Ana Sayfa

 
 

Esquire - Aylık Dergi - 1 Haziran 2013

 

 

 

ORHAN KEMAL - 1914-1970

 


OĞLU IŞIK ÖĞÜTÇÜ ANLATIYOR

BABAMDAN NE ÖĞRENDİM?


Ben, babamı daha çocuk yaşlarda, tam 13 yaşındayken kaybettim. Dolayısıyla, yıllar geçtikçe ve de yaşım ilerledikçe, babamın bana neler kattığını sorgulayabildim. "Babamdan Ne Öğrendim?"; tabii ki öncelikle, eğitimin ve okumanın ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Bugün bir kimya mühendisiysem, bu tamamen babamın bizlere bıraktığı, azıcık da olsa bize kalan ekonomik imkân ile olmuştur. Biz, babam 1970 yılında vefat ettikten sonra, 1977 yılına kadar babamın kitaplarının telifi ile yaşantımızı sürdürdük.
Çalışmanın yaşının olmadığını ve hak yememeyi öğrendim, babamdan. Yaz tatillerinde, Basınköy'de, Pazar günleri mahalle maçları düzenlenirdi. Hani ABD'liye sormuşlar; nasıl zengin oldun diye, "Bir kasa limon aldım, limonları sattım. Onun parasıyla da iki kasa limon daha aldım." demiş. Herhalde bizim de o hesap. Hayatım boyunca, benim ticari yönüm her zaman daha ağır bastı. Tabii ki, babamın kitaplarını okumuştum; neler anlattığını biliyordum ama iş hayatına atılınca, aslında neler demek istediğini anladım.
Orhan Kemal'in o insan sevgisi, insanın ilerideki iş hayatında da kendini gösteriyor. Adil olmak, hak yememek ve çalışanları mağdur etmemek gibi temel kavramları, ben hep babamın kitaplarından öğrendim.
2000 yılında, hayatım ve onun hakkındaki düşüncelerim tümden değişti. Orhan Kemal Müzesi'ni açtıktan sonra, Orhan Kemal'in gerçekten bir hazine olduğunu daha da iyi kavradım. Şimdi, "Yahu sen zaten oğlusun, tabii böyle söyleyeceksin." diyenler olacaktır ama müzeyi açtıktan sonra, özellikle yabancıların ilgisi ve doktora çalışmaları gibi örneklerle karşılaşınca, bunu daha iyi anladım. Yani Orhan Kemal'in üzerine doktora çalışması yapan, yazı yazan pek çok insan ki ben çoğunu tanımıyorum bile. Onları okuduktan sonra, sadece benim babam olduğu için değil, çok büyük bir fikir hazinesinin içinde olduğumuzu anladım.
İnsanın her zaman bir umudunun olması gerektiğini öğrendim. Orhan Kemal'in insan sevgisi, bütün eserlerinde hissedilir. Özellikle günümüz insanını tanıdıktan sonra, reçetenin Orhan Kemal'in eserlerinde olduğunu; insan sevgisini ve umut etmeyi öğrendim.
Ezilenlerin zabıt kâtibi olabilmeyi öğrendim. Bir baba olarak, sadece bana ve diğer üç kardeşimin değil, aynı zamanda eserleriyle okuyucularının da yüreğine dokunabildiğini öğrendim. Böylesine, yazdıklarıyla yüreklere dokunabilen ve kimsenin göremediğini ortaya çıkarabilen bir yazarın evladı olmak, beni çok gururlandırıyor.

 

Işık Öğütçü, bugün babasının tüm hatıralarını Orhan Kemal Müzesi'nde yaşatıyor.


Kitap okumanın, ne kadar güzel ve önemli bir şey olduğunu öğrendim. Çocukken ve de özellikle ilkokul çağındayken, kitaplara düşkün bir çocuk değildim. Büyük ağabeyim ise, tam tersine, okumaya son derece meraklıydı. Hiç unutmam; 1970 yılının Mart ayında, Basınköy'deki evde oturuyoruz. Ağabeyim ve babam divanda, ben de hemen yanı başlarında, yerde oturuyorum. Ağabeyim çok kitap okuduğu için, benim de okumamı ister ve sürekli "Oku, oku, oku..." diye ısrar edip baskı kurardı bana. Aynı ısrarı, o anda da etti. Babam da oturmuş, bizi seyredip bıyık altından gülüyor... Sonra, babam söze karışarak "Ya, ağabeyin doğru söylüyor, kitap okuman lazım..." dedi ve bana okumam için bir kitap önerdi. Bu kadar kitap yazan adam, bana önere önere; "İki Çocuğun Devr-i Âlemi"ni önerdi. Neyse konu kapandı.
Aradan birkaç ay geçti ve ne yazık ki, Haziran ayı geldiğinde babamı kaybettik. Üzüntüler, acılar falan filan derken, aradan birkaç ay geçti ve ben bir gün, ağabeyimden babamın önerdiği o kitapları, daha doğrusu o kitabı istedim. Meğer tam tamına 10 ciltmiş! Başta her ne kadar gözüm korksa da kitapları okumaya başladım ve hakikaten o zaman, babamın ne anlatmak istediğini, okudukça anladım. Onun, çocuk ruhundan ne kadar iyi anlayan biri olduğunu anladım bir defa. Çocuğun nerede şekilleneceğini ve ne taraftan yakalanabileceğini çok iyi biliyordu. Bu seri bittikten sonra, ortaokul yıllarında, babamın eserlerini tek tek okumaya başladım. Kitaplarını incelerken, bir şey dikkatimi çekti; "Baba Evi" ve "Suçlu" kitaplarında, "İki Çocuğun Devr-i Âlemi"nin ismi geçiyordu. Meğer kendi de okumuş kitapları.
Çocuksunuz, hediye ne istersiniz ki! Bisikletim olsun istiyordum. Ama babam ne zaman hapishaneye girdi, tüm isteklerim bitti. Hatta babamı ziyarete giden Fikret Otyam'a, bisikletten vazgeçtiğimi bile söylemiştim.
Annem, evin orkestra şefi gibiydi. Babamın kapıyı çalış şeklinden, o gün nasıl olduğunu anlardı. Evi çekip çeviren, idare eden hep annem oldu. Annem henüz sağken, müzeye ziyarete gelen öğrenciler, annemin kaç yaşında olduğunu sorardı. Ben de "80 yaşında ama siz onu iki ile çarpın." derdim. Çünkü bir kendi yaşı bir de Orhan Kemal'e katlanma yaşı vardı.
Şimdi, o yükün altında büyüyen bize bakıyorum...
Bıkmamış okumuşuz. Ablam, çok iyi bir terzidir; onun bir küçüğü olan ağabeyim, petrol mühendisidir, onun bir küçüğü ağabeyim eczacıdır, ben de kimya mühendisiyim. Yani o zor koşullarda, Orhan Kemal'in o yaratıcılığına biz okuyarak katkı sağladık. Ondan kalan mirasla da farklı bir şey düşünmeden, dağıtmadan, meyhanelerde teselli aramadan çalıştık. Örneğiniz bir mücadele adamı olunca, "dağıtma" lüksünüz olmuyor hayatta.
 

        

[email protected]