Ana Sayfa

Son Cümle Dergisi - Ayşe Sena Çelik - 19 Haziran 2012

ORHAN KEMAL SİZLERİ ÇAYA BEKLİYOR

 
 





Tanıtım (Müze)


Fotoğraflar: Ayşe Sena Çelik

Cihangir’deyim. Hafta sonu olması hasebiyle Cihangir o kalabalık nüfusuna bir o kadar meraklı insan eklemiş. Neredeyse hepsinin elinde fotoğraf makinesi, parmaklar her an deklanşöre basmaya hazır. Etrafta sinema, magazin, müzik dünyasından isimler… Sokaklar sanki bir podyumu andırıyor. Ben bunu istemiyorum; bu yapay set beni mutlu etmiyor. Benim aradığım başka bir şey: samimiyet, muhabbet, bu soğuk binalar arasında sıcak bir ortam… Ve tam bu sırada Orhan Kemal Müzesi çıkıyor karşıma. Acaba, diyorum, aradığımı bulabilir miyim burada? Bir şans vermeli, diyorum kendime ve içeri giriyorum.

Tabelada İkbal Kahvesi yazıyor; içinde kırmızı örtülü masalarıyla, tahta sandalyeleriyle, o sevdiğimiz çay kokusuyla mütevazı bir kahve. Çay söyleyip oturuyorum bir masaya. Müzeyi gezmek istediğimi söylüyorum. Konuşmaya başlı-yoruz. Bugün Orhan Kemal’in oğlu Işık Bey’in de burada olduğunu ve bizi gezdirebileceğini öğreniyorum. Bu müzeyi kurucusuyla gezme imkânı doğduğuna hem şaşırıyor, hem de çok seviniyorum. “Âlâ” deyip beklemeye koyuluyorum.

Otururken etrafı incelemeye başlıyorum. Bir duvar boydan boya kitaplık, Orhan Kemal’in bütün eserleri burada satışa çıkıyor. Mutlaka bir tane edinmeliyim, diye düşünüyorum. Öbür duvarlarda da kendi fotoğraflarının yanı sıra Fakir Baykurt, Hasan İzzettin Dinamo gibi yazarların Orhan Kemal için imzaladıkları kitapları yer alıyor. Sevdiğim bir yazara kitabını imzalattığım andaki mutluluğum geliyor aklıma. Orhan Kemal’in de bu mutluluğu yaşamış olduğunu düşünüyorum, neler hissettiğini merak ediyorum. Ben böyle düşüncelere dalmışken Işık Bey geliyor, tanışıp oturuyoruz. Öğreniyorum ki bu müzekahve-kitapçı üçlemesi İkbal Kahvesi adını, Orhan Kemal’in Cağaloğlu’nda gitmekten çok zevk aldığı bir kahveden almış.

Müzeyle ilgili bilgi alıyorum ve gezmek için sabırsızlanıyorum. Müze fikrinin Orhan Kemal’in vefat yılı olan 1970’ten beri var olduğunu, ancak müzenin 1997 yılında Işık Bey’in binayı satın alması üzerine ancak 2000 yılında açıldığını öğreniyorum. Müzenin girişinde beni Orhan Kemal’in dört fotoğrafı ve “Eşe dosta selam” diye başlayan, bir nevi hayatını özetleyen birkaç satırı karşılıyor. Bunların hemen altında anı defteri gözüme çarpıyor. Devam ediyorum, her duvarda Orhan Kemal’in fotoğrafları…

Çocukluktan aileye, askerlikten cezaevine yaşam öyküsü; yazar dostları, imza günleri, tiyatro oyunlarına dair pek çok fotoğraf bizi epeyce bilgilendiriyor. Bir bölüm ilgimi çekiyor; bu bölüm Orhan Kemal’in babası Abdulkadir Kemali Bey’e ayrılmış. İstiklal Madalyası, Beratı, Kuran-ı Kerim’i… Işık Abi’den -kurduğumuz samimiyet neticesinde artık abi demeye başlıyorum – öğrendiğime göre Orhan Kemal’in babasıyla çok sağlam bir ilişkisi yokmuş; babasının baskıcı yapısı, ailesini Suriye’ye götürmesi ve bu sebeple Orhan Kemal’in futbol hayallerinin ertelenmesi gibi sebeplerle aralarında hep bir mesafe varmış.

Orhan Kemal Müzesi’ni gezip de hiç kitaplardan bahsetmesek olmazdı tabi. İlk bölümde Orhan Kemal kitaplarının ilk baskılarını görüyoruz. Kapakları beni çocukluğuma götürüyor ve düşünüyorum: “Ben bu halimle çocukluğuma döndüysem, benden daha eskiler hangi anılarına giderler acaba?” İkinci bölümde Orhan Kemal konulu kitaplar çıkıyor karşımıza. Mehmet Narlı’dan Achim Martin Wensien’e kadar birçok yazarın Orhan Kemal hakkında söyleyecek sözü olması etkiliyor beni. Son bölümde Orhan Kemal’in yabancı dillere çevrilmiş kitapları ilişiyor gözüme: Yunanca, Arapça, Almanca…
Genelden özele dizayn edilmiş müzede sıra Orhan Kemal’in özel eşyalarına geliyor. Gözlük, saat, havlu, çatal, terlik, biricik hayat arkadaşı Nuriye Öğütçü’nün fotoğrafı, dikiş makinesi, evlilik cüzdanları da bu özel eşyalar arasında. Eşinin soyadının farklı olması dikkatimi çekiyor. Orhan Kemal’in gerçek adının Mehmet Reşat Öğütçü olduğunu öğreniyorum. Bu eşyalar zihnimde Orhan Kemal’in günlük yaşantısıyla ilgili kareler oluştururken, müzenin kalbi olarak nitelediğim, Orhan Kemal’in yatak ve çalışma odası olarak düzenlenmiş bölüme geliyoruz. Burada Orhan Kemal’e ait iki takım elbise var ve tabi başlarında adeta Orhan Kemal ile özdeşleşmiş fötr şapkalar. Ve daktiloyu görüyorum. “Bu daktilo o daktilo mu?” diye soruyorum. “Evet o. Orhan Kemal’in sayısız eseri bu daktilodan çıktı.” Sonra kitapları görüyorum, Orhan Kemal’in kitaplığını. İkbal Kahvesi’nde beni okuyucu Orhan Kemal ile tanıştıran, Orhan Kemal’e imzalanmış kitaplardan bu bölümde yüzlercesi var. Acaba, diyorum, okuduğu bu kitaplardan ne kadar esinlendi? Kalemine hayran olduğum Orhan Kemal’in okur yönünü görüp yine aynı şekilde hayran olmamak elimde değil. Biraz uzağa gidip öyle bakıyorum odaya: İki yanda iki kitaplık, ortalarındaki masada daktilo. Kitaplardan aldığı ilhamla bu odayı bir yazı fabrikasına dönüştürdüğünü görüyorum. Sanatının, “insanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası” adına olduğunu söylüyordu Orhan Kemal. Plağıyla, radyosuyla, kitaplarıyla herkes gibi insan, daktilosuyla eşsiz bir yazar, kucağında oğlu Işık Öğütçü’yle daktilosunun başındaki fotoğrafıyla da iyi bir babaydı.

Müzeden çıkarken ziyaretçi defteri tekrar gözüme takılıyor. Kimlerin geldiğine göz atıyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Ertuğrul Günay’a, Orhan Pamuk’tan Ayşe Kulin’e birçok ismin güzel temennilerine şahit oluyorum. Müzenin bana hissettirdiklerini yazıyorum. Ardından Işık Abi’yle İkbal Kahvesi’ne geçiyoruz. Kitap tavsiyesi istiyorum ve aynı zamanda oğlunun, babasının en çok hangi eserini beğendiğini sorguluyorum. Murtaza’yı öneriyor. Doğum tarihim itibariyle Orhan Kemal’e imzalattığım bir kitabım olamazdı ama ona en yakın, hayatına şahit olmuş birinin imzaladığı bir kitabım olabilirdi. Nitekim de oluyor. Işık Abi “dostlukla” imzalıyor kitabı. Bu güzel Orhan Kemal yolculuğu için teşekkür ediyor ve veda edip ayrılıyorum.

Cihangir’deydim. Sokaklar yine kalabalık. Dönüp kendime bakıyorum. Elimde Murtaza kitabı, burnumda buram buram çay kokusu, yüzümde tebessüm… Orhan Kemal’i ziyarete gitmiştim de oğlu karşılamış gibi hissediyorum. Babası olmasa da çok güzel ağırlıyor beni. Işık Abi’nin, babasının mirasına tutkuyla sahip çıkmasına imreniyorum. Kapıdan çıkarken, İstanbul’da gezilmesi gereken yüz mekâna buranın ismini de ekliyor ve Cihangir’den İstiklal’e doğru yürüyorum.

 


[email protected]