Ana Sayfa

İnternette Orhan Kemal


Varlık (Temmuz 2001)

Mehmet Narlı

 

30.Ölüm Yıldönümünde Orhan Kemal ve “Murtaza”

Dil seviyesi, şahsın sosyal tabakası, kültürü, ruhsal durumu gibi özellikleri hakkında bilgi verir. Murtaza’ nın dil seviyesi, imaj, sembol, mesaj gibi dil zenginlikleri taşımaz. Onun imada bulunduğunda, işaret ettiğine, sözü iki anlamlı kullandığına da rastlayamayız. Dolayısıyla söylediği ile düşündüğü arasında bir anlam mesafesi ve derinliği yoktur. Zaten onu yalınkat yapan bir özellikte budur. O, hep aynı şeyleri, hep aynı sözlerle söyler. İnandıklarını söyler, inandıklarının arka planını, derinliğini bildiğini gösteren diyaloglar ve iç düşünüşler yoktur. “Vazife bir sırasında görmeyecek gözün dünyayı, demeyeceksin evladım ciğerparem”, “iyi bir memurun vasfı, etmektir memnun amirini” benzeri ilkeler ileri süre Murtaza, “görev ahlakı” felsefesinden, “bürokrasi” den habersizdir. Peki Murtaza romanı, sosyal yapının analizini yapmamıza, değerler sistemimizi eleştirmemize imkan vermez mi? Verir elbet. Ama bu imkanları, Murtaza' nın dil seviyesinden hareketle değil, ilişkiler ağındaki davranıştan elde ederiz. Daha açık ifadeyle vak’ a, bizi manayı düşünmeye sevk eder.

Bir “tip” in önemli özellikleri, şüphesiz davranışlarındaki sınırlılık ve değişmezliktir. Bu sınırlılık ve değişmezlik, tip romanlarında genellikle belli bir sosyal yapının içinde kalır. Yazar, gerçek anlamda bir kişi değil, bir çok insanın ortak özelliklerini temsil eden bir “stereotip” oluşturur. Mesela romanlarda karşılaştığımız bir düzenbaz veya bir cimri fert olarak değil, sosyal yapıdaki arızaları yansıtan kişiler olarak algılarız. Eleştiri tarifindeki “tip” in genel algılanışı da şahsın kedine has duygulanış ve düşünüş yeteneğine sahip olmadığı, iç değişmeler ve gelişmeler yaşamadığı, adeta başkaları için yaşadığı şeklindedir. Ancak Murtaza bu tip belirlemelerinde farklı özellikler gösterir. Çünkü Murtaza, sadece kendine ait bir takım özelliklere sahiptir. Bir kere o, şivesi ve üslubuyla, vak’a içinde tektir. Kendisini sürekli dayısı Kolağası Hasan Bey gibi hissetmek istemesi, özel psikolojik bir durumdur. Ama Murtaza aynı zaman da belli bir vazife anlayışını temsil eder. Rus araştırmacı Uturgauri’ nin “Murtaza oldukça karmaşık bir kişiliğe sahiptir ve bu karmaşıklık ona, iki yanlı bir görev yükler” (Uturgauri, 1980 : 94) demesi Murtaza’ nın hem stereotip, hem de özel bir kişilik oluşuyla ilgilidir. O anlayışsızlığı, vazifeyi kutsayışı ile bir temsili kişi; ülkeyi disipline sokmak isteyişi, insanları haylazlıktan, uyuşukluktan kurtarmak düşüncesiyle, Donkişot gibi özel bir kişidir. Nitekim Murtaza mizahi yönüyle olduğu kadar saçmalığı varan idealizmi ile da Donkişot’ ta benzer. Orhan Kemal, okuyucunun bu bağlantıyı kurması için şahısların Murtaza’ ya bakışını kullanır. Murtaza’ nın fabrikasındaki aksaklıklara müdahale etmesi üzerine, Umum Müdür “bu adam Donkişot desenize” deyince, Fen Müdürü “her memleketin kendine göre Donkişotları var” diye cevap verir (s.39).

Gerçekten de Murtaza, bütün bir ülkeye kurs verip disipline sokmak düşüncesiyle Donkişot’ ta benzer. “Vazife, disiplin, amir, memur, dürüstlük, numune - i imtisal” kelimeleri, Murtaza’ nın kişiliğini tarif ve tahlil etmemize imkan sağlayan anahtar kelimelerdir. “Vazife bir sırasında gözün görmicek dünyayı, demiyeceksin evladım, ciğerparem”; Murtaza’ nın tekraren kullandığı bu ifade onun, “vazife” yi bütün değerlerin üstünde tuttuğunu gösterir. Hangi şartlar içinde olursa olsun vazifeyi ifa etmek bir ahlak ilkesidir. Böyle bir ilke, hayatın alışılmış, kabul görmüş işleyişi ile çatışmalıdır. Bu yüzden Murtaza bulunduğu yerde istenmeyen kişi olur. Bekçilik yaptığı mahalle sakinleri onu emniyet müdürlüğüne şikayet ederler; fabrikadaki usta ve işçiler, fabrikadan ayrılmasını isterler. Böylece Murtaza vazife ahlakına sahip bir “suçlayan”, bu ahlaki baskı ve şikayetlerle uygulamaya kalktığı için de “suçlanan” dır.

Orhan Kemal’ in Murtaza’ sı, bir insan tipi olarak, katı bir ödev ahlakı simgeler. Ödevinde küçük bir sapmaya bile olanak tanımayan bir hoşgörüsüzlükle bağlılığı, Murtaza’ nın kişiliğini temellendirir. (...) Ödevine bağlılığın getirdiği bu hoş görmezlik, Murtaza’ da bir zorbalığa dönüşerek, olaylara insancıl bir açıdan bakanların küçük sapmalarını jurnallemeyi bile haklı gösterir (Yavuz, 1975 : 176).

Murtaza’ nın bu saplantılı ahlaki tavrı, kızının ölümüne neden olur. Kızının dokuma tezgahının başında uyuduğunu haber alan Murtaza onu büyük bir öfkeyle yere çarpar. İnsanilik taşımayan vazife anlayışı, gelip ölüme dayanır. Bu trajik sonuç bile, Murtaza’ yı marazi kabullerinden uzaklaştıramaz. Ancak şunu söyleyelim ki, Murtaza’ nın vazifesini kutsaması, çıkarlarına dayanmaz. O, vazifesini en sıkı bir şekilde yaptığı için kimseden menfaat dilenmez. Fakat Murtaza’ nın vazife anlayışı, salt vazife ile ilgili değildir. Amirlerinden utanmak, sözünü yerine getirememek gibi saiklerde bu anlayışı besler. Mesela; babası yere fırlatınca darbe alan Firdevs evde ölüm döşeğindeyken, Murtaza, “Lakin nasıl bakacağım suratına müdürümün” diye düşünür. Yine “vazifenin aslanı” olmak, Murtaza için bir “kimlik bulma” çabasıdır. O, kimliğinin, vazife sınırları içindeki insanlar tarafından onanmasını önemsemez, asıl istediği, vazifeyi verenlerden takdir almaktır. Bu yüzden açığını yakaladığı her insanı, acımasızca ikaz eder veya müdüre jurnaller. Tekrar edilen bu jurnalleme işini, amirlerinden çıkar sağlamak için değil kişiliğinin kimliğinin onanması için yapar. Murtaza’ nın ödev ahlakı, Kantçı bir ahlaktır. Roman boyunca ikide bir ödevinin gereğini yapmanın, erdemlerin en büyüğü olduğunu belirtir biçimde konuşması, ödevin boyutlarını kayıtsız şartsız bir bağlılıkla, körü körüne uygulaması, Murtaza’ yı Kant ahlakının örnek insanı kılar. Kant’ ın “categorical imperavite” dediği kesin ahlak buyruğudur bu (Yavuz, 1975 : 177-178)

Hilmi Yavuz’ un değerlendirmesine göre, vazifenin aslanı olan, her ne olursa olsun önce vazife diyen Murtaza, Kantçı özerk ahlakın uygulayıcısıdır. Fakat, Murtaza vazifesi olmayan işlere de karışır. Gece geç yatanlara, kahvede oyun oynayanlara, “Neden? Çünkü lazım büüle! Kavrasınlar nedir vazife, mertlik, civanmertlik, olsunlar mütenebbih,” diyen Murtaza, vazifesi olmayan işleri de vazifesi kabul eder. Bu yönüyle Murtaza, sadece sıkı bir görev ahlakını temsil etmez. O zorbalığı da içine alan bir idealizmi dile getirir. Ancak şahsın karikatürize edilişi, mizahi yapısı, “namus, şeref, yiğitlik” gibi moral değerleri örter. Yazarın diyalektik materyalist bakış açısı da, bu değerleri savunan Murtaza’ yı komik hale getirmede etkilidir. Yazar bir taraftan Murtaza’ yı bütün ülkeyi disipline koymayı düşünen, sağlık, güç ve vazife yolunda “mütenebbih” olmalarını isteyen biri olarak yansıtırken, diğer taraftan onu, sınıfın dışına çıkan, zenginlere ve iktidar sahiplerine şuursuzca teslim olan, kendi sınıfını hor, emredenleri üstün gören bir “yabancılaşmış insan olarak yansıtır. Nitekim Murtaza romanını Marksist bir yaklaşım ile ele alan Uturgauri, Murtaza’ yı, “kendini aşağı görme duygusundan kurtulamamış, başkalarının buyruğuna girmiş, boyun eğmiş, kendi sınıfıyla bağlantısını yitirmiş, başka bir sınıfın çıkarlarına körü körüne bağlanmış” (Uturgauri, 1980 : 94 ) biri olarak tanımlar.

Hilmi Yavuz’ da Murtaza’ nın kendi vazifesi dışındaki işlerlere “ülkesinin adam olması” için karıştığını kabul etmeyerek, onun, insanların “mütenebbih” olmalarını isterken de ödev ahlakının kesin buyruğuna, süresiz bir geçerlilik kazandırmayı amaçladığını söyler. Fakat Murtaza’ nın, bu konuda sarf ettiği birkaç cümleye bakınca, davranışlarının arka planında başka şeylerde bulabiliriz. O, gece yarısı hala ışıkları yanan bir eve gidip, aile reisine şunları söyler:

Devletin malıdır bu çocuklar, hem de milletin! Yok hakkın uyutmamaya ciğerparelerini vatanının! Hasan büyüyecek, kurşun atacak düşmana kurşun” (s.11)

Kahvede oyun oynayanları da fen müdürüne şöyle şikayet eder:

Sonra oynar kahvelerde vatandaşlar tavla altı kollu, pişpirik hemde dimino. Hiçbiri geç sıkı hazır ola. Sıkı hazır ola geçmeyen vatandaş orkutamaz düşmanlarımızı” (s.11)

Murtaza karısı gibi “a be maaş kaç” diyen para düşkünlerini eleştirirken de anlatıcı devreye girer ve onun şunları düşündüğünü aktarır:

Bütün vatandaşlar paraya değil, şana, şerefe, namusa tapmalıydılar (..) o zaman millet topyekün şeref, şan, namus sahibi olurdu. Bu da bütün vatandaşların çelik bilek, tunç yürekli olmalarını sağlar, bu sağlanınca da düşmanlar ürker, yurda saldırmayı göze alamazlardı” (s.108)

Yaptığımız üç alıntıda da Murtaza’ nın disiplin anlayışının hedefi “düşman” nı korkutmak onun karşısında dimdik durmak, neticede ona karşı güçlü olmaktır. Murtaza Aksonya' lıdır. Balkan isyanlarında, harp boyunca “düşman” nın zulmü altında kalan yüz binlerce mücahirden biridir. Kendi topraklarında yaşama hakkını kaybedince kaçarak ve mübadeleler yoluyla Türkiye’ ye dönmüşler. Murtaza’ nın dayısı Kolağası Hasan Bey, düşmana kurşun sıkarak şehit olmuştur. Murtaza kendi çocuğunu Kolağası Hasan Bey olmasını isterken, bütün toplumunda mert, cesur ve vatanperver olmasını hayal eder. Murtaza’ nın davranışlarını değerlendirirken kişiliğine sinmiş bu arka planın unutulmaması gerekir. Murtaza’ nın iktidar sahiplerine teslim oluşu da, bir yanıyla bu kişiliğe bağlıdır. Komiser, Fen Müdürü, fabrika sahipleri, “disiplinli, çalışkan oldukları, vazifelerini yaptıkları” için bulundukları yerdedirler. Öyleyse onların isteklerini harfiyen yerine getirmek gerekir. “Kurs görmüş, amirlerinden sıkı terbiye almış“ olmaması, onu diğer vatandaşlardan ayırır. Vatandaşlar diğer “memurlar”, amirlerinden sıkı terbiye ve kurs almadıkları için meseleyi kavrayamazlar. Murtaza’ nın kişiliğini oluşturan sebeplerin belirtilmesi, sürekli davranışlarının realiteye aykırı, mübalağlı şekilde verilmesi, bu arka planı örter ve Murtaza öncelikle saf, zorba, gülünesi ve acınılası mizahi bir kişi olur.

Murtaza, dürüst bir kişidir. İster kendi sınıfına yabancılaşmış bir “kapıkulu” olarak değerlendirilsin, ister memleketi disipline sokmak isteyen bir Donkişot olarak kabul edilsin onun dürüst olduğu örtülemez. Onun söyledikleriyle düşündükleri arasında fark yoktur. Kendi zararına dahi olsa doğruyu söyler. Murtaza’ yı “varlıklı kesimin yardakçısı” olarak tanımlayan eleştirilerde de şahsın bu değişmez özelliği gözden kaçırılmıştır. Yardakçının ve kapıkulunun dürüst olması mümkün değildir. Emniyet müdürü mahallelinin şikayeti üzerine Murtaza’ yı sorguya çekince, o, Mahallelinin doğru söylediğini kabul eder ve yaptıklarının kurs görmüş, disiplin tanımış bir bekçi için doğru olduğunu ileri sürer. (s.79). O, Türkiye’ye geldiğinde dubaracı hemşehrileri gibi yalan söyleyip mal mülk peşinde koşmamış, “biz fakir insanlardık memlekette, yok idi başkaları gibi tarlalarımız, konaklarımız” diyerek iskan dairesindeki memurları, dürüstlüğü ile şaşırtmıştır. (s.13). Murtaza, kızı Firdevs'i uyurken gördüğü halde fen müdürüne ihbar etmeyen Kontrol Nuh’ un görevini yapmamakla suçlar (s.233).
Orhan Kemal’ in “aydınlık gerçekçilik” dediği anlayışın izlerini bu romanda da görmek mümkün, Çünkü, Murtaza’ nın acımasız, jurnalci vazife anlayışını gülünç hale getirmesinin yanında, onu hiç beklenmeyen bir şekilde iç dünyasıyla göstererek okurun acımasını ve onu anlamasını ister. Böylece sucun tek tek şahıslarda değil, bozuk sosyal düzende olduğu sonucuna varılacaktır. Murtaza, evine misafir gelen kardeşine şöyle der:

Bilirim her şeyleri. Çeker benim de içim tereyağı kaymak bal. Lakin görürüm camekanlarında bakkalların, geçerim; yetmez almaya gücüm. Ederim kahır kendime ne sanarsın kardaşını (s.205).

Murtaza vazife, disiplin, mertlik, namus gibi davranışları ile sabitleşmiş değerlerden sadece bir kere sıyrılır İç dünyasında görünen özelliklerden farklı duygular taşıdığını, sadece o sözlerde buluruz. Fakat bu bilgi, Murtaza’ nın “yuvarlak bir tip” e doğru evrilmesini sağlamaz. O, romanın başında neyse sonun da odur.

<< birinci sayfa


info@orhankemal.org