Ana Sayfa

Taraf - Ahmet Demirel - 2 Mart 2014

 

İnatçı ve amansız bir muhalif 

 

Bilen biliyor da bilmeyen de herhalde çoktur. Orhan Kemal'in babası Türkiye'nin önemli ve en ilginç siyaset adamlarından biriydi. Hayatı boyunca hep muhalif kaldı. En ilginç tarafı da hem iktidara hem de muhalefete muhalif olmasıydı


TARİHİN SESİ ~ AHMET DEMİREL

 

Tarihin Sesi'nde zaman zaman bazı portreleri yazıyorum. Buna epeyce ara vermiştim. Bu hafta Türkiye'nin en ilginç siyasetçilerinden birini, Orhan Kemal'in babası Abdülkadir Kemali Öğütçü'yü ele alacağım. O bir İstiklal Mahkemesi'nin başkanı, bir başka İstiklal Mahkemesi'nin sanığı olmuştu. Bulduğu her fırsatta kendi partisini kurmayı denemiş, bazen kurmayı başarmış, bazen de İçişleri Bakanlığı'ndan gereken parti kurma iznini alamadığı için girişimi yarı yolda kalmıştı. Görüşlerini yaymak için gazeteler çıkarttı, ama bir türlü olmadı, olamadı... Hep kenarda köşede kalmış küçük bir üçüncü akımın lideri olarak kaldı, sadece çevresindeki az sayıdaki insana liderlik yapabildi. Zorlu ve çileli bir hayatın sonunda kendi köşesinde sessiz sedasız dünyaya gözlerini yumdu. 
EĞİTİMİ VE MESLEKİ HAYATI

Abdülkadir Kemali Bey 10 Ağustos 1889'da Cebelibereket'in Yarpuz bucağında doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Ceyhan'da tamamladıktan sonra liseyi Adana'da bitirdi. İstanbul'a giderek iki yıl kadar Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi'nde öğrenim gördü, ardından Hukuk Mektebi'ne geçti. Daha öğrencilik yıllarında İttihat Terakki Cemiyeti'ne katılarak siyasetle uğraşmaya başladı. 
Yine öğrenciliği sırasında basın hayatına da atıldı ve Musavver Erganun ve Şebtâb adında iki ayrı dergi çıkararak, bu dergilerde makaleler yazdı. Hukuk Mektebi'nden 1912'de mezun olunca adli birimlerde görev aldı. Önce 1913'te Siirt'e savcı yardımcısı olarak atandı. Aynı yılın sonunda tayini Basra'ya çıktı. İzin istedi; verilmeyince de Nisan 1914'te memuriyetten istifa etti. 
Birinci Dünya Savaşı patlak verince ilan edilen seferberlikle birlikte 1914 yazında orduya girdi. Dört yıl askerlik yaptı ve dönem içinde Çanakkale savaşlarına da katıldı. Savaş sona erince mesleğine döndü kısa bir süre Adana Hukuk İşleri Müdürlüğü yaptıktan sonra Kirmastı'ya (Mustafakemalpaşa) kaymakam olarak atandı. 1919 ilkbaharında İstanbul hükümetince görevden alındı ve İstanbul'a getirilerek Bekirağa Bölüğü'ne kapatıldı. 
Yargılanması sonucunda suçsuz olduğuna karar verildi. Beraatından hemen sonra Kastamonu Bidayet Mahkemesi'ne savcı olarak tayin edildi. Bu görevini sürdürürken 1920'de Kastamonu'dan Birinci Meclis'e milletvekili seçildi. 
İLK MECLİSTEKİ ÜÇ YIL

Abdülkadir Kemali Birinci Meclis'in en faal milletvekillerinden biri oldu. Her fırsatta kürsüye çıkıp uzun konuşmalar yapan biri olarak sivrildi. Önce Adliye Vekâleti Müsteşarı oldu. Mecliste kurulan Tesanüt Grubu'nun yönetim kurulunda yer aldı. 
1920 sonbaharında Meclis'te yeterli oyu sağlayarak Adliye Vekâleti Vekili seçildiyse de Mustafa Kemal birlikte çalışmak istemediğini kendisine bildirince göreve başlayamadan sağlık durumunu gerekçe göstererek bakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı. Üstelik bu seçim yüzünden bakanların seçilme şekline ilişkin kanun da değiştirildi. Önceden her isteyen milletvekili bakan seçimlerinde aday olabilirken bu değişiklikle birlikte aday gösterme yetkisi Meclis Başkanı Mustafa Kemal'e verildi. 
1920 sonbaharında üstlendiği bir başka önemli görev de Pozantı İstiklal Mahkemesi'nin başkanlığıydı. Mahkeme üyeliği için aday oldu; seçildi ve mahkemenin başkanı oldu. Bu mahkeme ilk dönem İstiklal Mahkemeleri içinde en hafif cezaları veren mahkemedir. 
Bu arada Koçgiri Ayaklanması'nın bastırılması sırasında Nurettin Paşa'nın emriyle uygulanan şiddetin dozunu araştırmak üzere Meclis tarafından seçilip isyan bölgesine gönderilen araştırma kuruluna da üye seçildi. 
Mustafa Kemal'in önderliğinde kurulan iktidardaki Birinci Grup'un da, muhalefetteki İkinci Grup'un da dışında kaldı. Kendisi gibi gruplar dışında kalan milletvekillerini biraraya toplayarak üçüncü bir siyasi oluşumun, Bağımsızlar Grubu'nun liderliğini üstlendi. Zaman zaman iktidara zaman zaman da muhalefete yaklaştı, ama esas olarak kendi doğru bildiği yolda ilerlemeyi tercih etti. İlk Meclis'teki üç yıllık mesaisi onu iktidara da muhalefete de muhalif bir milletvekili olarak ön plana çıkarttı. 
MÜDAFAA-İ UMUMİYE FIRKASI

1923 seçiminden sonra diğer bütün muhaliflerle birlikte Meclis dışında kaldı. Memleketi Adana'ya giderek avukatlığa başladıysa da siyasete dönebilmek için hep fırsat arayışında oldu. 1923'ün sonlarında Mücâhede adında bir gazete çıkarmaya başladı. Gazetede yer alan hilafet ve cumhuriyet konulu bir makalesinden dolayı Adana Bidayet Mahkemesi'nde yargılandıysa da beraat etti. Bu Bekirağa Bölüğü günlerindeki Divan-ı Harp yargılamasından sonra ikinci kez hâkim karşısına çıkışı, ikinci kez beraat edişiydi. Oysa aradaki dönemde kendisi hem de İstiklal Mahkemesi gibi olağanüstü bir mahkemenin başkanlığını yapmış, birçok kişi karşısına sanık olarak çıkmıştı! 30 Ağustos 1924'te Adana'da bu kez Toksöz adıyla bir gazete çıkarmaya başladı. O günler İkinci Meclis içinde muhalif bir partinin, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurulduğu günlerdi. Siyasete dönüş için uygun bir fırsat bulduğunu düşünerek hemen kendi partisini kurma teşebbüsünde bulundu. 
Ona göre hem CHP hem de TpCF aynı madalyonun iki yüzüydüler ve asıl muhalefeti kendisi temsil ediyordu. Tıpkı ilk Meclis'te iki grubun da dışında kalması gibi, burada da iki partinin dışında kalarak üçüncü bir yol tutturmaya çalıştı. 
Tasarladığı partinin adı Müdafaa-i Umumiye Fırkası idi. Partinin programını Toksöz gazetesinde art arda yazdığı "Bir Fırkam Olsa" başlıklı yazılarda ayrıntılı olarak açıkladı. Gazetesi Adana'da pek az kişiye ulaşabildiğinden Toksöz'ü 15 Aralık 1924'ten itibaren İstanbul'a taşıdı ve yayına orada devam etti. Gazetesinde CHP hükümetine çok sert eleştiriler yöneltti. 

Bu eleştiriler beklenebileceği gibi hükümetin tepkisini çekti ve 30 Aralık 1924'te gazetesi hükümet emriyle kapatıldı. Abdülkadir Kemali Bey tutuklandı. Yeniden hâkim karşısındaydı. Bu kez sonuç onun için iyi olmadı ve İstanbul Dördüncü Ceza Mahkemesi'nde yapılan yargılaması sonucunda 12 Ocak 1925'te altı ay hapse mahkûm oldu. Zaten mart başında Türkiye'nin bütün görünümünü değiştirecek Takrir-i Sükûn Kanunu çıkartılacak, TpCF kapatılacak, Dâhiliye Vekâleti de onun kurmaya çalıştığı Müdafaa-i Umumiye Fırkası'nın kurulmasına izin vermeyecekti. Kendisi de hapishanede olunca bu parti kurma girişimi sonuçsuz kaldı. 
AHALİ CUMHURİYET FIRKASI

Hapishane çıkışı bir sürprizle karşılaştı. 1925 yılının yaz aylarında, daha önce Toksöz'de yazmış olduğu yazılarıyla Şeyh Sait Ayaklanması'nı kışkırtmış olduğu gerekçesiyle, ülkenin önde gelen birçok başka gazetecisiyle birlikte kendini Elazığ'da Şark İstiklal Mahkemesi'nin karşısında sanık olarak buldu. Bu onun için moral bozucu bir durumdu. Kendi açısından haksız sayılmazdı. Eski bir İstiklal Mahkemesi başkanı, yeni bir İstiklal Mahkemesi karşısında sanıktı... 
Gazeteciler davası olarak bilinen bu davayı daha önce bu sayfada ayrıntılı olarak yazdığım için üzerinde fazla durmayacağım. Yargılama sırasında diğer bütün gazeteciler yazılı olarak af dileyip beraat ettilerse de Abdülkadir Kemali böyle bir yazı vermeyi reddetti. Sonuç beklendiği gibi oldu. Ötekiler serbest bırakılırken o Ankara İstiklâl Mahkemesi'ne sevk edildi. 1926'ın ocak ayında davası beraatla sonuçlanınca Adana'ya çekilerek 1930'a kadar avukatlık ve çiftçilikle uğraştı ve siyasetin dışında sessiz ve sakin bir hayat sürdü. 
Giderek sertleşen tek parti yönetimi altında bile siyasete dönüş için fırsat kollamayı da hiç ihmal etmedi. Beklediği ortam 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kurulmasıyla oluştu. Hemen harekete geçti ve Adana'da Ahali adıyla bir gazete yayımlamaya başladı. Arkasından da Ahali Cumhuriyet Fırkası adıyla bir parti kurmak için Dâhiliye Vekâleti'ne bir dilekçe verdi. Bu aslında TpCF günlerinde yaptığının aynısıydı; bir gazete çıkartmak ve üçüncü bir parti kurmak... 

Bu kez sonuç da aldı ve izni kopartınca SCF kurulduktan tam bir ay sonra Ahali ve Cumhuriyet Fırkası adıyla partisini resmen kuruldu. Söyledikleri aynıydı: CHP ve SCF aynı madalyonun iki yüzüydüler ve asıl muhalefeti kendi partisi temsil ediyordu. 
Sınırlı kalan ve büyüyemeyen bu partinin sonu SCF'nin kendini feshetmesiyle geldi. 
Bununla birlikte partisi SCF'nin feshinden sonra bir ay kadar daha varlığını sürdürdü. 
Hükümetin partiye karşı tutumu sertleşince ve kendisine el altından partisinin kapatılıp tutuklanacağı haberi sızdırılınca ailesi ve siyasi arkadaşlarıyla birlikte Suriye'ye kaçtı. 
Abdülkadir Kemali Bey'in Suriye günleri çok sıkıntılıdır. Ailesinin geçimini sağlamak için türlü işler yaptıysa da maddi açıdan bir türlü düzlüğe çıkamadı. 
Tam 8,5 yıl süren sıkıntı ve yoksulluklarla dolu bir sürgün hayatı yaşadı. Bu arada iktidar basını kendisini izlemeyi ve hakkında yalan yanlış haberler yayınlamayı hep sürdürdü. Örneğin Menemen olayı çıktığı zaman, kendisi oradan kilometrelerce uzakta olmasına rağmen bir gazete onun Menemen Olayı'nda parmağı olabileceğini manşetten haber yaptı. 
Atatürk'ün ölümünden sonra 1939'da Türkiye'ye döndü. İnönü'nün eski muhaliflerle barışma politikası sayesinde biraz rahat edebildi. Bergama'da Ağır Ceza Mahkemesi başkanlığına atandı. Böylece seneler sonra mahkemelerin sanıkların oturduğu tarafından, karar vericilerin oturduğu tarafına yeniden geçmiş oldu. 
Bununla birlikte bu görevinde uzun kalmadı, istifa ederek avukatlığa döndü. 
Bu arada din ve bitkilerle ilgili çeşitli çalışmalar yaptı. 
1946'da Demokrat Parti'ye girdi. Bu hayatı boyunca kendisi dışında oluşmuş bir siyasi partiye ilk kez katılımı anlamına geliyordu. Öyle ya birinci, ikinci ve üçüncü Meclis yıllarında mensubu oluşumların her üçünü de kendisi kurmuştu. 
Dolayısıyla başkalarının kurduğu DP'deki siyasi macerası kısa sürdü ve çok geçmeden istifa etti. 
21 Temmuz 1949'da Ankara'da tedavi görmekte olduğu Gülhane Hastanesi'nde hayata veda etti.


SİYASİ FİKİRLERİ

Abdülkadir Kemali Öğütçü hakkındaki ilk ve en önemli akademik çalışmayı Meral Demirel yaptı. 2006'da Bilgi Üniversitesi Yayınları'ndan Tam Bir Muhalif Abdülkadir Kemali Bey adıyla yayımlanan bu kitapta Abdülkadir Kemali'nin hem yaşamöyküsü hem de siyasi fikirleri ve mücadelesi ayrıntılı olarak işlenmiştir. Yazının son bölümünde o kitaptan yola çıkarak ve onun kaleminden fikirlerini kısaca özetleyeyim. 
Öğütçü'nün öncelikli olarak bir inkılâpçılık yönü vardır. Daha öğrencilik yıllarında, İttihat ve Terakki'ye katılıp, "İstibdada" karşı "hürriyet" mücadelesine etkin bir biçimde katılan Öğütçü'nün, asıl inkılâpçı yönü Milli Mücadele yıllarında ortaya çıkmıştır. Meclis'in açılmasının üzerinden, daha henüz bir hafta geçmişken, 1 Mayıs 1920'de, Meclis'in toplantılarını yasaklayacak hiçbir kuvvetin olmadığını vurgulamış olması ve hatta "Padişah Efendimiz Hazretleri'ni kurtardıktan sonra (da) biz karar vermedikçe Meclisimizi feshedecek hiçbir kuvvet yoktur. Bu böyle bilinmeli " demesi bu yönünü açıkça ortaya koyar. 29 Nisan 1920'de, Meclis'in meşruiyetinin ilânı anlamına gelen Hıyanet-i Vataniye Kanunu'nu hararetle desteklemesi; 7 Haziran 1920'de kabul edilen ve İstanbul'un işgal edildiği 16 Mart 1920'den itibaren İstanbul'un Meclis'in onayı dışında yaptığı bütün antlaşma ve icraatı geçersiz sayan kanunun kabul edilmesinde önemli bir pay sahibi olması, liderliğini yaptığı ve daha çok muhafazakâr milletvekillerinden oluşan Müstakil Grup üyelerinin 1 Kasım 1922'de saltanatın kaldırılmasına yönelik önergesinin hazırlanmasına önayak olması ve saltanatın kaldırılmasını hararetle desteklemesi de onun inkılâpçı yönünü gösterir. 
Meclis'in üstünlüğü ilkesinin ateşli bir savunucusu olmakla birlikte, devletin güvenliği konusunu da çok önemli bulduğundan, savaş koşullarında, Meclis yetkilerinin geçici bir süre için Başkumandan'a devredilmesini olumlu karşıladı. Ayrıca üzerinde hiçbir denetim olmayan İstiklal Mahkemeleri'nin güvenliğin sağlanması açısından savunucusu oldu. 
Hukukun üstünlüğüne inandığından ona göre, Meclis'ten çıkan bütün kanunlara uymak herkesin göreviydi. 
Cumhurbaşkanı dâhil, hiç kimse kanunların fevkinde hareket edemezdi. 
Görüşleri içinde temel hak ve özgürlükler de önemli bir yer tutar. Yaşamı boyunca, kişi özgürlük ve dokunulmazlıklarının insanın insan olmasından kaynaklanan hakları olduğunu ve hiç kimsenin bu haklara tecavüze yetkisi bulunmadığını ısrarla vurguladı. Bizzat kaleme alarak 1921 İlkbaharı'nda TBMM Başkanlığı'na sunduğu ve 1923 yılının ilk aylarında Meclis'te kabul edilen Hürriyet-i Şahsiye Kanunu temel hak ve özgürlükler konusundaki tutumu açısından çok önemlidir. 
Fikrî hayatında önemli bir yeri olan milliyetçiliğinin ise ulusal bağımsızlıkçı bir milliyetçilik olduğunu belirtmek gerekir. 
Öğütçü'nün milliyetçiliği ırkçı boyutlar taşımaz. Hem Birinci Meclis'te yaptığı konuşmalar, hem de Toksöz'deki yazıları incelendiğinde, Öğütçü'nün geleneklere çok bağlı olduğu görülür. Bu da onun muhafazakâr yönüne işaret eder. 
Bitirirken, Abdülkadir Kemali Bey'in hararetli bir cumhuriyet taraftarı olduğunu da vurgulamak gerekir. Saltanatı fiilen yıkıp, yerine milli hâkimiyeti koymak için canla başla çalışmış olan bir kesimden gelmektedir. Ona göre, cumhuriyet milli bir ilkedir; bu ilkeye karşı çıkan hiçbir kuruluşun ülkede yeri olamaz ve hatta bu vatana ihanet sayılır. Ama yine ona göre, cumhuriyet kelime olarak tek başına bir anlam taşımamaktadır; demokrasiyle tamamlanmalı, demokrasi esaslarına dayanmalıdır. Bu ölçütlere uyan bir rejim Amerika'da hayata geçirilmiştir, Türkiye'de de geçirilmelidir. 
Toksöz'deki bir yazısında otoriter Meksika Cumhuriyeti'ne atıfta bulunması ve Meksika Cumhuriyeti'ne benzeyecek bir Türkiye'nin, bütün geçmişine, bugününe ve geleceğine çok az zaman içinde veda etmeye mahkûm olacağını belirtmiş olması, onun cumhuriyetin demokrasiyle taçlandırılması ilkesine ne kadar önem verdiğinin dikkat çekici bir örneğidir. 

 

 


[email protected]