökezler tökezlemez, çevresi boşalır. Yanında kimse kalmaz. Emek harcanmamış iyilik, içi boş bir olgudur. İyilik kavramının içini doldurmazsan, iyilik insanın sırtında bir yük olur. Bu yükü ya atarsın ya da bu yükün altında kalırsın.


Sistemi Yeniden Yaratmak Ya da Sölezli Olmak
Sölezli gibi olmak. Birçok mahpusun düşlediği şey budur. Sölezli gibi varsıl, bir eli yağ da bir eli balda olmak. Bu düş, Sölezli gibi gündelik yaşamı yalnızca kumar oynamak, babadan kalma malları yiyip yiyip bitirememek anlamına geliyor. Oysaki Sölezli'nin yaşamı onun asalaklığını gizler. Mahpuslar Sölezli'ye özenerek onun asalaklığını, sömürgenliğini meşrulaştırırlar.
Peki biz hangi sömürgenlerin, hangi asalakların varlığını meşrulaştırırız. Sistem varlığını sürdürmek için sürekli piyasaya yeni metalar, yeni yaşam biçimleri sunuyor. En iyi lokanta. En konforlu ev. En konforlu araba. Mutlaka okunması gereken kitap. Hafta sonu izlenmesi gereken film. En janjanlı cep telefonu. En güzel tatil yeri. En güzel şu. En güzel bu diye sıralayabiliriz. Mahpuslar Sölezli'ye özenerek onu meşrulaştırırken acaba biz neleri meşrulaştırdık. En sıradan insandan tut da en birikimli insana değin. Biz neleri meşrulaştırdık. Bir bütün olarak baktığımızda hem sistemi meşrulaştırmak, hem de ona karşı çıkmak. Bu da bizim sorunsalımız. Onların evlerine, arabalarına, sanatçılarına özenerek bizde sistemi zaman zaman meşrulaştırıyoruz. Gereksinim ile özenti, dolayısıyla sistemi meşrulaştırmakla meşrulaştırmamak arasında çok ince bir ayar olsa gerek. Bu ayarı tutturamamak kayıp gitme anlamına gelir. Sistem, üzerimizde ince ince çalışırken, bizim de ince eleyip sık dokumamız gerekmektedir. Sölezliler'in meşruluklarını yitirmesi, bizim o ince ayarı tutturmamızla olanaklıdır. Yaşamda boşluğa yer bırakmamak, sızıntıyı önlemek Sölezliler'in sonu olacaktır.


Küçük Bir Panaroma
Orhan Kemal gerçekçi bir yazardır. Bunu şundan ötürü söylüyoruz. Bir hapishaneden yola çıkarak bir sistemi anlatıyor. Hapishanedeki ilişkiler hapishane içinde kapmayıp, dört duvarı aşıyor. Gündelik yaşamın birer yansıması oluyor.
Sözgelimi müdür ile Bobi'nin ilişkisini ele alalım. Müdür hapishanenin yöneticisidir. Hem devleti temsil eder, hem yönetici sınıfı. Müdür iktidardır. Bir müdür ile Bobi nasıl bir araya gelebilir. Yönetici sınıf, dolayısıyla devlet Bobi'ye neden gereksinim duyar. Bunlar sistemin nasıl işlediğinin anlatır bizi. Devlet denilen yapıya bir bütün olarak baktığımızda ilişkilerin ne denli sakat olduğunu anlayabiliriz. Bobi, mahpuslar üzerinde sivil baskı kurar. Hapishanede alınan güvenlik yetmezmiş gibi, Bobi ile içten denetim de yapılır. Peki bu kadar sıkı denetlenen hapishanede nasıl oluyor da kumar rahatlıkla oynanabiliyor. Tabi bu arada bizim yalnızca görebildiğimiz kumar. Bu, kaf dağının görünen yüzü. Bir de görünmeyen yüzü var. Bunun dışında Bobi öyle rahat hareket etmektedir ki, kılıfına uydurdu mu mahpusları istediği zaman rahatlıkla dışarı çıkarabilmektedir. Bobi hem mahpus hem de müdürdür. Bobi hapishane içindeki iktidardır. Bobi'yle yani iktidarla iyi geçinirsen tüm kapılar sana açılır.


Peki Bobi'nin günümüzde karşılığı nedir? "Susurluk Kazası" tam bir "Bobilik" durumudur. Devletin yöneticileri ile onların sivil görevlilerinin suçüstü yakalanmasıdır. Bobi hapishane içinde, küçük bir alanı kotarırken, Bobi'nin büyükleri daha üst yöneticilerle toplum üzerinde baskı kurar, toplumu yönetirler. Bobi küçük biridir, ama "Bobicilik" büyük bir sorundur. Bunun bir ayağı Maraş, Çorum, Sivas kırımlarıdır. Bir ayağı faili meçhullerdir. Gözaltında kayıplardır. Tele kulaktır. Hapishaneden yola çıkarak, devlet denilen sistemin bir baskı sistemi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.


Öbür yandan yasal olmayan her şey kılıfına uydurulduktan sonra yasaldır. Bunun adı kumar olur, ekmek bezirganlığını olur, koğuşların ekonomik durumlara göre belirlenmesi olur. Bunlar yasal değildir. Ama kılıfına uydurulduktan sonra her şey yasaldır. Yani yasa dediğimiz şey bu kadar basittir. Platon'un Devlet'te dediği gibi; "adalet güçlünün işine gelendir". Hapishanede de adaleti belirleyen müdürdür. Adalette müdürün işine gelendir. Varın gerisini siz düşünün.


Sölezli ya da varsıl öbür mahpuslar, hapishane içinde rahattırlar. Gelgelelim 72. Koğuş ile yoksul öbür mahpuslar, hapishane içinde hapishane yaşarlar. Yönetimin Sölezli'ye yaklaşımı ile yoksullara yaklaşımı onların sınıfsal durumlarına göre değişir. İnsanlara sınıfsal konumlarına göre davranılır. Sınıflar kalkmıştır diyenlere bir yanıttır 72. Koğuş.


Gerçekçi Gelenek
Orhan Kemal, gerçekçi geleneğin önemli isimlerinden biridir. Bunun önemli nedeni şudur. Orhan Kemal yapıtta bir koğuştan bir hapishaneden yola çıkarak toplumsal ilişkileri sorgular. Sözgelimi iktidar ile insan ilişkisini ele alışı. Ne görüyoruz? İktidar ile çevresinin palazlandığını. Bu bugün de günceldir. Kim iktidarın çevresindeyse bakmışsın birden bire palazlanmış. 72. Koğuş'taki Bobi bu yanıyla tipiktir. Yazar tipik olanı okura göstermiştir. Sürünün bir parçası olan Ahmet Kaptan da tipik bir üçüncü sayfa insanıdır. Bu tipiklilerini nesnel bir biçim de verir. Yargılamaz insanları. Onları gerçeklikleriyle anlatır.


Gerçekçi yapıt, nedensellikler üzerine kurulur. 72. Koğuş'ta bunu görürüz. Yapıttaki nedenselliklere şunları örnek gösterebiliriz. Ahmet Kaptan'ın "kara sevda" ya tutulması. Ahmet Kaptan düşlerinde bir kadın imgesi yaratmıştır. Yıllarca bir kıvılcım beklemiştir. İlk kıvılcım gelir gelmez Ahmet Kaptan tutuşmuştur. Yani Ahmet Kaptan birdenbire bir kadına tutulmamıştır. Yılların özlemidir bu aşk. Ya da Berbat'ın ilk fırsatta başka bir koğuşa geçmesi. Berbat, 72. Koğuş'tan kurtulmak, yaşam koşullarının daha iyi olduğu bir koğuşa geçmek ister. Durumu biraz düzelince, eline geçen fırsatta 72. Koğuş'u terk eder. 72. Koğuş'u daha yaşanılır bir hale getireyim diye bir sorunu yoktur. Orhan Kemal, nedensel ilişkileri doğru kurmuştur. Yine bir örnek verecek olursak Kaya Ali. Kaya Ali, Ahmet Kaptan'ın kumar oynamasını istememektedir. Kumara karşı olduğundan falan değil. Ama kumarın onların sonu olacağını öngördüğünden kumara karşı çıkmıştır.


Orhan Kemal, olayları örmesi bakımından da başarılıdır. Berbat zihninde şunu kurgular. Kaptan'ın parası kısa bir sürede tükenecektir. Ama onu kumar masasına oturtursa arapları da gülüverirse, Berbat 72. Koğuş'tan kurtulacaktır. Berbat'ı iten güç bu istemdir. Sonra uygun koşulları bekler. Bu koşulları yaratır Kaptan'ı kumara oturtur. Böylece olayları örer. Bobi ise Kaptan'ı söğüşlemek istemektedir. Bobi bu istemle harekete geçer. Olaylar örülür. Kaptan'a kadınlar koğuşundan bir selam getirir. Fatma'nın ağzından mektuplar yaza yaza, yalanlar söyleye söyleye Kaptan'ı söğüşler.


Orhan Kemal hapishanenin gediklilerinden olduğundan, hapishane kültürünü biliyor. Bu yapıtta içerden bir anlatım var. Ahmet Kaptan'ı, Berbat'ı Bobi'yi tanıyor. Bu ilişkileri birebir gözlemlemiş. Karakter, kişilik çözümlemelerini onları tanıdığından daha rahat yapıyor. Sonra hapishanenin dilini biliyor. Bu dili iyi kullanıyor. Hapishane de, adli erkek mahpusların yanında olursan kullanacağın dil erkek egemen dil oluyor. Erkek egemen dil bozuk bir dil. Ama hapishanenin gerçekliği de bu dil.


Kış Ayazı
Kışın ayazı insanı diri tutar. İnsan mayışmaz. Canlanır. Dirilir. Ama bir yandan da dondurucu bir soğuk vardır. Donabilirsiniz. Kış ayazı insanı ya dondurur ya diriltir. Orhan Kemal kış ayazı gibidir. Nesnel gerçekliği dondurucu soğukluğuyla verir, insan ya dirilir ya da donar. Toplumsal sorunsalları sorgular. Sorular sorar. Doğru sorular. Sözgelimi, müdür neden Bobi'ye gereksinim duyar. Bu başlı başına bir sorundur. Ya da insan neden iyilik yapar? Bunlar doğru sorulardır. Bu sorular hem insanı hem sistemi dondurur. Sınıfsal çelişkiler ortadan kalktı diyenlere alın size sınıfsal çelişkiler der. Sınıfsal çelişkiler kalktı diyenleri dondurur. 72. Koğuş'u doğru okursan; yani okuyup geçmezsen bu incecik kitabı. Bu kitap uyandırır. 72. Koğuş'un sorunları, bugünün de sorunlarıdır. 72. Koğuş bu yüzden güncel bir yapıttır. 72. Koğuş güzel bir yapıttır. Bir yanıyla kış ayazı, bir yanıyla yaz güneşidir.

 

 

 


[email protected]