Ana Sayfa |
|
Cumhuriyet - Işık Öğütçü- 2 Haziran 2013 |
ORHAN KEMAL’İN ÖLÜMÜNÜN 43.YILINDA… |
ÇİKOLATA GETİREN KUŞ…
İnsanın belleğinde yer etmiş güzel anılar vardır. Zaman zaman bunları düşünür, geçmişe döner ve yitirdiklerinizi anımsarsınız. Benim de böyle anılarım içinde kuşların getirdiği çikolatalar var. Hatırlıyorum o yıllarda herhalde beş altı yaşlarındaydım. Tadını bildiğim fakat daima yeme fırsatı bulamadığım, genellikle bayramdan bayrama kavuştuğum çikolatayı arzu ediyordum. Unkapanı’nda babamın çalışma odasına giden koridorda, ciğerci dükkânının önünde yalanan kediler gibi koca Orhan Kemal’in kapısına bakıyordum. Çok aşina olduğum bir sesi duymak için bekliyordum. Ses gelmedikçe sabırsızlanıyor, babamın beni unutmuş olduğuna ihtimal veriyordum. Çocukluk bencilliği işte, sadece kendimi düşünüyordum. Oysa babam, inancı uğruna ezilenlerin zabıt kâtibi olarak sessizlerin seslerini duyurmak adına, onların daha iyi yaşam sürmeleri uğruna bedeller ödeyerek, engeller aşarak mücadelesini yazarak sürdürüyordu. Alnının teriyle, kursağına hakkı olmayan tek kuruş dahi girmeden kazandığını daha iyi bir yaşam için harcamıyordu. Ama bunları gelinde bana anlatın. Çikolatayı özlüyor, koşullar ne olursa olsun onu yemek istiyordum. Ve sonunda babamdan duymak istediğim ses, “Oğlum, gel bak kuş sana ne getirdi?” O kuşun ne getirdiğini daha önceden çok iyi biliyordum. Yıldırım hızıyla odasına girmemle, divanını örten siyah Siirt battaniyesi üzerinde duran çikolatalı gofreti elime almam bir anda olurdu. Heyecanla, nefes nefese kâğıdı güzelce açar, sanki elimden onu alacaklarmış gibi büyük bir hazla, tadını çıkara çıkara, ama bu mutluluğun çok kısa süreceğini bilerek, gözlerim yumuk yumuk yerdim. Çabuk bittiğine kızar, neden bir kamyon dolusu yiyemediğime hayıflanır, parlak kâğıdına bulaşmış, erimiş çikolatasını da bir güzel yalardım. Ağzım, burnum çikolata içinde kalırdı. Çikolatayı doya doya yaşarken Orhan Kemal’in beni izlediğini bilmezdim. Duygularımın nasıl dalgalandığını, yazar önsezisi ile bütün çocukların bu durumda neler hissedebileceklerini düşünüyordu sanırım. Yıllar sonra bir çocuğun çikolata hasretini, yazdığı “Çikolata” öyküsünde ölümsüz kıldığına tanıklık ediyordum, “ Kırmızı kâğıtlı ellilik bir çikolatayla çıktılar dükkândan, önce kırmızı kâğıdı yırtılıp atıldı, sonra gümüş. (…) Tam gidecekti, kaldırım, kaldırımın dibi, kaldırımın dibinde kırmızı kırmızı yanan yırtık çikolata kâğıtları, ufacık bir toptu buruşuk gümüş kâğıt. (…) Eğildi, gümüş kâğıdın buruşuk topunu aldı. Topmuş gibi, buruşuk kâğıdı havaya attı tuttu attı tuttu. Atıp tutarak bir sokak, bir sokak daha, daha sonra daha bir başka sokak. Gümüşten topu açtı, çikolata bulaşıklarını yaladı, yaladı…” Bugün de pek çok konuda hasret çeken çocukların olduğunu biliyorum. Bunların belki de en önemlisi şu an kısıtlanmış yaşamlarıyla zorluklara direnen babalarına olan özlemleridir. Ama şuna inansınlar ki, aydınlanmamız uğruna sabırla lamba tutarak gölgede kalmayı tercih eden babalarıyla gün gelecek gurur duyacaklardır. “Bereketli Topraklar Üzerinde” kitabında, Tonyalı Kılıç Usta’nın hepimize seslenişi hatırıma geldi, “Olma kula kul, öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya ver canını insan için ya da etme kalabalık dünyamıza…” İnsanlığa hizmet için hayatını hiçe sayan tüm mücadele insanlarını ve Orhan Kemal’i ölümünün 43.yılında sevgi ve saygıyla anıyorum…
|
|
|