Işık
Öğütçü ile Everest Yayınları tarafından
yayınlanan “Zamana Karşı Orhan Kemal” kitabı
için görüşmek amacıyla Cihangir’deki İkbal
Kahvesine uğradığımda bir sürpriz ile
karşılaştım. Öğütçü ailesinin iki numaralı
çocuğu Nazım Öğütçü de oradaydı. Ben sordum
ağabey Nazım Öğütçü ile kardeş Işık öğütçü
yanıtladı.
Işık Öğütçü’yü her yerde görebiliyoruz.
Paneller, söyleşiler, televizyonlar, radyolar,
anma toplantıları vs… Kısaca Orhan Kemal ile
ilgili her yerde… Ailenin diğer üyelerini de
hepsi bir arada olmasa da Orhan Kemal’in anma
toplantılarında Orhan Kemal Halk Kütüphanesi’nde
görebiliyoruz… Siz nerelerdeydiniz, neler
yaptınız bugüne kadar?
Nazım Öğütçü: İTÜ’den mezun bir petrol
mühendisiyim. 1966 yılında Batman’a gittim.
Çalışmak zorundaydım; eve mutlaka bir gelir
sağlamamız lazımdı, babamın düzenli bir geliri
yoktu. Dolayısıyla okul işini ciddiye alarak,
üniversiteyi de kayıpsız olarak bitirdim ve
işbaşı yaptım. İstanbul’dan çok uzaklara düştüm.
Fakat bu benim edebiyattan, sanattan uzak
kalmamı gerektiren bir durum değildi. Bulunduğum
dağda, bayırdaki çalışmalar sırasında da yanımda
birkaç kitap ve dergi bulunurdu. Bu nedenden
dolayı Orhan Kemal’i anma günlerinde
bulunamadım, imkânım olmadı. Dağda bayırdaydım,
şimdi de Ankara’da yaşıyorum. Çoluğum çocuğum
bütün düzenim orada. Emekli olduğum için, artık
istediğim zaman gelebiliyorum İstanbul’a… Işık
ile her fırsatta görüşüyoruz, fikir
alışverişinde bulunuyoruz. Gelişmeleri
Ankara’dan izliyorum. Yapılacak çalışmalar
hakkında görüşüyoruz, Işık edebiyat çevresinin
içinde yaşadığı için, bir takım şeylerin geri
planını çok daha iyi biliyor. Sırası geldiğinde
de anlatmaya çalışıyor bana… Orhan Kemal
Müzesinin kurulması aşamasında elimde bulunan
bütün belge ve eşyaları verdim, diğerlerini de
toplaması için kendisini teşvik ettik. Bugüne
kadar sürekli olarak gelemememin özel bir nedeni
yok. Geçtiğimiz yıldan itibaren Orhan Kemal
Roman Armağanı Seçici Kurulu’nun bir üyesi
olarak görev yapıyorum. Ömrümüz vefa ettikçe bu
böyle devam edecek.
Babanız yazmanızı ister miydi? “Yaz oğlum!” der
miydi?
Nazım Öğütçü: Tabii yazmamı isterdi, zaman
zaman ifadelerde bulunurdu. Ama zorlamazdı.
Işık’ın hazırladığı “Zaman Karşı Orhan Kemal”
kitabını okuyunca bazı şeyleri yeniden
anımsadım. Eserlerini yazıp da bunlardan para
alamadığı süre içersinde -zaten günübirlik
yaşıyorduk- bir takım basımevlerinden aldığı
formaları eve getirirdi. Birimiz okur, o da
dilini düzeltirdi. Bu şekildeki çalışmalarına
yakından tanık oldum, yaşadım. Bu kitabı okurken
o günlere yeniden gittim.
Birlikte gidelim mi o günlere? Babanız ile bir
gününüz nasıl geçerdi?
Nazım Öğütçü: Babam, sabaha karşı 04.00
civarında kalkardı. Unkapanı’nda o zaman
oturduğumuz ev iki katlıydı. Gider kahvesini
yapar. Kallavi fincanı vardı. Sonra yukarı
çıkar, gelir masasının başına geçerdi.
Daktiloyla başlardı çalışmaya. Daktilonun başına
geçtiği zaman, tutturabilmişse zaten, o akar
giderdi kendiliğinden… Daktilo başında, vermek
istediği konuları, hayatı yaşardı. Sabah
07.30’da Cibali Tütün Fabrikasının işbaşı borusu
çalardı. 10.00 da mesaisi biterdi. Giyinir,
kuşanır geze geze Babıâli’ye giderdi. Akşam eve
geldiğinde de kafasında işlemek istediği bir
konu varsa, bize anlatır, fikrimizi alırdı.
Daha küçük yaşlardayken, “Suçlu” romanında
kullandığı sokak çocuklarının konuşmalarını “Yav
bu böyle miydi?” diyerek sorardı. Yaşamın
içinden değişik konularda yazdığı için bunların
sağlıklı ifadeler olmasına çalışırdı.
Sizin ile nasıl zaman geçirirdi. Birlikte oynar
mıydınız?
Nazım Öğütçü: Futbol oynardı. Kardeşimle ben
olurdum, babama karşı. Babam iyi futbolcuydu. O
oyunlar sırasında ben bir cam kırmıştım. Benim
küçüğüm de anneme güya camı kırdığımı
söylemiyor: “Anne, abim camı kırmadı haaa!”
Babanızın peşine takılır mıydınız hiç…
Nazım Öğütçü: Hayır. İstanbul’a geldiğimizde
7 yaşımdaydım. 9 yaşlarımdayken bir kez Meserret
Kahvesine gittiğimizi hatırlıyorum.
Sizler sevgisini nasıl gösterirdi?
Nazım Öğütçü: Çocukları çok severdi. Yalnız
bize özgü bir şey değildi, çocukları severdi.
Çocukların gelecek olduğunu düşünürdü. Bizlere
de sevgisini gösterirdi. Elindeki imkânlar
dâhilinde bisküvi, çikolata alırdı. Adana’dayken
bir Pazar günü “Pikniğe gideceğiz” dedi. Bana
bir uçurtma yap, demiştim. 6 yaşlarımdaydım.
“Tüh yapamadım” dedi sabahleyin. Fakat biraz
sonra dolaptan çıkardı uçurtmayı. Ne kadar çok
sevindim. Bizi çok mutlu etti, sevindirdi.
Adaşınızla tanışmanızı anlatır mısınız?
Nazım Öğütçü: Bursa Cezaevinde aynı
koğuştaydı Nazım Hikmet ile babam… Yalnız
yaşamayı, tek başına bir koğuşta kalmayı
sevmediği için babama “Sizinle kalabilir miyim?”
diyor. Babam o tarihte, kendisine göre
hapishanenin en iyi şairi… O’nu da aşan bir
büyük dev gelmiş ve kendisiyle kalmak istiyor.
Babam sevinerek kabul ediyor. Babam tahliye
olmadan bir süre önce “Oğlun olursa benim adımı
koyar mısın?” diyor. Benden büyük ablam var,
Yıldız. Onu yazılarında ve babama yazdığı
mektuplarında ‘torunum’ olarak çağırıyor.
Böylece adım da Nazım oluyor. İstanbul’a
geldiğimiz yıldı. Babam da görmek istiyor Nazım
Hikmet’i… Önce Kadıköy’deki evlerine gittik.
Memet yeni doğmuş arabada, Münevver Hanım… Nazım
Hikmet bizi aldı Yoğurtçu Parkına götürdü. Çok
neşeli, canlı ve bizimle de ilgilenen bir insan
gördüm. İlk ve son görüşüm oldu. Sonrasında da
kısa bir süre sonra ülkeyi terk etmek zorunda
kaldı. Devamı gelmedi. Ama ben Nazım Hikmet’i
daha önceleri, yapmış olduğu bir işten dolayı
tanıyordum. Hapishanede dokuma atölyesi
kurmuştu. Orada dokunan bezlerden top top, babam
Adana’da pazarlasın diye göndermişti. O
kumaşların kokusu bugün bile burnumdadır. Ev
içinde adı geçtiğinde Nazım Dede dediğimi
hatırlıyorum. İstanbul’daki karşılaşmamızda da
dede demiştim.
İlk okuduğunuz Orhan Kemal öyküsü veya kitabını
hatırlıyor musunuz?
Nazım Öğütçü: Onu net olarak hatırlamam pek
mümkün değil. Ancak “Baba Evi”, “Avare Yıllar”
ilk okuduğum kitaplarından… Fener’de oturduğumuz
günlerde, babamın 72. Koğuş hikâyesini yazdığı o
korkunç günü hatırlıyorum. Çok soğuk bir kış
günü... Tuna’dan, boğaza koca koca buzulların
geldiği dönem. İki oda, iki odanın arasında da
küçücük bir mutfak… Hayal meyal hatırlıyorum onu
da… Felaket soğuk; evde odun yok, kömür yok…
Ablam, kardeşim, ben, annem ve babam evdeyiz.
Babam yandaki odaya geçti. O sıralarda Olympos
marka bir gazocağımız vardı. Önce ispirtoyu
yakıyorsun, arkasından da fitil gazyağını
çekiyor ve yanıyordu. Bütün gece, eski yazıyla
72. Koğuş hikâyesini kaleme aldı. Çok da hoşuna
gitmiş “Attığım taş kuşu vurmuş” şeklinde ifade
ediyordu. Bir de yeni Türkçe olarak yazdı.
Ertesi sabah giyindi, kuşandı, Fener’den,
Karadeniz Caddesinden Fatih’e çıktı. Oradan da
Nuruosmaniye Camiinin oraya… Bir dergiye gitmiş.
Giderken kadar hayal ettiklerini düşünün. “Kış
geldi, kıza bir manto lazım. Eve odun, kömür
almak lazım.” Hikayeyi kısaca özetleyerek
veriyor. Editör, hiç para pul vermeden “Biz bunu
bir okuyalım, siz birkaç gün sonra gelin” diyor…
Babam yeniden gittiğinde babamın karşısına
çıkmıyorlar. Oradaki bir kapıcıya bırakmışlar
yazıyı iade için. Kapıcı “Orhan Bey, hikâyeyi
müstehcen bulmuşlar” diyerek dosyayı veriyor.
Sonraları ilk basımını Ekicigil Yayınları
yayınladı.
Işık Öğütçü: Bugünkü “72. Koğuş” değil, bir
hikâye o… Müstehcen diye iade ediliyor.
Yanılmıyorsam Dünya Gazetesi bunu yayınlıyor.
Arkasından babam onu genişletip kitap olarak
çıkartıyor. Falih Rıfkı Atay, bir başyazısında,
“Türk edebiyatı bu eserle her zaman övünecektir”
diye yazıyor. O yazıyı bulamadım. Arıyorum,
bulacağım.
Nazım Öğütçü: Işık’ın önemi burada ortaya
çıkıyor. Araştırıyor, didik didik ediyor.
Arıyor, buluyor.
Orhan Kemal, telif aldığı günlerde eve gelişi
nasıl oluyordu?
Nazım Öğütçü: Oooooh, eğer paralanmışsa
harika bir şey zaten… “İspinozlar”da gösterdi
galiba. İki tane mor binlik… İpe dizip,
karşısına geçip bir tapınmadıkları kalıyordu.
Bizde tabii öylesi değil. Babam, o teliften de
bize ekstra pay ayırırdı. Şamfıstığı alırdı. Bu
da bizim lüksümüz olurdu. Adil olması için de
herkese fincan ile dağıtılırdı.
Işık Öğütçü: Parantez açayım. Bunu benim
büyüğüm Kemali söyledi: “Babamın paralı mı,
parasız mı olduğunu kapıyı çalışından anlardık.
Çok melodik, ritimli, güzel çaldığı zaman
paralıdır. Eğer çok sert vurursa parasızdır…
Annemin zaten uyarıları başlar: “Babanızın
gözüne gözükmeyin, bir şey demeyin, bir şey
istemeyin, bir kenarda durun, siniri yatışana
kadar…” Siniri yatışınca zaten yeniden eski
haline dönerdi. Tabii bunu ancak yaşayan insan
anlar. Burada Orhan Kemal’in bir ‘an’ını esprili
olarak anlatıyoruz ama O’nun psikolojisini de
çok iyi anlamak lazım. Yapılacak, ödenecek borç
var, kira ödenmemiş ve parasız geliyorsunuz eve…
Bir düşünün insan gerçekten şu an bile
sarsılıyor.
Aslında müthiş bir başarı hikâyesi yazıyor
babam… Ama kimse farkında değil. Bugün bile
farkında değil. Kendi dönemlerinde yazan Gorki,
O’Henry, Panait İstrati bütün dünyada tanınıyor,
okunuyor. Aslında Orhan Kemal de böyle… İsim
vermeyeyim, geçtiğimiz günlerde gazetelerde yer
alan bir haber için ilgili ülkedeki
Türkolog’lara mektup yazdım. Yanıt geldi: “Orhan
Kemal’i bize hatırlattığınız için teşekkür
ederiz. “Ben hatırlatmasam, Orhan Kemal
hatırlanmayacak. Bu böyle olmamalı… Bir
suskunluk var. Ben de dahil olmak üzere herkes
O’Henry’nin “Son Yaprak” öyküsünü bilir.
Niye dünyadaki insanlar da Orhan Kemal’in bir
“50 Kuruş”unu, “Uyku”sunu, “Çikolata” hikâyesini
bilmesin kardeşim?
Peki, bilmeleri için neler yapıldı? Bu güne
kadar bir şeyler yapıldı mı?
Işık Öğütçü: İşte ağabeyimle onu
konuşuyoruz 30 yıl, bizim ajansımız da dâhil
olmak üzere herkes de bir rehavet oluştu. Hadi
aileyi de katalım, ailede uyudu diyelim. Ama şu
son 12 yılda gelinen nokta hiç inkâr
edilemeyecek bir sonuç doğurdu. Orhan Kemal’in
tekrar doğuşuna tanıklık ediyoruz. Şimdi herkesi
sınavdan geçireceğiz. Bizde bu işlerin
içindeyiz. 2014’de Orhan Kemal’in 100. yaşında
bu sınavdan başarıyla mı çıkıcağız çıkamayacak
mıyız göreceğiz. Adana’da Bilim ve Teknoloji
Üniversitesi isimli yeni kurulan bir üniversite
var. Adının oraya verilmesi için ben tüm
ilgililere yazdım. Verilip verilmeyeceğine
tanıklık edeceğiz.
Yanıt geldi mi?
Işık Öğütçü: İki yanıt ‘’çok zor ‘’ diye
geldi. Neden zor ben de bunu anlamış değilim.
Yani bir yazarın adının bir üniversiteye
verilmesi o ülkeye değer katar. Bunun örneği de
var, Namık Kemal Üniversitesi Mehmet Akif
Üniversitesi var. Neden olmasın?
Peki, bu söyleşiden sonra olacağını umalım …
Işık Öğütçü: Orhan Kemal’in Türk
edebiyatındaki yerinin ne olduğunu hala bilmeyen
varsa, ben bir şey diyemem. Ama Orhan Kemal Türk
edebiyatında bir yerdeyse; ben bazen çok daha
iddialı konuşuyorum, Orhan kemal Türkiye’dir
diyorum. Onu da slogan halinde herkes için
söylüyorlar ya. Oysa Orhan Kemal bunu çok hak
ediyor. Çünkü herkesi kucaklayan, iyi yürekli
bir insan. Eğer bugün çeşitli sorunların
çözülmesini istiyorsak Orhan Kemal’in
kitaplarında çözümleri var. Onu okumak yeterli
olacaktır…
O
zaman Orhan kemal’in yeterince anlaşılmadığı da
ortaya çıkıyor.
Işık Öğütçü: Evet anlaşılmadığı, iyi şekilde
incelenmediği, araştırılmadığı, keşfedilmediği…
Orhan Kemal büyük müthiş bir kaynaktır.
Orhan Kemal’in pek çok kitabı yabancı dillere
çevrildi. Yurtdışında durumlar nasıl?
Işık Öğütçü: Şu ana kadar, resmi belgelere
göre 35 kitabı yabancı dillere çevrildi.
Anlaşması yapılanlarla birlikte bu sayı elliyi
geçiyor. Orhan kemal’in kitaplarını yayınlayan
yayınevleri diğer kitaplarını da yayın
programlarına alıyorlar. En son Bulgaristan’da
bir yayınevi “Hanımın Çiftliği” serisini
yayınlamıştı. Şimdi ise “Suçlu”, “Sokakların
Çocuğu” ve “Sokaklardan Bir Kız”ı yayınlamaya
hazırlanıyor. Çin’de ise dört kitabını birden
yayınladılar. Çin’de TEDA kapsamında on kitap
çevrilmiş şu ana kadar, bunun dört tanesi Orhan
Kemal kitabı… Orhan Kemal’in değeri, bilinirliği
katlanarak devam ediyor. Kulaklarımla duydum,
yabancı okurlar “ bu yazarı nasıl kaçırmışız,
nasıl göz ardı etmişiz, nasıl dikkat etmemişiz”
diyor. 1970 ile 2000 yılları arasında
unutturulmuş büyük bir sanatçımız var ortada.
Yabancılar sahipleniyorlar.
Nazım Öğütçü: Aslında otuz yıl içersinde
de bitmedi. Bunun en bariz örneği anlatayım.
Orhan Kemal anmalarında konuşmalar yapan Türkel
Minibaş anlatmıştı bana: “Ben ekonomi
profesörüyüm. Bunu, Orhan Kemal’in kitaplarını
okuduktan sonra kendi içime çok iyi bir şekilde
yerleştirdim, anladım. Bunun için de eğitim
süreci içinde, öğrencilerimden her yıl iki tane
Orhan Kemal kitabı okumalarını istiyorum”
demişti. Orhan Kemal’in önemi şurada; kendisi
de, kalemi de yaşamın içersinde… Zeki ve
dikkatli bir insandı. Daima gerçek olanı, perde
arkasında olabilecekleri, kendi metotları içinde
analiz edebiliyordu. Bunun sonucunda gözleyerek
ortaya koyduğu bir süreci politik ve sosyo
ekonomik yapısıyla vermeyi bildi. Orhan Kemal’in
kitaplarını inceleyen herhangi bir araştırmacı
bir takım sosyo ekonomik gerçeklere o günlerin
sosyal yapısına varabilecek bir açıklık ve
gerçekliğe sahip oldu. Bu durum, olayları kamera
ile görüntülemenin çok ötesinde bir durumdur.
Sadece görüneni değil, görünmeyeni de vermek… Bu
durum çok önemli.
Söz açılmışken anne ve babanızın tanışmalarını
da sizden dinlesek…
Işık Öğütçü: Milli Mensucat, tekstil
fabrikası… Babam orada kâtip, annem de dokumada
çalışıyor. Diyorum ya Orhan Kemal bir Türkiye
hikâyesi aslında… 1930’ları o fabrika üzerinden
çok iyi anlatıyor… Ağalığı yansıtıyor; modern
ağa, onun ortağı cahil ağa, İtalyan mühendis
var; onların sürtüşmesi, kuşak çatışması… Orada
bir de aşk filizleniyor. Annem de çok güzel bir
Boşnak kızı..
Herkesin vurulduğu bir kadın. Babam da kendisine
göre yakışıklı, dönemin iyi futbolcularından…
Tanınan bir insan. Fabrika içersinde, gidiş
gelişlerinde annemi görüyor ve âşık oluyor.
Annemi babasından İzzet Usta’yı aracı koyarak
istetiyor. Kitaplarının büyük kahramanları
vardır; İzzet Usta, İlyas Usta.. Bu ustalar da
birisini sembolize eder. O ‘Usta’ ağabeyimin
adını aldığı Nazım Hikmet’dir. Babam bazen daha
da ileri gider tarif de eder: ‘sarı saçlı, mavi
gözlü’. ‘Usta’yı iyi bilir. Ama o ‘Usta’lar
hiçbir zaman slogancı değildir. Çok aklı
başındadırlar. Örneğin, ‘kitap okuyun’ der.
“Avare Yıllar”da babam çok güzel anlatır. İzzet
Ustayla da gidip, istemişler. İzzet Usta da
babamın babasını, kim olduğunu anlatmış. Oranın
ahalisi dedemi biliyor tabii. “Yav, öyle bir
adamın oğluna veriyorum kızımı; hiç başlık
maşlık da istemem, al bir çul, sar kızı götür”
diyor. Babam da diyor ki: “Aman ustam, kızın
babası babama değil bana veriyor kızı. Bir
yanlışlık olmasın.” Çünkü kendisinin ne olduğunu
çok iyi biliyor. Bu yokluk içersinde evleniyor.
Hatta bir mektup var. 2014’e doğru o mektupları
çıkaracağım. Dedem üç mektup yazmış babama.
1937’deki mektubunda “Bir tarladan icar
alacaksın. O icarın bir kısmını şuraya bir
kısmını şuraya ver, şu kadarını da kendiniz
kullanın” diyor. Böyle de bir jest yapıyor
dedem. Başlarında babaanne var. Babaannenin bir
evinin odasına yerleşiyorlar. Konu komşudan,
akrabadan hava atmak için bir takım eşyalar
alınıyor, takılar takılıyor ki konu komşuya
zengin bir aileye gelin gittiği izlenimi
verilsin. Belli bir süre sonra da hepsi geri
gidiyor alınanların… Babam “Avare Yıllar”ın
sonunu çok güzel bitirir. Kitaplarının
sonlarında bin, iki bin sayfalık kitaplara konu
olacak malzemeler var. Babam öğle yemeğine
geliyor, annem bir yatağın üzerinde oturuyor.
Etrafta eşya kalmamış, elbiseler, takılar gitmiş
hiçbir şey kalmamış, üzgün bir şekilde oturuyor.
Annem anlatıyor durumu; babamın da haberi var,
ama söyleyememiş anneme. Annemin desteği de çok
önemli… Babam da bu perişanlığı görünce çok
üzülüyor. Babamın kadın kahramanları, erkeğin
yanında bir güç olarak dururlar. Her zaman başı
diktir. Orada Cemile bunu çok güzel vurguluyor:
“Aldırma kocacığım aldırma, herkes sakız çiğner
ama çingene kızı tadını çıkartır.” Son cümle ise
şöyledir, babamın yazdığı: “Hayatın tadını
çıkarmaya devam ettik.” İki cümle. Bu iki cümle
bu yapıtların şaheser olmasına yetecek güçtedir.
Hem “Avare Yıllar”da hem de “Eskici ve
Oğulları”nda geçen bir sözü vardır: “Kara gün
kararıp gitmez.” Yeni bir keşifmiş gibi görüyor
herkes. Değil, kitaplarda neler var. Ne
paragraflar, ne cümleler. Babam bunları da “Yav
tarihe bir şey kalsın “ diye söylememiş. O kadar
olağan, o kadar hayatın içinden ki söyledikleri.
Ama bugün düşündüğümüzde müthiş bir felsefi
yapıya sahip olduğunu görüyoruz. Hatta Selim
İleri bir gün sohbet ederken “Babanın ‘Önce
Ekmek’ öyküsünün ilk cümlesi altı yüz sayfalık
kitaba bedeldir” dedi. Demek ki sadece ben değil
başkaları da benzer bir şekilde düşünüyor.
Evrensel bir hale geldi bu konu. Pakistan’da
“Nazım Hikmet’le 3,5 Yıl” yayınlandı. Yayıncı
çok önemli şeyler söylüyor. Orhan Kemal’i ”Baba
Evi”, “Avare Yıllar”, “Cemile”, “72. Koğuş” ve
“Nazım Hikmet’le 3,5 Yıl” kitaplarıyla tanıyor.
Benim bir şey söylememe gerek yok, Farrukh
Sohail Goindi’nin söylediklerine bakalım: “Orhan
Kemal'in edebiyatı, kendisinin olduğu kadar Türk
halkının da yaşamının gerçek bir yansıması. Onun
güçlü ve akıcı kalemi, önemi zamanla artan bir
edebiyat üretiyor. Bu yüzlerce yıl kıtaları
yöneten ve şimdi ışığıyla üçüncü dünya
ülkelerini aydınlatan bir medeniyetin
edebiyatıdır
Orhan
Kemal'in eserleri, Pakistanlılar için henüz yeni
olmasına rağmen bizim yazarlarımızı,
entelektüellerimizi, fikir adamlarımızı, bizimle
tamamen benzer konulardan ötürü çekiyor. Türk
medeniyeti bölgedeki diğer kültürler üzerinde
büyük bir etki bırakan muhteşem bir medeniyet.
Türk yazarları da unutulmaz klasik edebiyat
ürettiler ve kuvvetle inanıyorum ki bu hazine
açığa çıkarılmalı ve diğer kültürlere de
tanıtılmalı. Orhan Kemal'in edebiyatı,
kendisinin olduğu kadar Türk halkının da
yaşamının gerçek bir yansıması. O toplumun alt
ve üst kesimi arasındaki dinamikler ile
ifadesine güç veren ilerici bir yazar. O
toplumunun kaba ve trajik yanını ortaya koyuyor.
Onun güçlü ve akıcı kalemi, önemi zamanla artan
bir edebiyat üretiyor. Bu yüzlerce yıl kıtaları
yöneten ve şimdi ışığıyla üçüncü dünya
ülkelerini aydınlatan bir medeniyetin
edebiyatıdır.”
Orhan Kemal, “Yarına birkaç kitabım kalır mı,
kalırsa yeter” diye bir cümlesi var. Kaldı mı
gerçekten Orhan Kemal?
Işık Öğütçü: Kalmaz olur mu? Orhan Kemal’in
aslında bize ihtiyacı yok. O, çok büyük bir güç.
O hep kalacak. Işık, Nazım olsa da olmasa da hep
kalacak. Ama daha güçlü kalması lazım. Biz, bu
hayatı gerçekten her türlü sıkıntısıyla çeken
insanlar olarak, çok daha iyi yerlerde, zirvede,
zirvelerde olmasını hep arzuluyoruz. Bunu biz
birinci kuşak olarak görmek istiyoruz. Eğer bunu
görürsek, işte o zaman doğru çalışmalar yapmış
olduğumuzu, babamızı doğru bir zemine
oturttuğumuzu görmüş oluruz. Yoksa Orhan Kemal’e
hiçbir şey olmaz.
Nazım Öğütçü: Ben de bir şey eklemek
istiyorum. Şöyle bir izlenim edinmek mümkün:
“Yav işte bir takım şeyleri anlatıyor, sonunda
bir slogan yok” O lafların, davranışların hepsi
birer slogandır. O, edebiyat yaparken belli bir
bakış açısıyla koyuyor ortaya.
“Zaman
Karşı Orhan Kemal” de okudum yeniden. Sıtkı
Amcanız ölümle pençeleşirken, babanız
daktilosunun başında yazıyor. Kış gelmiş;
yağmur, kar, soğuk. Evde odun kömür var mı?
Çocuklar ne yiyecek, kira nasıl ödenecek? Bu
kadar sıkıntı içersinde birbirinden değerli
yapıtlar oluşturmak da çok zor…
Nazım Öğütçü: Bir de, kaç yıl içersinde kaç
kitap yazdığına bakın. 21 yıl içersinde 54
kitap.
Işık Öğütçü: Diyorum ya, aslında büyük
bir başarı hikâyesi yazıyor ama farkında bile
olmuyor.
“Zamana
Karşı Orhan Kemal”de neler var?
Işık Öğütçü: 100’ün üzerinde yazı var. Bir
övgü, kutsama kitabı değil. Elimde beş kitap
hazırlayacak kadar malzeme vardı. Bunların çoğu,
Orhan Kemal’in eserlerini öven yazılardı. Örnek
olarak birer tane aldım. Ayrıca eleştiri
yazılarını derledim. Bir de röportajlar var.
Röportajlar, Orhan Kemal’İ tanımayanlar için çok
önemli bir kaynak. Şimdi yaptığımız gibi babam
konuşuyor da ben de O’nu dinliyor gibiyim. Hem
benim, hem de ilerde pek çok araştırmacı için;
bir yazarın dünya görüşü, neleri öne çıkarmalı,
yazma şekilleri gibi ayrıntıları veriyor.
Özellikle üniversite öğrencilerinin derslerinde
yararlanabilecekleri önemli bir kaynak… Babamın,
Nazım Hikmet’ten edindiği en önemli özelliğinin
‘bakmayı bilmek’ olduğunu düşünüyorum. Bakmasını
bileceksin ki, görülmesi gerekeni göresin.
Kafamdaki bir sorunun yanıtını da buldum. Ne
babama ne de anneme sormadım. 1969’da Moskova’ya
gittiğinde Nazım Hikmet’in mezarına gitti mi,
gitmedi mi? Çünkü Nazım Hikmet Enstitüsüne
mektuplar götürdü, Nazım Hikmet ile ilgili
konuşmalar yaptı. Hepsini biliyorum. Ama mezara
gitmemesi gibi bir şey zaten olamazdı. Fakat bu
kitaptaki bir röportajındaki bir cevap, benim
için önemliydi. Şöyle diyor cevabında: “Nazım
Hikmet’in o bildiğim imzasını gördükten sonra
inandım öldüğüne.” Bulgar Radyosunda yapılan son
röportajları var. Bulgar gazetecileriyle
yapılına ilginç söyleşiler var. Yaşar Kemal’in
babamla ilgili düşünceleri var. Dönemin bütün
yazarları zaten arkadaş. Rıfat Ilgaz, Ümit Yaşar
Oğuzcan röportaj yazıyor. Günümüzün pek çok
yazarının da yazıları var kitapta.
Devam eden çalışmalarınız var mı?
Işık Öğütçü: Orhan Kemal bir hazine. O’nda
bitmez. 2013’de Orhan Kemal Fotoğraf Albümü
yapmayı düşünüyorum.
2014’de Orhan Kemal’in mektupları “Eşe dosta
selam” adıyla yayınlanacak. Hem yazdığı hem de
kendisine yazılan mektuplar yer alacak bu
çalışmada. Karşılıklı mektuplaşmalar olduğu için
çalışması da uzun sürüyor. Orhan Kemal’in
kitaplaşmamış öykülerini kitaplaştıracağım.
Toplama aşamasındayım. Uzun ve titiz bir
çalışmayı gerektiriyor. Bu aramalar sırasında
enteresan şeyler çıkarsa da şaşırmam. Geçenlerde
babamın sarı defterleri içinde Eylül 1957’de
tuttuğu bir not gördüm: “Gündüz Gazetesi, Eylül
100 – Ekim 150 TL”
Bir araştırmacı böyle bir ipucu yakaladığı zaman
durması imkânsız. Gündüz gazetesini buldum.
Gündüz’de yayınlanan öykülerini çıkardım.
“Gavurun Kızı”, “Son Kurşun” adıyla çıkmış.
“Oyuncu Kadın”, “Konya Oturak Âlemleri” diye
tefrika edilmiş. “İki Damla Gözyaşı” aynı adla
yayınlanmış. Fakat yazar kısmında ‘Türkiye’nin
çok önemli, ünlü ses sanatkârı’ diyordu. O öykü
daha sonra İlhan Fahri Demir adıyla yayınladığı
kitapta yer almış. “Son Kurşun” ve “Konya Oturak
Âlemleri” de İlhan Fahri adıyla yayınlanmış.
Başka müstear ad kullanmış mı?
Işık Öğütçü: İlhan Fahri, İlhan Fahri Demir…
Şimdi de Hayrullah Güçlü diye arıyorum. Bir
takım gazetelerde bu adla öyküler yazmış.
Babamın birisine imzaladığı bir kitap var;
“İlhan Fahri, benim diğer adım” diyor. Bunları
ipucu olarak oraya buraya yazmış, siz
bulacaksınız. 30 yılda araştırmacılar bu
kısımları hep atlamışlar. Bunlar çok daha
önceden bulunmalıydı. Bir yazar dostumuz da
söyledi: “Eğer Orhan Kemal bir Fransız yazarı
olsaydı, üzerine bin tane araştırma kitabı
çıkardı.” Sayı o kadar az ki… Yaşar Kemal de
dedi “Orhan Kemal bir Rus veya Amerikalı yazar
olsaydı, bugün bütün dünya tanırdı”
Bu çok doğru bir saptama… Bir takım çelmeler,
ayak oyunları, en yakın bildiği insanlar
tarafından dışlanmalar. Babam reklamı seven,
kendini öne çıkaran bir insan değil, gidip
gazeteleri dolaşsın ‘beni parlatın’ desin.
Kesinlikle böyle yapmaz. Ama eserleri var,
görülsün istiyor.
Orhan Kemal ve döneminin yazarları –ki çoğu
yakın dostuydu- bir çağı kapatıp, bir çağı
açtılar. Toplum olarak, o kitaplarda
anlatılanların hızına ulaşıp, o dönüşümü
demokratik olarak yapabilseydi toplum, Orhan
Kemal ve toplumcu yazarlar çok daha başka bir
konumda olur, hepsi baş tacı edilirdi. Onların
açtığı yoldan pek çok yazar daha güçlü ve
sağlıklı ilerleyebilirdi. Bu açıdan Orhan
Kemal’in kitaplarının yurtdışında yayınlanma
işinin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türk
edebiyatının yol açıcıları, amiral gemileri
olduklarını düşünüyorum. Onların açtığı her
güzergâhtan, arkadaki bütün edebiyatçılar çok
rahat gider. Çünkü bunlar Türk toplumunu,
edebiyatını, insanını tanıtır. Bu tanıtma, diğer
yazarların da daha rahat tanınmasını getirir.
Son 12 yılda aldığımız yolun, nereye
gittiğimizin göstergesi kitaplarının çevrisidir.
Diziler?
Işık Öğütçü: Sinema, televizyon dünyası,
kitap ayrı mecralar. Orhan Kemal’in adını
duymamış, ne yazdığını bilmeyen
okuyucuya-izleyiciye bir fikir vermesi açısından
çok önemli. Orhan Kemal’in toplumsal hafızada
tekrardan yer etmesi, canlı tutulması, gündeme
gelmesi, kitaplarının yeniden okunup incelenmesi
için önemli bir unsur. Ben önemsiyorum.
Başlayıp, bitiyor. Bu durum ailemizin parayı çok
da ön planda tutmadığının bir göstergesi
aslında…
Diziler sayesinde merak edenler Orhan Kemal
kitaplarına rahatlıkla ulaşabilirler. Orhan
Kemal’i okumaya başladıklarında, hayatlarının
değişeceğine inanıyorum. Orhan Kemal onları
yüreğinden yakalayacaktır; ömür boyu da o
dostluk ve beraberlik sürüp gidecektir.
Konuştuğum pek çok kişi aynı şeyi söyler:
“Kütüphanemizin en önemli yerinde Orhan Kemal’in
kitapları var” Geçenlerde 80 yaşını geçmiş bir
Orhan Kemal okuru geldi, “Benim başucumda üç
tane Orhan Kemal kitabı hep durur” dedi.
Çok seviyorlar.
Babanızın Orhan Kemal olduğunu ne zaman
anladınız?
Nazım
Öğütçü: Öyle ilginç bir soru ki… Şimdiye kadar
aklıma bile gelmemişti. Bildim bileli Orhan
Kemal olarak bilirim. Okul sıralarında babamın
adını sorduklarında Mehmet Raşit Öğütçü derdim.
Orhan Kemal’i ne zaman fark ettiniz derseniz iş
biraz daha değişiyor. Orhan Kemal’İ anlayabilmem
kaç yaşında oldu? Babamın önerdiği “İki Çocuğun
Devriâlemi” adlı kitabı okuduktan sonra, kendi
kitaplarını okumaya başladım. “Baba Evi” ve
“Avare Yıllar” ile başlayan bir süreçti.
Yazarken kurguladığı konuları bizimle de
konuşurdu. Zaten oradan da hazırlıklıydık Kitap
çıktıktan sonra da alıp okuyabiliyorduk. Yani
Orhan Kemal’i çok eski tarihlerden beri
tanıyorum.