Ana Sayfa

Sol Haber - Haber - 17 Eylül 2013

Orhan Kemal, kendisini anlatıyor...

 
 
 

15 Eylül, Orhan Kemal'in doğum günüydü. Bu hafta, 1970 yılında yitirdiğimiz usta yazarın yazılarından bir derleme yaptık. İşte Orhan Kemal'in kaleminden sanatının amacı, felsefi görüşü, sanata bakışı, romanlarındaki karakterler, başrolü verdiği emekçiler...

 

SANATIMIN AMACI

Sanatımın amacı... Şöyle özetlemekte bir sakınca var mı acaba? Halkımızın, genel olarak da insan soyunun müspet bilimler doğrultusundaki en bağımsız koşullar içinde, en mutlu olmasını isteme çabası.

Ünlü Lincoln'ün demokrasi tarifi gibi: "Halkın, halk için, halk tarafından yönetimi" der o. Biz de neden şöyle demeyelim? "İnsanlığın, insanlık tarafından, insanlık için yönetilme çabası adına sanat." (Varlık, 1 Ağustos 1970)

FELSEFİ GÖRÜŞÜM

Toplumcu bir yazar, "materyalist bir felsefe"ye sahiptir şüphesiz.

Ama bu materyalizm, metafizikçi yönü de bulunan bir materyalizm olmayıp, "bilimsel materyalizm"dir.

Buradan hareket eden müessir, yani yazar, eserleriyle de bu hareket noktasına paralel olacaktır.

(Varlık, 15 Ocak 1966).

SANAT VE PROPAGANDA

Hangi türden olursa olsun, sanat eserinin, onu yaratan sanatçının fikri aşamasından gelen bir "propaganda" aracı olmamasına imkan var mı? Toplumcu bir yazarım demiştim. Toplumcu bir yazar da düzensizliğini yerdiği bir toplumun düzene girmesini istemekle, o toplumu teşkil edenlerden "her birinin" ekonomik hürlüğünü istiyor demektir. Bu istem, bu isteme karşın olan "çıkarcılar"a, yani mutsuz insanlar mahşeri içinde yalnız kendi mutluluklarını düşünen, ellerine geçirmişlerse bunu kaçırmak, başkalarıyla paylaşmak istemeyenlere karşın olacağından, davranış elbette politiktir ve şüphesiz tiyatro yazarı, eseriyle fikirlerini savunuyordur. Ama bu savunu bir ekonomi, bir sosyoloji, bir bilmem hangi bilim kitabı kuruluğunun bilimsel kesinliğiyle değil, söz sanatının sahneye uygulanmış ve estetik yönü ön plana alınmış, artistik bir savunusu olabilir. Yani sanatçının tutumu "eğlendirici" olmaktan çok, "düşündürücü" olmalıdır. Ya da bir başka deyimle, gerekiyorsa, "güldürüp ağlatarak düşündürmeli"dir.

(Varlık. 15 Ocak 1966).

TANIK OLMAK

Ben, sadece tanık olmayı yeterli bulmuyorum. İnsanı anlayacak, savaşını anlayacak, buna katılacak sanatçı, kolaylıkla aldatılan kişilerin aldanmalarına karşı duracaktır. (...) Tanık olmak namusluluktur. (...) Ama yeter-şart değildir. Tanıklığı aşabilmek de teorik hazırlanmada kalmayıp hayatı insanlarla birlikte yasa ma k1 a mümkündür.

Bunu derken, tek tek hır olayı yaşamak demek istemiyorum. O insanın yaşadığını yaşamak diyorum, hayatı tanımak diyorum. Türkiyeli sanatçının Türkiye halkıyla birlik yaşamasını diyorum. (Ant, 21 Ekim 1969).

SANATTA BİLDİRİ

Sanat eserinin bildirisi değil de bence, sanatçının bizzat kendisi önemli. Toplumcu bir yazarım.

Bireyin gerçek mutsuzluk ya da mutluluğunun, içinde yaşadığı toplum düzeninden gelebileceğine inanıyorum. Hikaye, roman, tiyatro oyunlarımın da bu inançtan hız alacağı doğal.

Çağımızın pek çok toplumları gibi, içinde yaşadığını kendi toplum düzenimizin de insanlarımızı mutlu kılmaktan uzak olduğu su götürmez. Ben, hikaye, roman, tiyatro oyunlarımla bozuk düzenimizin nedenlerini insanlarımıza göstermek, onları uyarmak, gösterip uyarmakla da kalmayıp bu bozuk düzeni düzeltmeye çaba göstermelerini, bu çabayı elbirliğiyle göstermemiz gerekliliğini yanıtlarını; yanıtlamaya çalışırım. (Varlık, 15 Ocak 1966).

TANIDIĞI İNSANLARI YAZMAK

Ben tanıdığım insanları yazdım..

Son romanım Kanlı Topraklar'da, bile kimler yok?... Nuri Has'tan Abidin Dino'ya... Hacı Ömer'den Osman Zengiler'e kadar... Evet, ben tanıdığım insanları yazdım... Tanıdığını, konuştuğum, birlikte sigara içtiğim, sırtımı sıvazlayan insanları yazdım.. Ben bu insanları inceledim, araştırdım.. Ağa oğlu olarak, namuslu bir vatandaş olarak inceledim...

(Nurer Uğurlu/Orhan Kemal'in İkbal Kahvesi, s. 45)

NEDEN İŞÇİLER VE KÖYLÜLER?

Hep işçiyi, hep köylüyü anlatmak gibi bir inadın sonucu değil bu.

Gerçekçi bir yazar en iyi bildiği şeyi yazmalıdır, işçi ve köylüler çocukluğumdan beri içime öylesine yerleşmişler ki... Bununla beraber, hikayelerim arasında halli vakitli kişiler, halli vakitli kişilerin hikayeleri yok değil. Örneğin: Penin, Umum Müdür, Yeni Arkadaş, Üzüntü. Vukuat Var'daki büyük çiftçi Muzaffer Bey, çevresindeki halli vakitliler..

Halli vakitlilerden de bildiğim kadar söz ediyorum. Keşke daha geniş tanışanı onları da, kitaplar doldursam. (Dost dergisi, Haziran 1958)

ÇİZGİ VE EYLEM Evet, sosyalist çizgide bir eylemim yok ama yapıtlarımda sosyal sınıflar arasındaki durumun ne olduğunu gösteriyorum. Ne dediğini bilen bir yazar için. Sınıflar dışında bir edebiyat yoktur zaten. Bir toplumda yaşıyorsak, bu topluma bağımlı olmamak olanaksızdır. (Y. Kenan Karacanlar/Orhan Kemal, 1974, s. 106)

SANAT ENDİŞESİ VE SOSYAL ENDİŞE Bu iki endişe birbirinden ayrılmaz bir bütündür. Sosyal endişe, sanatçının insan olması haysiyetiyle yurdu ve düşmanı hakkında vardığı kanaatkarın neticesidir. Her şeyden önce bir fikir adamı olması lazım gelen sanatçı, sosyal endişelerini sanat yoluyla belirten insandır. Demek oluyor ki, peşin sosyal endişe. Fakat bu, sanatın ikinci plana itilmesi demek değildir. (Mustafa Baydar /Edebiyatçılarımız Ne Diyorlar, s. 115)

TOPLUMCULUK SANATI ZEDELER Mİ?

Hayır! Hayır ama, eserin estetik, sanat değeri yoksa, toplumsal konudur diye de değerlenmez. Eğer gerçekten sanat eseriyse, özü kadar biçiminin estetiği de göz önünde tutulmuş demektir. Yani öze en iyi, en uygun biçimi vermek sanatçının baş problemidir.

(Dost, 1 Haziran 1958)

YAZAR, HALK VE İNSAN

Sanatı halkın hayat realitesini aksettirici ve onun sosyal mücadelelerini destekleyici bir fonksiyon sayan sanatçı, karşılığında pek bir şey beklemeden vazifesini yapıyor.

Üst yanı ise halka sırtını dönmüş, çalakalem gidiyor. Onca sanat, bir eğlendirme, hoşça vakit geçirme vasıtasıdır. Bu bakımdan, memleketimizin sanatçıları -yüzde bir miktar müstesna- görevlerini yapmıyorlar.

(Yeryüzü, 1 Aralık,1951)

YOKSULLARI SEVMEK Ben halkımı, köylümü, bütün köylüleri, bütün fakir fukarayı seven bir yazarını.. Belirli birtakım şartlar yüzünden geri, bilgisiz, görgüsüz, pis kalmış insanların, imkana kavuştukları zaman değişip gelişeceklerine, ileriliği benimseyeceklerine, uygarlaşacaklarına inanıyorum. (...) Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir.. Bir yazar için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek.. Ve halkın değişimini algılamak.. Eskimemek için.. Hatta değişimi yakalamak, bu değişimini dışına düşmemek gerekmektedir.

Ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamım günü gününe sürer gider..

Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle..

Bu ara halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler...

(Nurer Uğurlu/Orhan Kemal'in İkbal Kahvesi, s. 63,135-136,16)

KONUM İNSANDIR Gerçekten de, konularımın genel kaynağı ne? Halk diyeceğim ama bu tam bir karşılık olmayacak. Zaman zaman "halk"la hiç ilintisi olmayan konuları belki fantezi olarak işlemi şimdir. O halde konularımın kaynağı ne? Bunu şöyle mi belirtsem acaba? Sanatçı olarak, herkes gibi yaşadım, herkes gibi, herkes kadar düşündüm yurdumu, evreni. Herkes gibi bazı genellemelere vardım. Daha doğrusu, birtakım "doğru"lara demek daha yerinde. Bir açım oldu.

Bu açıdan çevreme baktım, konularımı seçtim. Evet evet, bu "seçtim" sözcüğü yerinde. Sanatçı her önüne çıkan konuyu alıp işlemez, bir seçme yapar. Bu konuyu neden aldım? Niçin işleyeceğim? İşlemekteki amacım ne? Daha açık bir deyimle, yurttaşlarımla insanlığa ne demek istiyorum?

Ne demek isteyeceğim? diye sorar.

Bunu her sefer sormaz şüphesiz.

Onda bu bir huy haline gelmiştir.

Konusunu alır, işler. Yani sanatçı, konusunu ister halktan ister fantezilerden alsın, insanlara güldürü ya da düşündüm yoluyla bir şey ya da bir şeyler söylemek amacıyla hareket eder. Yukarıdakiler gözönünde tutulmak şartıyla diyebilirim ki, konularımın genel kaynağı İNSAN'dır.

(Varlık, 1 Ağustos 1970).

İYİMSERLİK

Romanlarımdaki iyimserlik bana halkımızı yakından, çok iyi tanımaktan geliyor. Daha açıkçası ben halkın kendisi, bir parçasıyım. Onun için yakından görüyor, biliyorum ki en kötü insanın bile iyi bir yanı var. Daha açıkçası, en kötü insanı içinde yaşadığı toplum yaratıyor, onun için bizim bulunduğumuz toplumun değil, dünyanın gelecekte düzene gireceğini, düzenli toplum insanlarının da daha çok mutlu olacağına inanıyorum.

(Ortam dergisi, 1 Ocak 1965).

Toplumda gadra uğramış insanların -sosyal bakımdan- iyimserliğe ihtiyaçları var. Gerçekten iş bununla da bitmez. Çünkü iyimserlik uydurma bir şey değildir. O, yaşamının içinde, insanların tabiatlarında vardır. Bunu hiç dikkate almadan uydurmaya çalışan yazarlara ben hak vermiyorum. Yazarın bir amacı olmalı. Bu amaç, halkın yararına dönük olmalı derim. (Nurer Uğurlu/Orhan Kemal'in İkbal Kahvesi, s. 136)

ROMANCI VE KİŞİLERİ Sanatçı bir parça da kendi mayasından gelen bir dürtüyle ve elbette rastlantıyla, bu dürtü ve rastlantılara dayanarak başkalarını yazıyor.

Eski bir sözün dediği gibi, "uslûbül beyan ayniyle insan"... Diyelim muhtar aşırı zamparaydı... Yani bir anlamda "ırz düşmanı"... Ya da içinde yaşadığımız toplumun kişilere verdiği çeşitli anormalliklerden bir, birkaçına müptela... Bir sanatçı olarak ben, adamın bu "anormal" yanlarıyla birlikte, sözünü ettiğim ve gözlerimi yaşartan yanını, asıl bu yanını vermeyi kendime yol edinmişim.. Demek isterim ki, "içinde yaşadığımız toplum düzensizliği insanlarımızı buralara kadar diişürürse, asıl suçlu toplumdaki düzensizlik olsa bile, insanlarımız aslında iyidir, güçlüdür, kahramandır. Ey insanoğlu, kendi ellerinle bozduğun toplum düzenini gene sen, kendi ellerinle düzeltip, kendini bu çıkmazdan kurtaracaksın". Ama sen tut, Kemal Tahir gibi, insanların bu yanlarını görme, yalnız "gavat"lık, "deyyus"luk, "pezevenk"lik daha bilmem nelerini kendine konu al, yaz da yaz... Romanı bitirip kapayınca, okuyanda şu etki kalsın: "İşte bu yurdun köylüsü, kasabalısı, şehirlisi. Hepsi gavat, hepsi deyyus, hepsi aşağılık küfurbazlar. Bunlar adanı olmazlar. Bunlarla hiçbir kurtuluşa gidilmez... Hepsine gazyağı döküp yakmalı.." Ben böyle roman, hikaye ne bileyim daha başka sanat türlerini değil evime sokmak, elime bile almanı. Unutmamak gerekir ki, Kemal Tahir, Mustafa Kemal'i de çokluk bu duruma düşürmek istemiştir. Ana asıl çıkarının nerede olduğunu bilmeyen bu insanlar vermiştir ilk Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı.

Ve unutmamak gerekir ki, yurdun kırk binden çok köyünü dolduran bu insanlar, yurdun üretimini sağlıyor. Karamsar olmak için sebep ne?

(Nurer Uğurlu/Orhan Kemal'in İkbal Kahvesi, Ss 39-40)


 

OLUMLU TİP VE YAZAR

Bize ne lâzım? Aydınlık, ileri; kötülüklerle, deliliklerle, alçaklıklarla, bayağılıklarla mücadele edecek aydın tipler lâzım. Sefaletin sebebini bilen adam lâzım.

Romancının vaz'edeceği felsefe böyle olacaktır. Tabii endişem sadece bu değil, ortada bir de estetik endişe var.

Olumlu tip vardır. Ve olumlu tip de doğrudan doğruya romancının kendisidir. Yani dünya görüşüdür romancının, dünya görüşü içerisinde kendi memleketinin geleceğidir. Olumlu romancının; kendisi, yurdu ve dünyası hakkındaki görüşüdür.

Memleketi ve umumiyetle insanlık üzerindeki düşüncesidir.

Ne olacak insanlar? Suçlu düşecek, sefil, perişan düşecek, şunu yapacaklar, bunu yapacaklar... Ben buna tahammül edemem. Çünkü onları; kendi çocuğum, kendi evlâdım yerinde görüyorum.

Dünyanın yıkılmasını istemiyorum.

Yüzyıllar boyunca gelip geçen insanları kastediyorum aynı zamanda. İnsanoğlu kolay kolay mahvolmuyor, yıkılmıyor.

Toplumcu romancı, siyasal buyrukları süsleyip, püsleyeceğine, yaşamın içine dalsın. Sanat yoluyla gördüğünü yansıtsın, gizleneni açığa vursun, gerçek nedenleri bulsun, toplumsal düzenin çarklarını, olayların karışıklığını, derin anlamlarını ve genel devinimini bulup gün ışığına çıkarsın.

Ezbere, doğa kitabının kafasına kakılmasını değil, gerçeklerin açık anlatılmasını isteyen okuyucunun kendisi bir değişikliğin kaçınılmazlığına, gerekliliğine karar . (Vatan, 1976).

 

 


[email protected]