Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Varlık (Temmuz 2001)

Mehmet Narlı

 

30.Ölüm Yıldönümünde Orhan Kemal ve “Murtaza”

Bu çalışmada Orhan Kemal’in Murtaza adlı romanındaki baş kişiyi (Murtaza) incelemeye çalışacağız. Murtaza ilk olarak 1952 yılında Vatan Gazetesi’nde tefrika edilir. Aynı yıl Varlık Yayınları’ ndan kitap olarak çıkar. Murtaza’ nın roman haline gelmesinin hikayesini Orhan Kemal şöyle anlatır:

Murtaza adlı küçük romanım Vatan Gazetesi’ nde yayımlandı. Ben bu romanın müsvettelerini yıllar yılı yaza boza on beş yirmi sayfa kadar bir şey meydana getirmiştim. İstanbul’ a yeni gelmiştim. Tefrika romancılığıyla alakam yoktu. Yaşar Kemal bu Murtaza’ dan Tunç Yalman’ a övgüyle söz etmiş ki, Tunç Yalman ilgilendi, müsvettelerini benden rica etti. Verdim. Ama yayınlamaya başlayacağı aklıma bile gelmiyordu. Nasıl gelsin, yıllar yılı yirmi otuz sayfa yazabilmiştim. Tefrikaya başlarsa dört günlük yazı bu. Bir gün yayımlamaya başlamış görmeyeyim mi? Her yanım buz kesildi. Eyvah dedim, rezil olacağım. Bunun gerisini nasıl getireceğim?

Öylesine titiz çalışıyorum. Ama olan olmuştu. Çaresiz gerisi gelecekti. Bir tek yol vardı benim için, oturup devam etmek. Ecel terleri döke döke devam ettim ve tuhaf değil mi? Bitti. Ama bu uzun yıllara dayanan olgunlaşmış bir konunun kağıda dökülmesinden ibaretti. (Bezirci, 1984 : 135)

1952 yılı, gerçekten Orhan Kemal’ in hem hayatında hem romancılığında yeni bir dönemdir. Tefrika romancılığı, bu yolla açılan senaryoculuk başladıktan sonra Orhan Kemal iş aramaktan vazgeçer. Aldığı telif haklarıyla geçinmeye çalışır. Ancak gazete romanları ve Yeşilçam senaryoları onun romancılığını olumsuz şekilde etkiler.

Murtaza’ nın macerası bununla sınırlı kalmaz. Roman gazetede yayımlanıp kitap olarak çıktığı aşamada yoğun ilgi görür. Aslında acınılası davranışlar da sergileyen komik Murtaza, filme alınır. Müjdat Gezen’ in canlandırdığı Bekçi Murtaza, canlı bir tip olarak ilgi görür. Bu ilgi onun oyun olarak sahnelenmesini de sağlar. Orhan Kemal, geniş bir okur ve seyirci kitlesince kabul gören, beğenilen romanını yüz seksen sayfalık roman haliyle bırakmaz: genişletir.

Yayıncı dostlarından Hadi Malkoç “Namussuz herif, bozacaksın o güzelim romanı, üç beş kuruş için beş paralık edeceksin,” deyince, Orhan Kemal şöyle cevap verir: “Yahu Hadi, yüz seksen sayfalık Murtaza’ nın üzerinde roman yazıyor; o kadar sayfalık roman olur mu? O roman değil, olsa olsa büyük bir hikaye” (Uğurlu, 1973:205.)

Sadece Hadi Malkoç değil, dönemin birçok eleştirmeni romanın genişletilmesini olumlu karşılamaz. Fakat yazar bu eleştirilere kulak tıkar ve romanının özellikle birinci ve üçüncü bölümlerini genişletir, ve kendini böyle savunur:

Yakın dostlarım, Murtaza’ yı bu yeni haline getirmememi istediler, hemde ısrarla. (...) Ama o haliyle Murtaza bir roman değil, olsa olsa büyük bir hikaye idi. Kitabın yüz seksen sayfalık hacminden dolayı söylemiyorum bunu. Salt romanı roman yapan şeylerin eksikliğinden. Murtaza’ yı roman haline getirmek üzerinde çok çalıştım. Birinci ve üçüncü bölümler yeninden yazıldı. Elimde hala yığınla malzeme var. Bu malzemeyle bir Murtaza II yapabilir miyim? Henüz bilmiyorum (O. Kemal, 1966:5).

Orhan Kemal Murtaza II fikrini hep taşıdı. Yazarın oğlu Işık Öğütçü’ nün verdiği bilgiye göre Orhan Kemal, Murtaza ile Kudret Yanardağ’ı (Müfettişler Müfettişi ve Üç Kağıtçı) mecliste bir araya getiren bir roman tasarlıyordu.

Orhan Kemal’in “Ben tanıdığım insanları yazdım,” şeklinde özetlenen gözlemci gerçekçiliği bu roman içinde geçerlidir. Romanın baş kahramanı olan Murtaza, Adana’ da Akbank şubesinde kapıcıdır. Yazarın eşi Nuriye Öğütçü ve arkadaşı Nurer Uğurlu, bankadaki kapıcıyı tanıdıklarını ve romandaki Murtaza’ nın bütünüyle o Murtaza’ ya benzediğini söylerler. Hatta Nurer Uğurlu, kapıcı Murtaza’ ya Orhan Kemal’in Murtaza’ sını anlatmış, kapıcı da şöyle demiştir:

A be bu adam beni nereden tanır? Bilir mi benim gibi bir adam yaşar Adana’ da, hemi de bu sıcakta (...) Neden yazar beni kitaplar? Ya okurlarsa amirlerim, bu yolda istemem laubalilik! (Uğurlu,1973:209) Biz incelememizde Murtaza’ nın Can Yayınları’ ndan 1996’ da çıkan baskısını esas alacağız. Murtaza, Yunanistan’ın Aksonya kasabasından Türkiye’ ye gelmiş bir muhacirdir. Cumhuriyet’ ten sonraki mübadelelerde Türkiye’ ye kardeşi ve annesiyle geldiğinde, yirmi yaşındadır. O yıllarda “muhacir kardaşlar nam-ü hesabına çalışan fisebilullah” yerli simsarlar (s.13).

Balkanlar’ dan gelen bu göçmenlere çeşitli hileli yollar gösterirler. Bu sayede birçok göçmen, memleketlerindeki az emlaklarına karşı, yeni yurtlarında konaklar, tarlalar alırlar. Fakat Murtaza, dürüst bir insandır. Yalana başvurmamış, mal mülk sahibi olmamıştır. Çünkü Kolağası Hasan Bey’ in kanını taşıyan bir adamın malda mülkte değil, nam u şanda gözü olur. Böyle de olsa devlet Murtaza’ ya Çukurova’ da on dönüm bir arazi vermiştir. Murtaza, kardeşi ve annesiyle bir süre ekip biçmiştir tarlayı. Bir süre sonra annesi ölmüş, kardeşiyle araları açılmıştır.

Kardeşi bir beslemeyle evlenip ayrılınca Murtaza’ da şehirde, pamuk fabrikalarından birinde tartı katipliği bulur. Fakat Murtaza’ nın gözü bu işlerde değildir. O, dayısı Kolağası Hasan bey gibi üniformalı bir iş ister. Nitekim Murtaza, kendisini ta memleketten tanıyan bir komiserin yardımıyla mahalle bekçiliğine atanır. Üniforma, kasketi ve çizmeleriyle, dayısı ile özdeşleşen Murtaza, bu görevini, Halk Fırkası - Serbest fırka çatışmalarına kadar sürdürür. Bu arada evlenir. Önce kızı olan Murtaza Kolağası Hasan Bey olacak bir erkek çocuğa sahip olamadığı için üzülür. İlerleyen yıllarda üç kız, iki erkek babası olur. Büyük oğlunun dayısına benzememesi Murtaza’ yı çok üzer. Suçu, hep “a be maaş kaç” diyen karısına atar. Ama küçük oğlunda umut var gibidir. Murtaza İkinci Dünya Savaşının fırtınalı günlerinde bakayadan askere gider. Asker dönüşü mahalle bekçiliğine kaldığı yerden devam eder.

Murtaza’ nın bekçiliği mahalleliyi rahatsız eder. Rahatsız olanların başında sübyancılar, dul kadın avcıları, hırsızlar, nara atanlar gelse de kendi evinde işinde olan bazı insanlarda Murtaza' nın saat bilmez baskılarından, müdahalelerinden bıkıp usanırlar. Sonunda mahalleli Murtaza’ yı şikayet eder. Karakol komiseri, fabrikasının disiplini bozulan bir fen müdürünün kendisini almak istediğini söyleyince, gururla kabul eder ve kızlarının da çalıştığı fabrikaya kontrolör olarak girer. Bekçilik vazifesi ile yetinmeyen Murtaza, fabrikadaki işçisinden ustasına herkesi disipline sokmak ister. Vazifesinde ihmali görülenleri müdüre söyler. Kısa sürede düşman kazanır. Kontrol Nuh’ un etrafına toplana işçiler, “Murtaza istifa” diye haykırırlar. Murtaza Demokrat partiye akın eden insanları nankör olarak nitelendirir. İsmet Paşa gibi vatan kurtaran bir adama ihanet etmelerinden acı duyar. Bu arada iş başında uyuyan kızını yere çalar ve ölümüne sebep olur. Muratza’ nın küçük oğlu Kolağası Hasan Bey gibi olmaz. Bakkaldan ekmek çalan oğlunu mahkemede sahip çıkmayan Murtaza, “onurlu” hayatına devam etmek üzere mahkemeden çıkar.

Murtaza’ nın fiziksel görünüşü ile ilgili yapılan tasvirler, çok sınırlı kalır. Öyle ki roman boyunca tekrar edilen tasvirlerin mizahi yapı için yapıldığını anlarız. Murtaza sivri burnu, kalın kapkara kaşları, geniş anlı, kırk beş numara ayakkabılarıyla, irice bir adamdır. Bekçi üniformasını, kasketini, postallarını giyinip kuşanınca başını dik tutup göğsünü öne çıkarır ve kaz adımlarıyla yürür. Bu görünüşüyle kendisini Kolağası Şehit Hasan Bey gibi hisseder. Murtaza’ nın fiziksel yapısından, roman boyunca bir kez söz edilir. ( s .8)

Fakat üniforması ve yürüyüşü aynı kelimelerle defalarca tekrar edilir. Burada güdülen maksat, tip oluştururken, kurulan spontane ifadelerle birleşecek bir davranış oluşturmaktır. Bu yanıyla Murtaza, “başı dik, göğsü dışarıda, kaz adımlarıyla yürüyen bir adam” dır. Okur bu davranışı görür ve karikatüre güler. Ancak bu görüntünün şahsın kişiliğiyle de ilgili olduğunu söyleyelim. Yaptığı işi, hayatın manası ve hedefi olarak gören, bekçi urbasını kolağası dayısının urbasıyla özdeşleştiren, bütün bir milleti disipline sokmak isteyen, sokak kedilerine karşı bile vazife ve vatan sevgisini dile getiren birinin, bedenini başka türlü dinlendirilmesi beklenemez. Tahkiyeli eserlerde kimi zaman bir isim, halkın zihninde var olan anlamıyla, kelimenin taşıdığı farklı anlamlarla veya sembolik olarak şahıs hakkında hazır bir bilgi verir. Bu yüzden bazı romancılar için, romanındaki şahıslara isim koymak, tahkiyenin önemli bir unsurudur. Bu tür hassasiyet gösterilen romanlarda genelde isim, şahsın özellikleriyle örtüşür.

Üzerinde durduğumuz Murtaza romanı hakkında da böyle bir kanaatimiz vardır. Murtaza’ nın sözlük anlamı şahsın karakteriyle doğrudan örtüşmez ama okuyucu en azından saf, komik ve işgüzar olan bu şahsın adının Murtaza olmasına da pek şaşırmaz. Murat Belge’ de, türk romanında tip üzerinde dururken, Murtaza ismine dikkat çeker:

Orhan Kemal’ in edebiyatımıza kazandırdığı bir tip vardır hani: Murtaza. Bence adı, Murtaza’ ya çok şey kazandırıyor. Örneğin Selim olsaydı yada Yılmaz olsaydı, aynı tip yaratılır mıydı acaba? Hiç şüphesiz Orhan Kemal’in anlatımı, Murtaza adına özel bir anlam yüklüyor; ama bu adın çağrışımında da bu kişiye anlam yüklemiyor mu? İlle Murtaza demeyebilirdi Orhan Kemal, ama sanatçı sevgisiyle aşağı yukarı aynı çağrışımları taşıyan bir ad bulur gene de bu kahramanına (Belge, 1994:36).

Orhan Kemal’in şahıslarının özelliklerini hatırlatıcı veya taşıyan isimler bulması, bu romanla da sınırlı değil. Mesela bu bölümle ele aldığımız Müfettişler Müfettişi Üç Kağıtçı ’nın da adlarının “Kudret Yanardağ” olması, isim üzerinde düşünüldüğünü gösterir. Dış görünüşüyle insanları etkileyen onları bu etkiyle şaşkına çevirip dolandıran birinin adı “Kudret Yanardağ” olması anlamlıdır. Orhan Kemal bazen de isimlerine sahsın özelliklerini yansıtan ilaveler yapar. Mesela Devlet Kuşu’ nda Avare Mustafa; Tersine Dünya’ da Bitirim Leyla gibi. Şahısların fiziği ve meslekleri de isimlendirmede rol oynar. Kanlı Topraklar’ da Topal Nuri; Eskici Dükkanı’ nın da Topal Eskici gibi.

İsimlendirme unsuruna değinmişken, şahsın hangi dünya kaynaklı olduğunun da üzerinde durulmalıdır. Gerçi ister gerçek dünyadan alınsın, ister tamamen hayli olsun, tahkiyeli bir eserdeki şahıslar itibaridir. Ancak bazı romanlarda (özellikle otobiyografik ve tarihi romanlarda) şahsın ismiyle beraber gerçeklikten alındığını da biliyoruz. Bu durumda, romancının şahsın özelliklerini yansıtan bir “isim seçme” hürriyetinden söz edemeyiz. İncelediğimiz Murtaza’ nın da ismiyle birlikte gerçek hayattan alındığını, yazarın kendisi söyler. Yazarın eşi Nuriye Öğütçü’ yle Basınköy’ deki evinde yaptığımız bir konuşmada, bu bilgi doğrulanır. Orhan Kemal’ in Murtaza’ yı nasıl tanıdığını, bir dostu şöyle aktarır:

Murtaza, gene o hemşehri komiserin yardımıyla bekçi yazılır. Bu ikinci bekçiliği yıllarca sürer. Hemşerisi komiser emekliye ayrıldıktan sonra, yerine gelen komiser, halkın şikayeti üzerine işinden atar. Murtaza, bu sefer Milli Mensucat Fabrikası’ nda gece bekçiliğine başlar. Ve benim Murtaza’ yı tanımam, o yıllara rastlar (Uğurlu, 1973 : 202).

Orhan Kemal dostları, Murtaza romanını, gerçek hayattaki Murtaza’ ya anlatırlar. Onun “A be beni nereden tanır? Bilir mi banim gibi bir adam yaşar Adana’ da hemi de bu sıcakta?” dediğini aktarırlar. Bu konuşmalar olduğunda Murtaza, Adana Akbank Şubesi’nde kapıcıdır. (Uğurlu, 1973:202)

Murtaza’ nın kişilik özelliklerine, hayat bakışına ve temsili değerine geçmeden önce, onun dil seviyesine de değinmek gerekir. Bu konuda ilk fark edilen şey, Murtaza’ nın dilinin mizahi yapıya önemli bir katkıda bulunduğudur. Öte yandan bu üslubun ve dil seviyesinin, şahsın sosyo-psikolojik yapısının anlaşılmasında da fonksiyon üstlendiğini söyleyebiliriz. Orhan Kemal, Murtaza’ yı kendi şivesiyle konuşturur. Murtaza’ nın fonetik ve sentaks bakımından Türkiye Türkçe’ sinden farklı olan konuşmaları, bir güldürü öğesi olur. “Değilsiniz siz vatandaş lazım çünkü büüle - Bir vazife büyüktür bir namuzdan - Vazife benzemez yemeye petnir hemi de ekmek” gibi ifadelerinin sürekli tekrarı mizah oluşturan unsurlardır.

devam >>


[email protected]