ZAFER KÖSE
[email protected]
İspiyonculukla itham edilmek, yeni okula başlayan çocukların
sıkça yaşadıkları bir sorun.
Derdi çoktur böyle bir küçük insanın. Evin güvenli havasının
dışına çıkıp sosyal ortamda yaşamaya başlamak kolay
değildir. Güvende olma duygusunu korumak için, kaybetmekte
olduğu korumacı bağların yenilerini geliştirmesi
gerekmektedir.
Bu gereksinim, Erich Fromm’un ayrıntılarıyla anlattığı gibi,
‘özgürlük korkusu’na neden olur. Kişide bir otoriteye
bağlanmak, itaat etmek, bir gücün himayesine girmek gibi
eğilimler gelişebilir.
Tedirginlik veren bu yeni ortamda, arkadaşlarını öğretmene
ispiyonlamak, öğretmenin takdirini ve korumacılığını
kazanmayı sağlayabilir. Ama bu minik insanlar, birinin oğlu
veya kızı olmanın ötesinde bir kimlik geliştirmenin ilk
adımlarını atmaktadırlar. Öğretmenin ‘torpilli öğrencisi’
olmak da hoş değildir. Arkadaşının söylediklerini,
yaptıklarını gidip öğretmene yetiştirmek, bu şekilde onun
himayesine girmek, bir çıkar elde etmek… Ne kadar kötü!
Kendi başına değeri olan bir kişi olarak yaşamak istediği
ortamda, çıkarcı ve zararlı olarak bilinmeyi kim ister?
Arkadaşları sevmez ki böyle bir çocuğu!
İHBARCILIK MİSYONU
Bu çocuklar nasıl oluyor da büyüdüklerinde muhbirlik
kültürünü yaşatabiliyor?
Hemen her büyük şirketin çeşitli bölümlerinde, üniversite ve
liselerin birçok sınıfında, apartmanlarda... Bunların bir
kısmı söylenti olsa da yaygın bir muhbirlik mekanizmasının
işlediğini herkes biliyor. Üstelik az sayıdaki profesyonelin
dışında, ‘sayın muhbir vatandaşların’ gönüllü olarak
‘görevlerini’ yaptıkları biliniyor. Bedava!
Böyle bir ‘sayın vatandaşın’ kendini kötü hissetmemesi,
ispiyonculuktaki somut çıkar elde etme amacının üstünü
örtmesi sayesinde olsa gerek. ‘Üstünü örtme işlemi’ diğer
insanları kandırmak için yapılmıyor aslında. Muhbir kişinin
öncelikle kendine karşı tutumu olarak gerçekleşiyor. Kişisel
çıkar için değil, doğru olduğuna inandığı için öyle
davranıyor.
Neden oldukları zararların ve haksızlıkların farkında
olduğunuz oranda, böyle kişilere karşı öfkeyle dolarsınız.
Bu durum onlar üzerine sağlıklı düşünmenize engel olabilir.
Oysa bir muhbiri anlamak, sadece onunla ilgili kişisel bir
konu değil. Bu kişilik özelliğine neden olan koşulları
görmek, yaşadığınız hayatı anlamak için önemli.
Muhbir kişilik özelliklerini, herhalde en iyi bilenler
Murtaza’yı tanıyanlardır. Orhan Kemal’in unutulmaz roman
kahramanı, Bekçi Murtaza…
KURS GÖRMÜŞ ADAM
Murtaza ara sıra iş değiştirse de hep bekçiliktir ona
verilen görev. Mahallede, fabrikada gece bekçiliği…
Bekçi Murtaza, o kadar işgüzardır, verili durumu savunmaya
kendini o kadar adamıştır ki, amirlerini de patronlarını da
geride bırakan bir ‘görev bilinciyle’ çalışır. En çok
“görmüşüm kurs, almışım amirlerimden sıkı terbiye” diyerek
övünür.
Emir almak, amirleri tarafından yönetilmek en sevdiği yaşam
biçimidir.
Hayatında değişiklik olmasını istemez, düşüncelerinin
doğruluğundan şüphe etmez. Öğrenmeye, sorgulamaya değil,
ezberlediği doğruları eksiksiz uygulamaya eğilimlidir.
Farklı düşünen insanların iyi niyetine inanmaz. Çıkar veya
düşmanlık amaçlı kabul eder onların söz ve hareketlerini.
Onları bastırmak, yok etmek gerektiğine inanır.
Zengin insanların o hayatı hak ettiğinden, yoksulluğun
yoksulların suçu olduğundan şüphe etmez. Ama kendi
yoksulluğunu sorgulamak aklına gelmez. Amirlerinden aferin
almak en büyük mutluluk nedenidir.
Kendi çocuğu, kişisel çıkarı gibi çok hassas konular bile
söz konusu olduğunda, ezberlediği doğruları eksiksiz
uygular, bağlı olduğu amirlere -bazen onlara rağmen- sadık
kalır, düzen bekçiliği ‘görev’inden ödün vermez.
En önemlisi, üzerinde hiç durmasa da kendi başına bir değeri
olmadığının farkındadır. Aslında tam olarak farkında
sayılmaz; bu gerçeği kendine itiraf etmemek için böyle bir
kişilik geliştirmiştir. Varlığını daha büyük bir varlığa
adayarak hayatına anlam katabilmektedir. Diğer insanlara
olduğu gibi kendine verdiği değer de bağlı olduğu otoriteye
verdiği değerden ibarettir.
Kendini, bağlı olduğu otoritenin bir temsilcisi olarak
gördüğü için, daha az bağlı olanlara emir vermeye hakkı
olduğunu düşünür. Sıradan insanlara, ‘görev bilincinden
yoksun cahillere’ emir vermek, temsilcisi olduğu güçler
aracılığıyla onları yönetmek, işinin en sevdiği yönüdür.
Otoritenin sadık temsilcisi olduğunu gösterme fırsatı
bulduğu oranda, duruşuyla, tavırlarıyla önemli bir insan
imajı oluşturur.
MAĞRUR VE MAĞDUR
Orhan Kemal’in ‘Murtaza’ romanındaki gibi açık şekilde
değilse de gündelik hayatın içinde ne kadar çok ‘Bekçi
Murtaza’ yaşıyor!
Aslında bu roman kahramanı, gerçek hayattaki herhangi bir
kişiye bire bir karşılık gelemeyecek kadar mizahi şekilde
ele alınmış. Öyle insanların bir tiplemesi değil de, daha
çok, hemen her insanın içinde bir miktar bulunan
özelliklerin temsilcisi bir roman kahramanı olarak görmek,
galiba daha doğru olur.
Zaten romanın fonu, muhbir kişilik özelliklerini yaratan,
Bekçi Murtaza özelliklerini yaşatan toplumsal koşullardan
oluşuyor. Gerçek hayatta halkın büyük bir kısmının yaşadığı
koşullar, Murtaza’nın kişiliğinde somutlaşıyor.
Büyük romancı Orhan Kemal, Murtaza’yı sınıf düşmanı bir
işbirlikçi veya patron yardakçısı bir çıkarcı olarak ele
almaz. Onu, zararlı ve sorun kaynağı bir karakter olmasının
yanı sıra, toplumsal yapının mağduru bir kişi olarak da
işler.
Murtaza’yı okumak, çevrenizdeki bekçi Murtazalardan çok,
onları yaratan toplumsal koşullara karşı isyan duygusuyla
doldurur yüreğinizi. Bir öfke kabarır içinizde! Yoksulların
ve torpili olmayanların işine yaramayan sağlık sistemine,
güven vermeyen sosyal güvenlik anlayışına, işsizliğin işsiz
insanların suçu gibi gösterilmesine, çalışanın hakkını
alamamasına, kendi başına değeri olmayan tek tip insanlar
yetiştiren eğitim mantığına...
Çevrenizdeki muhbir kişiliklere hak vermenizi sağlamaz,
muhbirlik ruhunu anlamak. Onları, düşmanınız olamayacak
kadar önemsiz varlıklar olarak görürsünüz. Örgütlü toplum ve
güvenli koşullar yaratmak gibi bir konu varken ortada,
gereksiz ayrıntılar üzerinde durmazsınız.