Ana Sayfa |
|
Sol Gazetesi - Asaf Güven Aksel - 2 Haziran 2013 |
Orhan Kemal kendisi gibi olanları yazmayalı 43 yıl
geçti... |
Sarı saçlı, mavi gözlü Rum kızı Eleni, çalıştığı fabrikada üretilen çikolatayı elleriyle uzattığı an, âşık oluşundan bahsediyor: "Alev ispirtoya değmişti artık." Bu aynı zamanda, fabrikanın yanındaki matbaanın bütün genç erkek işçilerinden bir adım öne geçişidir. Oysa, hepsinin etrafında pervane olduğu bu kıza uzaktan bakıp iç geçiren, üstünden başından utandığı için ona yanaşamayan bir odur. Sonra anlaşılacaktır ki, aşkına eyvallah da, ispirtoyla alevin buluşması, asıl bu cihetten gerçekleşecektir. Eleni, eski pantolonundan kendisinin değil, zenginlerin utanması gerektiğini söylediğinde. "İşte bende ilk sosyal uyanış, galiba bu Rum kızıyla başladı." Devamında hem ispirto olacaktır, hem ateş. Dökecektir, tutuşturacaktır. Ama ispirtodur, dikkat ediniz! Benzin değil, gaz değil. En yoksul tutuşturucu... Alev gitmiş gitmiş, ona değmiştir. Yanarken en güzel renkleri çıkarana... Çalmıştır bakkaldan bir çeyrek ekmek küçük oğulcuğu, götürmüşlerdir hapise. Görmüştür o çok sıkı kurs, almıştır âmirlerinden çok sıkı terbiye ve de takdirname, çekecektir oğulcuğu bile olsa cezasını. Damarlarında, dayısı şehit kolağası Hasan Bey'in kanı dolaşır, bu yasanın ve düzenin milim sapmaz uygulayıcısının, o yüzden, hak ettiği cezanın verilmesini istirham edecektir. Ama içini yakan başkadır bekçinin. Oğlunun aç olduğunu söylemişlerdir! "Kabul edemem açlığını! Velev olsa idi bile aç, çalmayacak idi, etmeyecek idi tenezzül hırsızlığa! Tükürecek idi kan, söyleyecek idi içtim kızılcık şerbeti!" PEYGAMBERLERİN SABRINI ATEŞE VERMEK Murtaza'nın, Iflahsız'ın Yusuf'un, Filiz'in, "âdembaba" koğuşundakilerin, pencere pervazında sevdadan donan Kaptan'ların üzerlerine döker kendini bir ispirto halinde. Tutuşturur bu topraklara peygamberlerin kucak kucak getirdikleri sabrı. Yansın artık, taşsın artık! Usul usul bir "arkadaş ıslığı"dır uyandırmak için çaldığı, tiz sesler çıkarmaz. Pehlivan Ali'nin patoza kaptırdığı kolundan çıkan çatırtıyla mı irkilirsiniz artık bu sessizlikte, ırgatbaşının "devir ha, devir ha, devir!" komutlarından mı, önemli değildir. Hepsi, "bizim insanımız"dan çıkan seslerdir ya, asıl kulakları tırmalayan budur. Bizim insanımız... Çaresizleri, kıpkızıl açları yazmıştır
dersek, tanım doğru olmaz pek. Her gözlemci bunu yapabilir. Orhan Kemal,
onların, kendilerini kaleme alışlarıdır. Bu yüzden, edebiyatımızda kolay
rastlanamayan bir özellik, sadeliğe, duruluğa sahiptir yazdıkları.
Süslemeye gerek duyulmayacak kadar, kendiliğinden çarpıcı hayatlardır
anlattığı. Yaşamıştır, hissetmiştir, onlar olmuştur, daha doğrusu
onlardır, kalem tutarlığıyla ayrı bir özellik kazanmıştır, adına yazar
denmiştir, yoksa, mümkündür ki, "köse Hasan"ın yerini bir romanda ala.
İSPİRTO MORUNUN ARZUHALDEKİ DAMGASI Mehmet Raşit Öğütçü'yü biz Orhan Kemal olarak biliriz. 15 Eylül 1914'te doğar, 2 Haziran 1970'te ölür. Peh, ortaokul mezunu bile değildir. Babası, ilk açılan Meclis'te milletvekili, sonra muhalif, parti kurucusu, gazeteci, "bir daha muhalefet etmeyeceğine dair" verdiği senede rağmen, İstiklal Mahkemeleri'nden kurtulmak için Suriye'ye kaçan Abdülkadir Kemali. Orhan Kemal, Suriye'de bulaşıkçı, matbaa işçisi. Döner gelir Türkiye'ye, Çukurova'da çırçır işçisi, dokumacı, kâtip. Evlenir, eşi fabrikadan bir işçi, sonra
roman kahramanı Cemile. Askerdir Niğde'de, Gorki ve Nâzım okumaktan
mahkûmdur Bursa'da, "yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana
muharrik" suçundan. Tahliye olur, ameledir, ambar işçisidir, hamaldır.
Üstelik "muvakkat hamal". Boşuna demiyoruz, "o insanları" herkes yazar,
ama Orhan Kemal, kendisi olarak yazar diye. Beş yıl yatmayı göze alıp
Gorki okumasında bir hikmet vardır... "Romanlarımdaki iyimserlik bana,
halkımızı yakından çok iyi tanımaktan geliyor. Daha açıkçası ben halkın
kendisi, bir parçasıyım. HAYATA BUDAK DELİĞİNDEN BAKTIRIR Bir çocuğunun adı Kemali ise babasından devralınmış, birininki de Nâzım'dır, ikinci kez kendisine hayat verene hürmet gibi. Bursa Cezaevi'nde tanışırlar, "boşver şiiri, hikâye yaz, roman yaz"la başlayan ya da biten bir eğitim süreci yaşanır. "Benimle inceden inceye uğraşıyordu. O kadar ki, 'yarı aydın'lığımdan, yahut 'küçük burjuvalığımdan gelen 'vıdıvıdıcı' tabiatımla, birtakım huy ve telakkilerime varana kadar her şeyimle.." "Avare yıllar"ın bitişidir de bu, 1941 harbi için "ne tuhaf şey!" denilmesinin 2000'lerin özlemi arasına yazılışı da. Köyün ya da kente geçen köylünün anlatıldığı nice yapıtta, diyalog kişilerini bilmediğinizde kimin konuştuğunu anlayamamanıza çok rastlanır. Sahicilik duygusundan koparır bu sizi. Şivede, ağızda, kurulan cümleden yansıyan bilinçte, bir zorlama, bir yazarın istediğince aktarma olmasın derseniz, Orhan Kemal edebiyatının gücünün kaynağını arıyorsunuz demektir. "-Dert! -Dert karnına -Senin karnına -Senin" cilveleşmesi ondadır, bu basit sözlere destan havası vermek ona mahsustur. O, bir budak deliğinden, bir buzlu camdaki kırığın ardından izletebilir size yaşananları. 1966'daki adresi "Orhan Kemal, Tevkifhane-Sultanahmet, Şehir"dir. "Hücre çalışması ve komünizm propagandası!" Ne demişti "Bir Filiz Vardı"nın romancısı? "Gerçekçilik, içinde yaşadığın topluma yer yer ayna tutmaktan ibaret değil ki. Asıl gerçekçilik, asıl yurtseverlik, içinde yaşadığın toplumun bozuk düzenini görmek, bozukluğun nereden geldiğine akıl erdirmek, sonra da bu bozuklukları ortadan kaldırmaya çalışmak. Yurtseverlik, yurdunun insanlarını sevmek, yani, insan gibi yaşamalarını sağlamaya çalışmak. Buna engel olanlarla savaşmak..." 'ÇARPMIŞIM YILDIZIN KUYRUĞUNA BE!' Böyle baktı, böyle yaşadı, böyle yazdı Orhan Kemal. "İnandığım doğruların adamı oldum, böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir." Ne yapsın o kuruşu, "Ay benimle olduktan sonra, yıldızın kuyruğuna çarpiim" diyen adam!
|
|
|