Tanıtım (Müze)
Fotoğraflar: Ayşe Sena Çelik
Cihangir’deyim. Hafta sonu olması hasebiyle Cihangir o kalabalık
nüfusuna bir o kadar meraklı insan eklemiş. Neredeyse hepsinin elinde
fotoğraf makinesi, parmaklar her an deklanşöre basmaya hazır. Etrafta
sinema, magazin, müzik dünyasından isimler… Sokaklar sanki bir podyumu
andırıyor. Ben bunu istemiyorum; bu yapay set beni mutlu etmiyor. Benim
aradığım başka bir şey: samimiyet, muhabbet, bu soğuk binalar arasında
sıcak bir ortam… Ve tam bu sırada Orhan Kemal Müzesi çıkıyor karşıma.
Acaba, diyorum, aradığımı bulabilir miyim burada? Bir şans vermeli,
diyorum kendime ve içeri giriyorum.
Tabelada İkbal Kahvesi yazıyor; içinde kırmızı örtülü masalarıyla, tahta
sandalyeleriyle, o sevdiğimiz çay kokusuyla mütevazı bir kahve. Çay
söyleyip oturuyorum bir masaya. Müzeyi gezmek istediğimi söylüyorum.
Konuşmaya başlı-yoruz. Bugün Orhan Kemal’in oğlu Işık Bey’in de burada
olduğunu ve bizi gezdirebileceğini öğreniyorum. Bu müzeyi kurucusuyla
gezme imkânı doğduğuna hem şaşırıyor, hem de çok seviniyorum. “Âlâ”
deyip beklemeye koyuluyorum.
Otururken etrafı incelemeye başlıyorum. Bir duvar boydan boya kitaplık,
Orhan Kemal’in bütün eserleri burada satışa çıkıyor. Mutlaka bir tane
edinmeliyim, diye düşünüyorum. Öbür duvarlarda da kendi fotoğraflarının
yanı sıra Fakir Baykurt, Hasan İzzettin Dinamo gibi yazarların Orhan
Kemal için imzaladıkları kitapları yer alıyor. Sevdiğim bir yazara
kitabını imzalattığım andaki mutluluğum geliyor aklıma. Orhan Kemal’in
de bu mutluluğu yaşamış olduğunu düşünüyorum, neler hissettiğini merak
ediyorum. Ben böyle düşüncelere dalmışken Işık Bey geliyor, tanışıp
oturuyoruz. Öğreniyorum ki bu müzekahve-kitapçı üçlemesi İkbal Kahvesi
adını, Orhan Kemal’in Cağaloğlu’nda gitmekten çok zevk aldığı bir
kahveden almış.
Müzeyle ilgili bilgi alıyorum ve gezmek için sabırsızlanıyorum. Müze
fikrinin Orhan Kemal’in vefat yılı olan 1970’ten beri var olduğunu,
ancak müzenin 1997 yılında Işık Bey’in binayı satın alması üzerine ancak
2000 yılında açıldığını öğreniyorum. Müzenin girişinde beni Orhan
Kemal’in dört fotoğrafı ve “Eşe dosta selam” diye başlayan, bir nevi
hayatını özetleyen birkaç satırı karşılıyor. Bunların hemen altında anı
defteri gözüme çarpıyor. Devam ediyorum, her duvarda Orhan Kemal’in
fotoğrafları…
Çocukluktan aileye, askerlikten cezaevine yaşam öyküsü; yazar dostları,
imza günleri, tiyatro oyunlarına dair pek çok fotoğraf bizi epeyce
bilgilendiriyor. Bir bölüm ilgimi çekiyor; bu bölüm Orhan Kemal’in
babası Abdulkadir Kemali Bey’e ayrılmış. İstiklal Madalyası, Beratı,
Kuran-ı Kerim’i… Işık Abi’den -kurduğumuz samimiyet neticesinde artık
abi demeye başlıyorum – öğrendiğime göre Orhan Kemal’in babasıyla çok
sağlam bir ilişkisi yokmuş; babasının baskıcı yapısı, ailesini Suriye’ye
götürmesi ve bu sebeple Orhan Kemal’in futbol hayallerinin ertelenmesi
gibi sebeplerle aralarında hep bir mesafe varmış.
Orhan
Kemal Müzesi’ni gezip de hiç kitaplardan bahsetmesek olmazdı tabi. İlk
bölümde Orhan Kemal kitaplarının ilk baskılarını görüyoruz. Kapakları
beni çocukluğuma götürüyor ve düşünüyorum: “Ben bu halimle çocukluğuma
döndüysem, benden daha eskiler hangi anılarına giderler acaba?” İkinci
bölümde Orhan Kemal konulu kitaplar çıkıyor karşımıza. Mehmet Narlı’dan
Achim Martin Wensien’e kadar birçok yazarın Orhan Kemal hakkında
söyleyecek sözü olması etkiliyor beni. Son bölümde Orhan Kemal’in
yabancı dillere çevrilmiş kitapları ilişiyor gözüme: Yunanca, Arapça,
Almanca…
Genelden özele dizayn edilmiş müzede sıra Orhan Kemal’in özel eşyalarına
geliyor. Gözlük, saat, havlu, çatal, terlik, biricik hayat arkadaşı
Nuriye Öğütçü’nün fotoğrafı, dikiş makinesi, evlilik cüzdanları da bu
özel eşyalar arasında. Eşinin soyadının farklı olması dikkatimi çekiyor.
Orhan Kemal’in gerçek adının Mehmet Reşat Öğütçü olduğunu öğreniyorum.
Bu eşyalar zihnimde Orhan Kemal’in günlük yaşantısıyla ilgili kareler
oluştururken, müzenin kalbi olarak nitelediğim, Orhan Kemal’in yatak ve
çalışma odası olarak düzenlenmiş bölüme geliyoruz. Burada Orhan Kemal’e
ait iki takım elbise var ve tabi başlarında adeta Orhan Kemal ile
özdeşleşmiş fötr şapkalar. Ve daktiloyu görüyorum. “Bu daktilo o daktilo
mu?” diye soruyorum. “Evet o. Orhan Kemal’in sayısız eseri bu daktilodan
çıktı.” Sonra kitapları görüyorum, Orhan Kemal’in kitaplığını. İkbal
Kahvesi’nde beni okuyucu Orhan Kemal ile tanıştıran, Orhan Kemal’e
imzalanmış kitaplardan bu bölümde yüzlercesi var. Acaba, diyorum,
okuduğu bu kitaplardan ne kadar esinlendi? Kalemine hayran olduğum Orhan
Kemal’in okur yönünü görüp yine aynı şekilde hayran olmamak elimde
değil. Biraz uzağa gidip öyle bakıyorum odaya: İki yanda iki kitaplık,
ortalarındaki masada daktilo. Kitaplardan aldığı ilhamla bu odayı bir
yazı fabrikasına dönüştürdüğünü görüyorum. Sanatının, “insanlığın,
insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası” adına olduğunu
söylüyordu Orhan Kemal. Plağıyla, radyosuyla, kitaplarıyla herkes gibi
insan, daktilosuyla eşsiz bir yazar, kucağında oğlu Işık Öğütçü’yle
daktilosunun başındaki fotoğrafıyla da iyi bir babaydı.
Müzeden çıkarken ziyaretçi defteri tekrar gözüme takılıyor. Kimlerin
geldiğine göz atıyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Ertuğrul Günay’a, Orhan
Pamuk’tan Ayşe Kulin’e birçok ismin güzel temennilerine şahit oluyorum.
Müzenin bana hissettirdiklerini yazıyorum. Ardından Işık Abi’yle İkbal
Kahvesi’ne geçiyoruz. Kitap tavsiyesi istiyorum ve aynı zamanda oğlunun,
babasının en çok hangi eserini beğendiğini sorguluyorum. Murtaza’yı
öneriyor. Doğum tarihim itibariyle Orhan Kemal’e imzalattığım bir
kitabım olamazdı ama ona en yakın, hayatına şahit olmuş birinin
imzaladığı bir kitabım olabilirdi. Nitekim de oluyor. Işık Abi
“dostlukla” imzalıyor kitabı. Bu güzel Orhan Kemal yolculuğu için
teşekkür ediyor ve veda edip ayrılıyorum.
Cihangir’deydim. Sokaklar yine kalabalık. Dönüp kendime bakıyorum.
Elimde Murtaza kitabı, burnumda buram buram çay kokusu, yüzümde
tebessüm… Orhan Kemal’i ziyarete gitmiştim de oğlu karşılamış gibi
hissediyorum. Babası olmasa da çok güzel ağırlıyor beni. Işık Abi’nin,
babasının mirasına tutkuyla sahip çıkmasına imreniyorum. Kapıdan
çıkarken, İstanbul’da gezilmesi gereken yüz mekâna buranın ismini de
ekliyor ve Cihangir’den İstiklal’e doğru yürüyorum. |